Partiler yükseköğretimdeki sorunlar için ne vadediyor?
23 Nisan 2023Türkiye'de 81 ilde 208 üniversitede 8 milyondan fazla öğrenci eğitim alırken seçim kampanyalarını başlatan siyasi partiler farklı vizyon ve vaatler gündeme getiriyor. Ancak bu vizyon ve vaatler daha çok genel ifadelerle beyannamelerde kendine yer buluyor. Akademi ise başta "özgürlük" ve "özerklik" olmak üzere kadro sorunları ve akademisyen ataması gibi konularda çözüm bekliyor.
Peki "akademik özgürlük" ifadesiyle ne kast ediliyor? Akademisyenler neden sıklıkla "özgür" olmadıklarını gündeme getiriyor.
ODTÜ ve Boğaziçi gibi Türkiye'nin önde gelen üniversitelerden 39 akademisyen tarafından 2022 yılı sonunda hazırlanan "Türkiye'deki Yükseköğretim Alanının Yeniden Yapılandırılması" ve Boğaziçi Üniversitesince hazırlanan "Akademik Özgürlük ve Üniversite Özerkliği" başlıklı raporlar bu konuda dikkat çeken kaynaklar olarak öne çıkıyor. "Akademik Özgürlük" bu raporlarda, basit olarak "üniversitenin araştırma ve öğretim işlevi sonucu ortaya çıkan bilgiyi kamuya ulaştırması" olarak tanımlanıyor. Yani akademisyenler önce bilgiyi üretmede, sonra da kamuoyuna yayma sorumluluğunda sorun yaşıyorsa, bu onların "akademik özgürlüğünün" kısıtlandığı anlamına geliyor.
"İfade özgürlüğü yoksa akademik özgürlük de yok"
Eğitim araştırmacısı ve yazar Ünal Özmen'e göre aslında ifade özgürlüğü yoksa akademik özgürlüklerden de söz etmek manasız kalıyor. DW Türkçe'ye konuşan Özmen, "Bilim egemen siyasi anlayışlarla dinlerle gelenek ve göreneklerle çatışır. Mevcut anlayışı sarsman gerekiyor. Bunu yaptığın anda da iktidar tarafından tepki çekebilirsin. İktidar ya da egemen devlet ideolojisini gözetmek zorunda kalıyorlar. Bu Ortaçağ'da da böyleydi, yüzyıllardır değişmedi. Burada konu bir şekilde ifade özgürlüğü ile birleşiyor" değerlendirmesi yapıyor.
Eğitim-Sen eski Genel Başkanı Alaaddin Dinçer de siyasi partilerin akademinin gerçek sorunlarından uzakta olduğunu savunuyor. Dinçer, "Siyasi parti programlarında da yazan; 'bilimin özgürlüğü, demokratikleşme, akademik özgürleşme' gibi başlıklar, bunlar suya yazılmış yazı gibi. Sağlanması için uluslararası kriterler de kabul edilmiş durumda, peki sorun ne? Sorun, siyasal iktidarların akademiye direkt müdahale etmesi. Baskın ideolojiye uygun söylem ve davranışı üniversitelerden beklememesi gerek. Burada sorun sadece YÖK değil. Üniversite rektörlükleri, dekanlıklar dukalık gibi çalışıyor" eleştirisini yöneltiyor.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) 1997 tarihli belgesinde de akademik özgürlük, "herhangi bir öğreti tarafından sınırlanmadan eğitim ve tartışma özgürlüğü", "araştırma yapma ve sonuçlarını yayma/yayımlama özgürlüğü", "fikirlerini ifade edebilme özgürlüğü", "fikirlerin sansür edilmeme özgürlüğü" kriterleriyle açıklanıyor. UNESCO'nun bu metnine imza koyan ülkeler arasında Türkiye de bulunuyor.
