1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Türkiye'de tıp eğitimi: Doktorlar endişeli

19 Ocak 2021

Türkiye'nin Covid-19 salgını ile mücadelesinde nitelikli sağlık çalışanları büyük rol oynuyor. Ancak tıp eğitimindeki sorunlar nedeniyle doktorların kendileri de gelecekte aynı kalitenin yakalanabileceğinden emin değil.

https://p.dw.com/p/3o57j
Symbolbild Forschung Impfstoff Coronavirus
Fotoğraf: picture-alliance/PantherMedia

"Tıp eğitiminin ana kısmı pratiktir. Biz eskiden hasta başına gittiğimizde 5 kişi olurduk, ama şimdi 15 kişi. Hastaya dokunamıyorsun bile. Hem hastayı rahatsız etme kaygın oluyor, hem hoca bir köşede anlatmaya çalışıyor duyamıyorsun. Yeterli altyapı da yapılamadığı için mesela laboratuvarlarda mikroskoba erişemiyorsun, 4-5 kişiye bir mikroskop düşüyor."

Uzmanlık eğitimini Samsun'da sürdüren TTB Merkez Konsey Üyesi ve Asistan Doktor Meltem Günbeği, bıp kontenjanlarının gereğinden çok artırılmasını böyle eleştiriyor. Günbeği, hocaları ile kendileri arasında eğitim açısından "uçurum" olduğunu düşünüyor.

Art arda açılan tıp fakülteleri

Türkiye'nin salgınla mücadelesinde hemen hemen herkesin hemfikir olduğu husus nitelikli sağlık çalışanlarının gösterdiği insan üstü gayret. Her ne kadar salgın henüz tam olarak durdurulamasa da sağlık çalışanlarının çabalarıyla ölümler bir nebze olsun azaltılabiliyor. Ancak uzmanlar tıp eğitimindeki mevcut bazı sorunlar nedeniyle Türkiye'de gelecekte iyi hekim bulmanın zorlaşacağından endişeli.

Asistan Doktor Meltem Günbeği
Asistan Doktor Meltem GünbeğiFotoğraf: privat

Tıp eğitimi en az 6 yıl, toplam 5 bin 500 saatlik uzun bir süreç. Yabancı dilde eğitim veren fakültelerde ise bu süre 7 yıla çıkıyor. Lisans eğitiminin ardından da ortalama 4-5 yıl süren bir uzmanlık eğitimi bulunuyor. Yani bir tıp öğrencisi liseden beraber mezun olduğu yaşıtları belki iş sahibi iken eğitimini hâlâ sürdürüyor.

Türkiye'de başta üniversite hastaneleri olmak üzere iyi tıp eğitimi veren çok sayıda fakülte var. Ancak uzmanlara göre son dönemde ardı ardına açılan üniversiteler tıp eğitimine de yansımış durumda ve öğrenci sayısının gerekenden çok artması, öğretim üyesi eksikliği ve buna karşılık öğretim üyesi seçilme standartlarının düşürülmesi gibi çeşitli nedenlerle Türkiye'de ileride şimdikinin aksine iyi hekim bulmak zorlaşabilir.

"Hekimler de iyi doktor için kaygılı"

YÖK, 2019-2020 eğitim-öğretim döneminde 5'i yurt dışında olmak üzere, toplam 139 tıp fakültesi programı için 15 bin 500 öğrenci kadrosu ilan etti. 2020-2021 dönemi için ise bu rakam 16 bin 553 oldu.

DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Ankara Tabip Odası ve TTB eski başkanlarından Uzman Doktor Bayazıt İlhan da bu endişeyi paylaşarak "Sadece siz değil, hekimler de ileride yaşlandıklarında kendilerine nasıl bir hekimin bakacağı konusunda kaygılılar" diyor.

İlhan, Sağlık Bakanlığı'nın 2014'te Türkiye'nin hekim ihtiyacı ile ilgili yaptığı çalışmada 2023 yılındaki hekim sayısı hedefini 200 bin olarak belirlediğini hatırlatıyor. Bu kapsamda bir yılda alınacak öğrenci sayısının 5 binlere düşürülmesi gerektiğini söyleyen İlhan, Bakanlığın kendi çalışmasına rağmen tıp fakültesi kontenjanlarının yıldan yıla artırıldığına dikkat çekiyor.

"Temel bilimlerde eksiklik var"

Uzmanlar, tıp eğitiminde önemli olanın üniversite ve fakülte sayısını artırmak değil, var olan fakültelerdeki eğitimi asgari standartları karşılayacak hale getirmek olduğunu vurguluyor.

Hacettepe Üniversitesi'nden Prof. Dr. Orhan Odabaşı'ya göre tıp fakültelerinin önceliklerinden biri temel bilimler olmalı ancak yeni kurulan fakültelerin bu alanda önemli eksiklikleri var. Odabaşı, bir tıp fakültesinde temel bilimler güçlü değilse yetişen hekimlerin alana bakışının daha çok uygulamaya dönük ve hasta bazlı olacağını belirterek sözlerini şöyle sürdürüyor:

"Altyapısı, yeterli öğretim üyesi olmayan bir tıp fakültesi doğal olarak biraz eksik başlıyor. Dünya bilim sıralaması daha çok araştırmalarla tanımlanır. Yani bilimsel yayınla, üretilen makale ve kitapla söz konusu olur. Doğal olarak temel bilimleri güçlü olmayan fakülteden mezun olan kişiler biraz daha güncel pratiğe odaklanıyor ve 'arka planda ne var' sorusu eksik oluyor."

