Analiz: Enflasyonu durdurmak mümkün mü?
4 Aralık 2020Kasım ayı enflasyonu piyasa beklentilerinin çok üzerine çıkarak, yıllık yüzde 14.03 düzeyine yükseldi. Son aylarda yaşanan yüksek oranlı kur artışlarının ve kredilerde kamu zoruyla gerçekleşen patlamanın etkisinin Kasım'dan itibaren fiyatlara yansıdığını, bu eğilimin bir süre daha devam edeceğini söyleyebiliriz.
Merkez Bankası Kasım ayı enflasyonuyla ilgili yaptığı değerlendirmede "yükselişin sürükleyicisinin gıda ve temel mal grupları" olduğunu belirtti. Hizmet ve enerji gruplarının yıllık enflasyon oranlarının sınırlı kaldığı, gıda enflasyonunda "birikimli döviz kuru etkileri"nin görüldüğü belirtildi. Tarımda temel girdi niteliğindeki emtialardaki fiyat seyrinin ve mevsim geçişine bağlı arz sıkıntılarının yüksek gıda enflasyonuna neden olduğu kaydedildi. Temel mal grubu enflasyonundaki artışta ise başta otomobil olmak üzere, dayanıklı tüketim mallarının öne çıktığı; burada da "güçlü kredi ivmesinin gecikmeli etkileri"ne bağlı talep artışının ve TL'deki değer kaybının gecikmeli yansımalarının gözlendiğine işaret edildi. Kısacası; Merkez Bankası bir tür geçmiş politikaların yanlışlığını itiraf ederek, kurlardaki artışın ve kredilerde kamu zoruyla yaşanan büyük artışın enflasyondaki yüksek seyre neden olduğunu söylüyor.
Kötü haber: Yükselmeye devam edecek
Her yüksek enflasyon döneminde olduğu gibi; yine maliyetin mi yoksa talebin mi enflasyonda etkili olduğunu tartışıyoruz. Bu analizin, önümüzdeki döneme ilişkin beklentileri etkilemesi nedeniyle önemli olduğunu görüyoruz. Görüldüğü kadarıyla kur etkisiyle maliyet ve kredilerdeki büyük artış nedeniyle talep etkisi, yani her iki etki birden yaşandı diyebiliriz.
Kurlar nedeniyle maliyetlerde meydana gelen artışı üretici fiyat artışında (ÜFE) açıkça görüyoruz. TÜİK, tüketici fiyatlarındaki (TÜFE) yıllık artışı yüzde 14.03 olarak açıklarken, ÜFE'deki artışı yüzde 23.01 olarak belirledi. Bunun alt kalemi olan imalat sanayindeki yıllık fiyat artışı ise bunun da üzerinde, yüzde 25.04 oldu. Doğal olarak üretici fiyatları yani fabrika çıkış fiyatı, talebe bağlı olarak tüketici fiyatlarına yakınlaşır. Buradan yola çıkarak TÜFE'deki artışın, yani manşet enflasyon rakamının büyüyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Talebe bağlı olarak bunun yansıma süreci belli olacaktır. Buna ek olarak 2019 Aralık ayında TÜFE’nin yüzde 0.7 olduğunu, 2020’nin ilk dört ayında düşük oranlar görüldüğünü yani önümüzdeki döneme ilişkin baz etkisinin de enflasyonun yükselmeye devam edeceği beklentisini artırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Merkez Bankası’nın elindeki silah ne?
Beklentilerin üzerinde çıkan enflasyon nedeniyle, daha yeni yüksek oranlı artış yapmasına rağmen, Merkez Bankası’nın yeniden faiz artışı yapıp yapmayacağı tartışılmaya başladı. 19 Kasım’daki toplantıda yüzde 4.75 oranında faiz artıran Merkez Bankası, politika faizini yüzde 15’e çıkarmıştı. Yüzde 14’lük enflasyon nedeniyle, yüzde 3’lere çıkan reel faiz oranı yeniden yüzde 1’e indi diyebiliriz. Türkiye’ye özgü riskler de düşünüldüğünde yatırımcı için bu reel faizin yeterli olup olmayacağı tartışılıyor. Halkın döviz tevdiat hesaplarındaki artışın devam etmesi güvensizliği gösterirken, reel faizin gerilemesi, TL’nin yeniden cazip yatırım aracı olması amacına ulaşılmasını iyice zora sokacaktır.