"Kağıt üzerinden tüm anlaşmalar imzalanmış durumda, bir sorun yok. Ama siz, akademisyenler bir bildiri yayınladı ya da bir bildiriye imza attı diye birçoğunu KHK ile üniversitelerden attığınız anda bu, büyük bir kırılma yaratıyor" diyen Dinçer, KHK'lı akademisyenlerin durumuna dikkat çekiyor.Güneydoğu kentlerinde 2015-2016 yıllarında yaşanan çatışmalar sırasında uygulanan sokağa çıkma yasaklarının ve şiddetin sona ermesi için çağrı yapan Barış İçin Akademisyenler bildirisine imza atan akademisyenler, OHAL kapsamındaki KHK'lar ile görevlerinden ihraç edilmişti.
Dinçer, "Barış akademisyenlerine yapılan sonrası tüm fikir özgürlüğü adımlarının önü kesilmiş oldu. Akademiye 'sus, görüş beyan etme' mesajı verildi. Görüşleri egemen ideolojiye ters olsa bile yayınlarının önünü, araştırmalarının fonlarını kestiğiniz anda bu sözleşmeler de kağıt üzerinde kalmaya devam ediyor" diyor. Üniversiteden atılma ya da araştırmalarının desteklenmemesi gibi durumlarda sadece o kişilerin değil tüm akademinin korkuya kapıldığını vurgulayan Dinçer, "Bu korku içe kapanmayı da beraberinde getirir ve üretmemeye başlar. Sonuçta o da bir insan, yaşam kaygısı var, geçinmesi gerek. Büyük, önde gelen üniversitelerde bu direnmeler belki daha kolay. Örneğin Boğaziçi hocalarının eylemi bu açıdan çok anlamlıdır. Ancak bu lokal kalıyor. Bunlar dışında hizalanan, biat kültürü içinde kalan akademiden de özgürlük beklemek anlamsızlaşıyor" diye konuşuyor.
Üniversitelerin özerkliği mümkün mü?
Uluslararası standartlara göre akademik özgürlüğün en önemli güvencelerinden birisi kurumsal özerklik. Boğaziçi Üniversitesi'nin raporunda "Kurumsal özerklik, akademik özgürlüğün kurucusudur. Akademik özgürlüğün teminatı özerkliktir. Aynı anda hem bir hak hem de görev olarak ifade edilen akademik özgürlükten farklı olarak, üniversite özerkliği bir kurumun niteliğine işaret eder" deniliyor.
Üniversiteler, mali olarak da büyük oranda hükümetten gelecek bütçelere bağlı. Alaaddin Dinçer'e göre Türkiye'de özerklik hiçbir iktidarın işine gelmiyor. Dinçer, "Özerklik kulağa hoş gelen bir ifade. Ancak sınırları çizilmiş durumda. İdeolojik çizgi neyse akademi ona göre hizalanmış. Bu hep böyleydi. Özerklik iktidarların işine gelmediği zaman kötü bir şey haline geliyor. Her dönem üniversite dinden, devletten ve sermayeden bağımsız olmalı. Bunlara eşit mesafede olmalı. Özerklik bir anlamda bu aslında" diyor.
"Türkiye'deki Yükseköğretim Alanının Yeniden Yapılandırılması" raporuna göre özerklik için üniversiteler "eğitim dilini", "araştırma alanlarını", "istihdam yapılarını" kendisi belirlemeli.
"Rektörü atayan cumhurbaşkanı, fakülteyi, üniversiteyi kuran tek bir kararname ile özerklikten bahsetmek mümkün değil" diyen Ünal, sözlerini "Özerk alanda özgür bilim olur. Bu özgür bilim alanı iktidar ile çatışma yaratır. Bunu sağlamak için çok güçlü yasal altyapılar oluşturup akademiyi güvenceye almak gerek" şeklinde sürdürüyor. Akademik personelin atanma süreçlerinin de özerklik içinde olmadığını belirten Özmen, YÖK'ün açtığı kadro ile sınırlandırıldığı birçok akademisyenin bu nedenle kadro sorunu yaşadığına işaret ediyor.
