İzmir depremi: İki el, bir kader
3 Kasım 2020İzmir’de bir enkaz... Etrafında koşturan 200 görevli. Üç günün ardından havaya karışmaya başlayan ceset kokusu. Enkazın yakınında bir park. Parkta, babası Ali B.’nin bedeninin, çöken binadan çıkarılmasını bekleyen genç bir adam.
"Annemle sürekli konuşabiliyorduk. Ona dokunabiliyordum. Babamdan ise ilk dakikadan beri ses gelmiyordu zaten. Kurtarma ekipleri bir delik açtı. 'Kimin elini tutuyorum şu an' diye sordu. El, benim de annemin de değildi. 'Bırak ölmüş o. Ben hayattayım beni kurtar' diye bağırdım."
30’lu yaşlarındaki diş hekimi Çağlar B., enkaz altında annesiyle birlikte verdiği üç buçuk saatlik yaşam mücadelesini DW Türkçe'ye böyle anlatıyor.
Elifi de Ali B.'yi de enkaz altına koyan sebep aynı
İzmir’de bir başka enkaz. Botları toza, çamura bulanmış baretli onlarca adam. Heyecanla taşınan bir sedye. Sedyede kendisini, 65 saat sonra kurtaran itfaiyecinin parmağını tutmuş üç buçuk yaşındaki Elif.
Elif’in de, Ali B.’nin de elini o enkazın altına koyan sebep aynı.
Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Alim Murathan, üç boyutlu bir harita üzerinde depremin en ağır hasarı verdiği ilçelerin, alüvyon zemin üzerine kurulduğunu anlatıyor. Murathan DW Türkçe'ye, alüvyon zemine inşaat yapılabileceğini ama bu binaların çok özenli ve güçlü olması gerektiğine vurgu yapıyor. Murathan’a göre 75 km uzakta meydana gelen depremin merkezi daha yakın bir nokta olsaydı, şu ana dek 98 kişinin hayatını kaybettiği kentte bir felaket yaşanabilirdi.
"Deprem 15 saniye daha uzun sürseydi…"
Depremin vurduğu Bayraklı’nın belediye başkanı Serdar Sandal ise alüvyon zemin üzerindeki binaların ne denli özensiz inşa edildiğine dikkati çekiyor ve "Deprem 15 saniyeden uzun sürseydi çok daha fazla bina yıkılabilirdi" diye konuşuyor.
Bu durum enkaz başında daha da iyi anlaşılıyor.
Depremde yıkılan ve en az sekiz kişiye mezar olan Rıza Bey apartmanı enkazında çalışma yürüten iki görevliden iş makinesi operatörü olanı, diğerine "Makineyle betonu tutunca toz gibi dağılıyor" diyor.
"Korktuğum için Rıza Bey apartmanından taşındım"
Rıza Bey apartmanında beş sene yaşamış Prof. Dr. Ayşegül Ünveren de daha önce yaşadıklarını DW Türkçe'ye şöyle anlatıyor:
"2003’te de bir deprem olmuştu. Evin duvarları çatladı, fayansları döküldü. Korktuğum için de Rıza Bey’den taşındım. O dönem sağlamlaştırma çalışması yapıldığı söylendi. Demek ki yetersizmiş. Devletin düzgün bir şekilde denetlemesi gerekmez miydi?"
İzmir sokaklarında dolaştıkça, yeni binaların dahi ne kadar özensiz yapıldığı hemen göze çarpıyor. Bayraklı’da ayakta kalmayı başarmış her 10 binadan altısı çatlaklarla dolu ve tamamı yıkılıp yeniden inşa edilecek.
Çatlamış, betonları kaldırıma dökülmüş, yan yatmış bu binalar polis şeridiyle girişe kapatılmış. Hava karardıkça, tahliye edilmiş binalar etrafındaki hareketlilik de artıyor. Nedenini merak ederken bir adam, elindeki torbayla binadan çıkıyor ve hızlı adımlarla şeridi kaldırıp altından geçiyor. Burun buruna geldiğimiz için de açıklama yapmak zorunda kalıyor:
"Kendi evimizde hırsız olduk kardeşim. Bütün birikimimiz gitti. Bari birkaç parça eşyamı kurtarayım."
Tek isteği eviyle ilgili hasar tespit çalışması
Dört tarafına kurulan çadırlar nedeniyle İzmir, dev bir mülteci kampını andırıyor. Çadırda kalanlar, AFAD’ın da, belediyenin de hızlı bir şekilde organize olmasından memnun. İhtiyaçlar şimdilik eksiksiz karşılanıyor. Halk da birbiriyle dayanışma içerisinde. Çadırda kalanlara yemek getirenler de var, kıyafet getirenler de. Öyle ki, çadırlarda kalanlara internet üzerinden yemek sipaşiri verenler dahi var.
Çadırının önüne kurduğu masada ailesiyle kahvaltı eden Mert Doğru, çadırların hemen kurulduğunu, yardımların hızlı bir şekilde yapıldığını söylüyor. Doğru’nun tabiriyle 'sıkıntılı süreci rahat atlatıyorlar.' 29 yaşındaki adamın tek isteği uzmanların, duvarlarında çatlaklar oluşan eviyle ilgili hasar tespit çalışması yapması.
İdil İrey de, üç çocuğuyla çadırda kalıyor. Yaşadıkları evin kolon ve kirişlerinin çatladığını söylüyor. Büyük bir korkuyla çocukları alıp evden kaçmış. Üç çocuğuyla çadırda kalan bir kadın olmanın zorluklarınıysa şöyle anlatıyor:
"Zor. Akşamları çok soğuk oluyor. Ateş yakıyoruz burada. Üst üste giyiniyoruz. Çocuklarımı koynuma sokuyorum. Ama inanılmaz da yardım geliyor. Her yerden yardım geliyor buraya. İstanbul ve Ankara belediyeleri, AFAD, İHH, AKUT, hepsi... Mükemmeller. Allah hepsinden razı olsun."
Pek çok noktada hasarlı bina ve bu nedenle çadırda kalanlar olsa da, İzmir’deki hayat normale dönmüş durumda. Öyle ki, 2003’teki depremden bu yana hiçbir önlem alınmayan şehrin dijital tabelalarında 'Geçmiş olsun İzmir' dahi yazıyor.
Tunca Öğreten / İzmir
© Deutsche Welle Türkçe