Hukukun evrensel normları vardır. Bu normlar itilip kakılıp, yerine ideolojik öncelikler koyulduğunda, artık bir hukuk devletinden söz edilemez. Türkiye'de de maalesef bu noktaya çoktan geldik. Yargı son 20 yıl içinde iktidar ve ortaklarının esiri haline geldi. İktidar önceleri dönemin Adalet Bakanı'nın "Hoca Efendimiz" diye övmeye doyamadığı Fettullah Gülen ile beraber yürürken, Gülenci kadrolar dizginleri ele almıştı. Darbe girişiminden sonraysa, yargıda MHP'nin etkisini görüyoruz. Anayasa, yasaların da üzerinde olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi sözleşmeler, bireysel başvuru hakkı gibi temel unsurlar hiçe sayılıyor. Erdoğan'ın ve Bahçeli'nin anlayışına uygun çalışan yargı mensupları, en yüksek yargı mercii olan Anayasa Mahkemesi'nin üyelerini fırçalıyor artık. Yargıtay'ın 3. Ceza Dairesi, milletvekili olmaya hak kazanmış Can Atalay'ın hapiste tutulmasının hak ihlali olduğu sonucuna varan Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunabiliyor. Durum vahim. İktidar yakın gelecekte planladığı Anayasa değişikliğini yapabilirse, ortada bildiğimiz türden bir Anayasa Mahkemesi bile kalmayabilir.
Anayasa Mahkemesi'nin kararlarını izlemesi gereken süreç çok net aslında. Bir ihlal kararı çıktığında, davaya bakmış olan yerel mahkeme yeniden dosyayı açar ve yüksek mahkemenin hükmüne uygun bir karar verir. Milletvekili Can Atalay kararında nedense bu süreç farklı işledi. İstanbul 13. Ceza Mahkemesi dosyayı doğrudan Yargıtay'ın 3. Ceza Dairesi'ne havale etti. Sonrası malum. Anayasa Mahkemesi'ni "hukuk sistemini kaosa sürükleyecek kararlar" almakla suçlayan Yargıtay'ın bizzat kendisi kaos yarattı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Yargıtay'ın kararını "bir darbe girişimi" olarak nitelerken, iktidar kararı alkışladı.
"Milli yargı" açıklaması
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, Yargıtay'ın Anayasa Mahkemesi üyeleriyle ilgili suç duyurusunda bulunmasını, "Milli Yargıya karşı saldırıların çok büyük bir birikim oluşturması sebebiyle reaksiyoner bir tavır" olarak niteledi, bu çıkışı cesur buldu. Cumhurbaşkanının başdanışmanına göre, Yargıtay "milli yargı"yı temsil etmekte. Yani Uçum'a göre, Anayasa'nın "TBMM üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır" hükmünü savunan yüksek yargı üyeleri "milli" değil, ama sırf Gezi'ye katıldığı için, tüm hukuk normları yoka sayılarak mahkum edilen avukat Can Atalay'ın, "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler" içinde olduğunu savunan Yargıtay üyeleri milli!
Cumhurbaşkanı'nın Başdanışmanı Uçum'un Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin kararını savunurken kullandığı "Türkiye, Milli Yargısını batıcı ve neo liberal yargı anlayışlarına karşı sonuna kadar savunacaktır" ifadesi de yazının en başında belirttiğim evrensel normlardan nasıl uzak bir anlayışla karşı karşıya olduğumuzu anlatıyor. Uçum, daha önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesi'nin Selahattin Demirtaş kararı üzerine de dikkat çeken yorumlar yapmış, AİHM kararlarının esastan bağlayıcı olmadığını öne sürmüştü. Uçum, AİHM'nin bu kararını, "Tarihimizde bize karşı bu denli siyasi saldırganlık içeren bir karar vermemişti" diyerek yorumlamıştı.
Siyasi saldırganlık demişken… Can Atalay kararının ardından MHP Genel Başkan Yardımcısı İzzet Ulvi Yönter, aynı Devlet Bahçeli gibi, "AYM'yi ya kapatacağız ya yeniden yapılandıracağız" demişti. DW Türkçe muhabiri Alican Uludağ, önemli bir ayrıntı yakaladı: MHP Genel Başkan Yardımcısı, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunan Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin üyelerinden H.Y.'nin kızına nikah şahitliği yapmış, bunu da açıkça paylaşmıştı. Yönter, bu önemli detayı yorumsuz şekilde paylaşan gazeteci Uludağ'a yönelik "Nefesimiz ensende" gibi tehditkâr ifadeler de kullandı. Yönter'e göre, bugünkü Türkiye'de bir yüksek yargı mensubuyla bu tür ilişkiler içinde olmak sakıncalı değildi. İktidar ortağı bir partinin genel başkan yardımcısına kim karışabilirdi ki? Yargıyla siyaset, hakimle siyasetçi iç içe geçmiş, herkes "milli" olduğu sürece ne önemi vardı ki?
Muhalefete ve sivil topluma düşen görev
Türkiye'de yargı atamaları zaten iktidarın elinde. Yargıtay ve Danıştay'a üye seçen Hakimler ve Savcılar Kurulu'nun (HSK) aralarında bakan ve bakan yardımcısı olan üzere altı üyesi zaten Erdoğan tarafından atanıyor. Diğer yedi üye ise Meclis tarafından belirleniyor. Orada da çoğunluk malum, AKP ve MHP'de. Erdoğan ve şürekâsından beklenebilecek bir sonraki adım, siyasi emellerine hizmet eden, hak ve özgürlükler açısından evrensel normlar yerine, kendilerinin "milli" dediği ideolojik ve siyasi normlar belirleyen, Anayasa Mahkemesi'ni bugün bildiğimiz haliyle etkisiz hale getiren bir Anayasa değişikliği olacak. O zaman siyasi nedenlerle hapse atılanların, iktidara yakın birilerinin çıkarları için hakları gasp edilenlerin yargıya olan güveni tamamen bitecek. "Milli" denen yargı, kendisini sadece AKP-MHP çizgisinde tanımlayanların yargısı, adalet onların adaleti, cezalar da onların verdiği cezalar olacak.
Bu nedenle hem muhalefete hem de topluma önemli bir görev düşüyor. CHP'li vekiller Yargıtay'ın kararı üzerine TBMM'de oturma eylemi başlattı. Özgür Özel, "Halkı bu kalkışmayı bastırmaya davet ediyoruz" dedi, ama durumu dışarıda protesto edebilen, Çağlayan Adliyesi'nin önünde oturma eylemi yapan bir öğrenci ve onu ziyaret edenlerden ibaret şimdilik. Böyle giderse, hukuk devletinden geriye kalan ne varsa, onlar da tabuta sokulup, üzerine son çivi çakılacak.