Akademiye siyasetin etkisi
Üniversitelerde sıkıntılı süreçlerden biri de yükselme ve atanma süreçleri. Alaaddin Dinçer, atama ve yükselmelerde oluşturulan jürilere dikkat çekiyor. "Belirlenen jüriler tamamen yönetimin, dolayısıyla iktidarların yol haritasına göre belirleniyor. Kağıt üzerinde bakarsanız oluşumu ve uygulama süreçleri tamamen uluslararası standartlara uygun, ancak tüm akademisyenler bilir ki orada takınılan tavır tamamen ideolojiktir" diyor.
Bir üniversiteden örnek veren Dinçer, 16 ismin doçent olarak onay aldığını ancak rektör değişimi sonrası hiçbirine kadro verilmediğini söylüyor. Dinçer, "Her hoca hakkında bir günlük tutulmuş durumda. Bu daha çok taşradaki üniversitelerinde sorun. İktidar gibi düşünen ve hızla yükselen yüzlerce akademisyen var. Ancak iktidara muhalif olan ve yıllardır kadro bekleyen çok örnek sayabiliriz. Burada bir kültür oluşması lazım, baktığınızda kağıt üstünde sorun yok ama gerçekte sorun var" diyor. Dinçer bu süreçlerin bağımsız kurullarca denetlenmesi ve müdahale edilmesi gerektiğini söylüyor. Dinçer, atamalarda ve yükselmelerde akademisyenin sendikasına da bakıldığını ifade ederek "sırf yükselmek için iktidara yakın sendikaya geçen akademisyenler var" diyor.
Ünal Özmen'e göre de öğretim üyesi yetiştirme programlarında yasal altyapı problemi yok ve her şey tüm standartlara uygun. Özmen, "Problem üniversitelerin siyasal erke göre hareket etmesi. Bilim insanı mı diye bakmıyor iktidar, ne der diye bakıyor. Jüri yapısı buna maalesef kötü bir örnek" ifadelerini kullanıyor.
Üniversitelerin iktidarın gelecek hamleleri ve kısa vadeli projelerine odaklanmak zorunda kaldığını kaydeden Özmen, "Üniversitelerin gelenekleri vardır, araştırma planları vardır, ancak bunlar dikkate alınmıyor. İktidarların hızlı kalkınma talepleri vardır, bunu da kısa sürede yapmak isterler. 25-30 yıl sürecek araştırmalar istenmiyor, gereksiz bulunuyor. Kanser araştırmalarına yatırım yapmıyor örneğin. Kısa vadede para edecek, para kazandıracak başlıklara odaklanıyor. Sosyal bilimleri önemsemiyor. 'İktidar eğitim para kazandırır' diye bakınca üniversitede bu piyasa koşullarına ayak uyduruyor. Kadroyu da buna göre 'para kazanacaklara' göre dağıtıyor. Aslında özetle, üniversiteler bilgi satan yerler haline geliyor" şeklinde konuşuyor.
Üniversitelerin "demokratik" yapılar olmadığını söyleyen Özmen, "Birlikte seçecek, birlikte hareket edecek ki demokratik ortam oluşsun. Ancak bu haklar da yok oldu" diyor. Alaaddin Dinçer, üniversitelerde son dönem açık öğretim ve uzaktan eğitim bölümlerinin sayısının arttığını da söylüyor. Dinçer'e göre bu, eğitimdeki kaliteyi düşüren unsurların başında geliyor.
Beyannamelerde yükseköğretim ile ilgili ne diyor?
AKP'nin seçim beyannamesinde yükseköğretim başlığına yaklaşık dört sayfa ayrılıyor. "Yükseköğretimin yeniden yapılandırılmasını" vadeden AKP beyannamesinde "üniversitelerin küresel rekabet gücünü geliştirmek", "üniversitelerin akademik performansını, araştırma ve bilgi üretme kapasitesini artırmak", "üniversitelerin uzmanlaşmaları desteklenerek, bölgesel ihtiyaçlar dikkate alarak kapasitelerini güçlendirme", "nitelikli eleman açığını kapatmak", "yeni kurulacak üniversitelerde, fakültelerin doluluk oranları, kamu ve işgücü̈ piyasasının ihtiyaçları gibi kriterleri baz alan bir mekanizma geliştireceğiz" gibi vaatler yer alıyor.