Öte yandan merkez bankalarının enflasyon beklentilerini yönetmek zorunda olduğu, dolayısıyla faiz kararıyla vereceği mesajın çok önemli olduğu açık. Yani önümüzdeki döneme ilişkin yükselen enflasyon beklentisi devam ederken Merkez Bankası’nın "güçlü enflasyonla mücadele" vurgusu için, 24 Aralık’ta yeniden faiz artırması gerekebilir. Toplantı yaklaştıkça, özellikle kurlardaki harekete bağlı olarak, beklentinin netleşeceği söylenebilir. Ancak daha şimdiden TL’ye cazibe kazandırmak için iki puanlık artış gerektiği konuşulmaya başladı.
Acı reçetenin faturasını kimler ödeyecek?
Bir analistin ifade ettiği gibi "Faizi indirebilmek için faizin yine artırılması gereken bir dönem daha yaşıyoruz" denilebilir. Çünkü yanlış para ve maliye politikaları nedeniyle, enflasyona bağlı aşırı artan faizleri, ancak şok faizle bir dengeye getirip, daha sonradan düşürmeye başlamak gerektiği bir dönem daha yaşıyoruz.
Bu yöntemin genellikle ekonomik krizler sonrası uygulandığını düşünürsek, aslında zamana yayılan, giderek sonuçlarını görmeye devam ettiğimiz bir krizin içinde olduğumuzu da söyleyebiliriz.
Bununla birlikte yılbaşında para politikasının yanı sıra hükümetin alacağı mali tedbirler, örneğin yılbaşında temel mal ve hizmetlerdeki vergi oranlarında meydana gelecek artış, çalışanlara yapılacak ilk altı aylık zammın oranları enflasyon, dolayısıyla 2021 faiz oranları için önemli olacak. Hükümetin "acı reçete" olarak adlandırdığı yeni dönem önlemlerinin, harcamaları hiç kısmadan sadece çalışanlar ve emeklilerin gelirlerinde yoğunlaşması halinde, bunun toplumsal tepkileri artıracağı da söylenebilir.
Türkiye'ye özgü riskler neye yol açabilir?
Tüketici fiyatlarını etkilemesi kaçınılmaz olan ÜFE fiyatlarındaki yüksek oranlı artış; bize sanayinin ithalata ne kadar bağımlı olduğunu, dolayısıyla kurlardaki artışın enflasyon üzerindeki önemini bir kez daha hatırlattı. "Yerli ve milli" sloganıyla ithalatta kısıtlamalar yapılması, yerli üretime ayrıcalıklar tanınmasına rağmen, ithalata bağımlılığın iyice arttığı ortaya çıktı. Dolayısıyla bu işlerin sloganla çözülemeyeceği, teknolojisi ve katma değeri yüksek üretime geçmedikten sonra, her geçen gün yüksek teknolojiye sahip ithal mallara bağımlılığımızın artacağı unutulmamalı.
Bu durumu Türkiye'ye özgü ekonomik riskler içinde sayabiliriz. Bunun yanında iç ve dış siyasete bağlı risklerin arttığı da unutulmamalı. ABD ve AB’den gelen yaptırım haberleri yeniden gündeme oturmaya başlarken, tüm bunların kurları yeniden artırması kaçınılmaz. Henüz geçtiğimiz aylardaki kur etkisini enflasyon üzerinde yeni görmeye başlamışken, yeni yılda bu riskler nedeniyle yeniden yüksek kur artışları görürsek, yüksek enflasyon iyice kalıcı hale gelebilir.
Erdal Sağlam
© Deutsche Welle Türkçe