Türkiye'deki İranlılar hem umutlu hem de endişeli
1 Ekim 2022"İranlı bütün kadınlar Mahsa Amini'nin yaşadıklarını bir parça da olsa deneyimledi. Ben de daha önce bunu yaşadım. Mahsa'nın yaşadığı şeyi o kadar iyi anlayabiliyorum ki içimdeki öfke çok büyük."
Bu sözler, 2016'dan bu yana Ankara'da yaşayan İranlı gazeteci Fresia Sabati'ye ait. Fresia, Tebriz'de ailesiyle birlikte sakin bir hayat yaşarken ahlak polisinin tacizlerine maruz kalıyor, sık sık gözaltına alınıyor ve götürüldüğü güvenlik biriminde baskı görüyordu. Ülkesinde kıyafet kuralları gibi kadın haklarına yönelik baskılara karşı mücadele eden Fresia, 2010 yılında "Yeşil Hareket" adlı kitlesel eylemlerde de aktif rol aldı. Üzerindeki baskı daha da artınca Türkiye'ye gelerek Ankara'ya yerleşti ve İran'da yaşananları buradan dünyaya duyurmaya çalıştı.
Yıllardır ülkesinden ayrı olan Fresia, Mahsa Amini'nin ölümünden sonra başlayan olaylarla ilgili hem umutlu hem de endişeli. Umutlu, çünkü o da diğer İranlılar gibi protestoların bir şeyleri değiştirme gücünün olduğuna inanıyor. Ama İran rejiminin göstericilere yönelik şiddeti artırmasından da endişe ediyor. Fresia gibi baskılardan kaçarak başka ülkelere yerleşmek zorunda kalan çok sayıda İranlı var. Sınır komşusu olması nedeniyle çoğunun ilk durağı Türkiye oluyor. Kimi burada yeni bir hayat kuruyor, kimi kendini daha güvende hisseceğini düşündüğü Avrupa ülkelerine gidiyor. Fresia, Türkiye'de kalmayı tercih edenlerden. Ona İran'daki göre öfke büyük:
"Mahsa Amiri protestolarından sonra Beluc bölgesinde 15 yaşındaki bir kıza polisin tecavüz etmesi sonucunda insanlar sokaklara döküldü. Beluc bölgesi İran'ın güneyinde olan bir bölge ve Sünni nüfus yaşıyor. Onlar bu protestolara çok fazla katılmamıştı. Bu olaydan sonra onlar da katıldı. Şu an İran'ın bütün coğrafyasında protestolar devam ediyor. 2000'li yıllarda doğan kız ve erkekler hep birlikte protestolara katılıyorlar, aileleri de onlara destek veriyor. Bu İran'da görülmemiş bir şey."
Başörtüsü zorunluluğunun geçmişi
Mahsa Amini'nin ölümü sonrasında başlayan ve iki haftayı geride bırakan gösterilerde onlarca kişi hayatını kaybetti. İran yönetimi, dış güçler tarafından desteklendiğini iddia ettiği gösterileri şiddetle bastırmak istiyor. Bu da daha çok can kaybının artabileceği endişesine neden oluyor.
İran İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu Ruhullah Musavi Humeyni, 1979 devriminden sonra kadınlara başörtüsü takma zorunluluğu getirileceğini açıklamıştı. Ancak başörtü zorunluluğu 1981 yılında hayata geçirildi. Başörtü ve İslami geleneklere göre giyinme zorunluluğu o günden beri İran rejimi ve kadınlar arasındaki en büyük ihtilaflardan biri.
Ülkede 2005 yılına gelindiğinde ise "uygunsuz" giyinen kadınları denetlemek üzere Mahsa Amini'yi de gözaltına alan ahlak polisi kuruldu. O günden beri yasaklara karşı direnen İranlı kadın ve erkekler belli dönemlerde simgesel eylemler yaptı. 2017'de kadınların başörtülerini çıkararak bir sopanın ucuna bağladıkları "İnkılap Meydanı Kızları" hareketi bunların içinde en bilinenlerden. Yine 2019'da futbol müsabakasına giden ve gözaltına alınan genç bir kadının kendini yakması da akılda kalan eylemlerden biri oldu.