Akademisyen yetiştirme sisteminin nasıl olacağı, akademik özerkliğin nasıl sağlanacağı, yayın sayılarının artırılması için akademide atılacak adımlar gibi başlıkların detaylarına yer verilmiyor. Beyannamede doktora eğitiminin desteklenerek yılda 25 bin mezun verilmesi hedefi en somut başlık olarak yer alıyor.
Millet İttifakı'nın ortak seçim beyannamesinde de "YÖK'ün kaldırılması ve yerine koordine kurulu kurulması", "bilimsel, idari ve mali özerkliğini güvence altına alınması", "üniversitelerin özgür düşüncenin, bilimsel çalışma ve tartışmaların merkezi haline getirilmesi", "daha fazla kaynak aktarılması", "yüksek lisans ve doktora tezlerinin kalitesinin artırılması" gibi vaatlerin ağırlıkta olduğu dikkat çekiyor. Millet İttifakı, beyannamesinde üniversitede yönetimlerin akademisyenlerin kendileri tarafından seçilmesi gibi somut bir vaade yer verirken akademisyenlerin nasıl yetiştirileceği, özgürlüğün nasıl sağlanacağı gibi sorulara ise net olarak yanıtlamıyor.
DW Türkçe'ye yaptığı değerlendirmede hem CHP'nin hem de altılı masanın yükseköğretim başlığında detaylı bir çalışma yaptığını söyleyen CHP'nin eğitim politikalarından sorumlu genel başkan yardımcısı Lale Karabıyık ise "Anayasa değişikliği gerek. Bunu da beyan ettik. Anayasa değişmez ve YÖK kaldırılmazsa vaatler su üstünde kalır. Bu değişiklikler yapılarak YÖK yerine sadece koordine eden, planlayan bir kuruma dönüşmesi gerek" dedi.
Beyannamede genel ifadelerin olduğunun hatırlatılması üzerine de Karabıyık, "Biz iktidara geldikten sonra anayasa değişikliği sonrası hangi adımları atacağımızı belirledik. Birini eksik bırakırsanız sistem eksik kalır. Doğru planlama ile akademisyenlerin özlük hakları, üniversitede seçim sistemi, mali, yönetim, akademik özerklik başlıklarında akademisyenler, üniversite temsilcileri ile toplantılar yapılarak ne olması gerektiğini belirledik. Zaten sorunları tespit ettiğiniz zaman çözüm de ortaya çıkıyor. Biz de akademik özgürlük olmadığını, özerkliğin problem olduğunu kadroya atanma süreçlerinin problem olduğu teşhisini yapıyoruz" değerlendirmesi yaptı. Karabıyık bu noktada üniversitelerde rektör seçim süreçlerinin önemli bir adım olduğunu ve bu konuya hiçbir şekilde siyasetin müdahale etmeyeceğini kaydetti.
Sayısal verilerle akademi
Türkiye'de 129'u devlet 75'i vakıf, 4'ü vakıf meslek yüksek okulu olmak üzere 208 üniversite bulunuyor. YÖK'ün açıkladığı son verilere göre 4 milyon 579 bin 47'si lisans, 3 milyon 250 bin 101 ön lisans, 358 bin 271 yüksek lisans 109 bin 540 doktora öğrencisi bulunuyor.
Yine YÖK verilerine göre 34 bin 325'i profesör, 22 bin 524'ü doçent, 44 bin 307'si doktor öğretim üyesi, 37 bin 57'si öğretim görevlisi, 46 bin 551'i araştırma görevlisi olmak üzere toplam 184 bin 764 akademisyen görevde. Her 1 akademisyene 45 öğrenci düşüyor.