TTB'nin 2019 değerlendirme raporuna göre; tıp eğitiminin değerlendirilmesi alanında, bağımsız kimliği ve yetkinliğiyle yurt içi ve dışında kabul gören TEPDAD tarafından akredite edilmiş mezuniyet öncesi eğitim programlarının oranı sadece yüzde 32,5. Yani 69 tıp fakültesinin mezuniyet öncesi eğitim programlarının asgari standartları taşıyıp taşımadıkları bilinmemekte.

"Öğretim üyesi kalitesi giderek düşüyor"

Tıp eğitiminde son dönemdeki düşündürücü bir başka husus olarak öğretim üyelerinin eğitmen olarak mesleki yeterliliklerinin giderek düşmesi gösteriliyor. Sağlık Bilimleri Üniversitesi (SBÜ) Tıp Fakültesi'ne bağlı olarak çalışan ve ismini vermek istemeyen bir öğretim üyesi DW Türkçe'ye şu değerlendirmeyi yapıyor:

"Son 7-8 ayda sadece Sağlık Bilimleri Üniversitesi bünyesine 627'si profesör, 311'i doçent olarak atanmak üzere toplam 938 akademik kadro açıldı. Hiçbir ülkede tıp alanında 8 ayda bu kadar yüksek sayıda akademisyen yetişmez. Bunun nedeni de her ilde açılan tıp fakültelerindeki öğretim üyesi eksikliği. Ancak bu kişiler eğitmen olarak yeterlilik kazanamadan ve eğiticilikleri sınanmadan bu unvanları alıyor."

Türkiye'de 1981'e kadar profesörlük için iki yabancı dil bilmek gerekirken, 1981'de bu gereklilik tek dile indirildi. Doçentlik için de tek yabancı dil şartı getirildi, ancak dil sınavını geçmek için gerekli olan puan yıllar içinde yavaş yavaş 70'den 55'e düşürüldü.

Deneyimli öğretim üyesi eski ile yeninin kıyaslamasını şöyle yapıyor:

"Örneğin doçentlik sınavı eskiden jürinin yayınları incelemesi ile başlardı. Ardından adayın cerrahi dallarda bir ameliyat yapması ve dahili dallardaki bir hastaya tanı koyarak tedavi etmesi istenirdi. Sözlü sınav da vardı. Şimdi bunların hepsi kaldırıldı, sadece yeterli sayıda yayını olan doçent olabiliyor."

İlhan da doçentlik için sınavın kaldırıldığını, profesörlük için de adrese teslim atamalar yapıldığının zaten kamuoyu tarafından bilindiğini belirtiyor. İlhan, "Hekimlik mesleğinin geleceği açısından bu çok önemli bir problem" diyor.

Ankara Tabip Odası ve TTB eski başkanlarından Uzman Doktor Bayazıt İlhan
Ankara Tabip Odası ve TTB eski başkanlarından Uzman Doktor Bayazıt İlhan Fotoğraf: privat

Covid-19'un tıp eğitimine etkisi

Covid-19 salgınının da tıp eğitimini özellikle uygulamalı dersler açısından sekteye uğrattığı düşünülüyor, ancak diğer taraftan yeni imkanlar da sunmuş durumda.

Prof. Dr. Odabaşı salgının etkisine karamsar bakmıyor. Tıp eğitiminin hasta ile doğrudan teması gerektirdiğini ve bu nedenle salgın döneminde bu açıdan bazı aksaklıklar yaşandığını da kabul eden Odabaşı, bununla birlikte salgının yeni imkanlar da yaratabildiğini şöyle aktarıyor:

"Covid bize neyi gösterdi? Altı bin saatlik bir eğitimden bahsediyoruz. Bunun özellikle yoğun kısmı amfilerde 200-300 kişiye verilirdi. Asla onun yerine geçmez ama bazı kuramsal bilgiler canlı olarak ya da kayıttan yetişkin eğitim alan kişilere ulaştırılabiliyor."

Günbeği ise salgın nedeniyle pratiğe dayalı derslerin yapılamadığını, teorinin pratiğin yerini tutamayacağını söylüyor. Cerrah olacak bir doktor adayının en az altı aydır ameliyat yapamadığını belirten Günbeği, aşılamanın ardından pratik eğitimin kaldığı yerden devam etmesini umuyor.

Kongrelerin de uzaktan yapılmaya başlandığını ve bunun da iller arası eşitsizlikleri azalttığını belirten Odabaşı, tıp eğitiminin kalitesindeki asıl önemli hususun öğrenci olduğuna işaret ediyor. Odabaşı, asıl riskin başarılı öğrencilerin tıbbı tercih etmemesi olacağını ifade ederek, şunları söylüyor:

"Başarılı öğrenciyi alamazsak bunun sonunda toplum sağlığını doğrudan ilgilendiren bir durum var. Şu anda tıp fakültesine yüzde 1'den öğrenci alan da var, yüzde 10'dan da. Ama acilde, trafik kazası geçirdiğimizde ‘aman bana kim bakıyor, Hacettepe mezunu baksın' deme şansınız yok. O nedenle güven aralığını düşürmememiz gerekiyor."

Gülsen Solaker

© Deutsche Welle Türkçe