"Bu bir devrim sürecidir”
Ancak İran'da kadınların başlattığı ve odağında kadın özgürlüğü ile sosyal yaşama müdahalenin olduğu eylemler ilk kez bu kadar büyüdü. Yeşil Hareket eylemlerine katıldıktan sonra 2010 yılında Türkiye'ye gelmek zorunda kalan Yönetmen Mehdi Shabani, eylemlerin önünün alınamayacağını düşünüyor. Eylemlerin protesto olarak başladığını, direnişe dönüştüğünü ve bugünlerde bambaşka bir kavramla anılması gerektiğini belirten Shabani, "Artık bu, ne eylem ne direniştir. Aynı zamanda eylem ve direniştir. Ama bir devrim sürecidir" diyor. İran'daki gösterileri "durdurulamaz bir protesto" olarak tanımlayan Shabani şunları söylüyor:
"Bunu baskıyla şiddetle belki bir süre durdurabilirler. Çünkü İran rejimini biliyoruz. İki yıl önce üç gün içinde interneti kesip bin 500'den fazla kişiyi öldürdüklerini biliyoruz. Ama bunlara rağmen atmosfer ve dinamizm şunu gösteriyor: Bu durdurulmaz. Bu sona kadar gider. Hangi taraf kazanır bilmiyoruz. Umarım insanlar, özgürlük ve eşitliğini kazanacak."
"Ben sadece yaşamak istiyorum"
Shahrazad Ghaderpanah da 7 yıldır Türkiye'de yaşayan İranlılardan biri. O da diğer kadınlar gibi sık sık ahlak polisinin şiddetine uğramış ve eşiyle birlikte ülkeden çıkmak zorunda kalmış. Küçük kızının baskı altında yaşamasını istemediği için İran'dan ayrıldığını söyleyen Shahrazad, yeni yaşamını Denizli'de kurmuş. Petrol Teknisyeni olan eşinin bir fabrikada çalıştığını söyleyen Shahrazad, İran'dan ayrılsa da yüreğinin, aklının memleketinde kaldığını ifade ediyor. "Kardeşlerimiz, ablalarımız orada azap çekiyor" diyen Shahrazad, İran yönetiminin hiç kimseye merhamet etmediğini söylüyor:
"Kadınlar baskı altında, çok zor şartlarda yaşıyor ve 44 yıldır bu zulüm devam ediyor. İran rejiminin zalim olduğunu Mehsa'nın vefatından sonra herkes iyice anladı Eğer ben İran'da olsaydım kızımı rahat bırakmazlardı. Ben İran'da emniyet ve serbestlik istiyorum. Ben rahat konuşmak istiyorum. Ben sadece yaşamak istiyorum."
"Protestoların merkezi kadın ve kadın her yerde"
İran rejimi ise protestoların yoğunlaştığı kentlerde 21 Eylül'den beri interneti kesmiş durumda. Ancak buna rağmen Twitter'da 130 milyondan fazla paylaşım yapıldı. Gazeteci Fresia Sabati'ye göre, bu durum gösterilerin tüm dünya tarafından desteklendiğini gösteriyor. Yurt dışındaki İranlıların sosyal medya üzerinden aktif olduğunu belirten Fresia, daha önce orta sınıfın katıldığı eylemlere artık İran'ın tamamının ilgi gösterdiğini kaydediyor:
"O zamanlar bir orta sınıf mücadelesi vardı. Sonraki dönemlerde ekonomik nedenlerden dolayı yoksul kesim protestolara katıldı. Bazen protestolar oluyordu ama bölge bölgeydi. Şu anki protestolar bütün toplumsal sınıflardan oluşuyor. Şu an protestoların merkezi kadın olduğu için ve kadın her yerde olduğu için herkes sokağa çıkıyor ve özgürlüklerini istiyorlar."