Analiz: Anketleri bırak, çözülmeye bak
19 Mayıs 2021Türkiye'de iktidarın kan kaybetmeye başladığını gösteren birçok parametre ya da milattan söz edebiliriz. Ancak AKP'nin 2019'daki yerel seçim hezimetinin, daha doğrusu muhalefetin yereldeki zaferinin; ciddi bir dönüm noktası olduğu, pek tartışmaya açık bir husus değil. Özellikle İstanbul seçimlerinin iptal edilip AKP'nin aynı sandıkta iki kez mağlup edilmesi, moral üstünlüğünü muhalefet saflarına teslim etti. Gerek yerel seçimlerden önce kapıya dayanan ekonomik krizin derinleşmesi ve pandemiyle birlikte etkisini katbekat artırması, gerek başkanlık sistemiyle devletin (tam da Durkheim'in işaret ettiği ahlaki çöküş ve hukukun ortadan kalkmasıyla) anomik bir yapıya dönüşmesi ve gerekse uluslararası alanda yaşanan sıkışmalar; -muhalefet blokunun başarılı stratejisiyle de birleşince- iktidardaki kan kaybını kangrene dönüştürdü.
Bu tabloyu ölçülebilir şekilde ortaya koyan en somut enstrümanlardan biri kuşkusuz periyodik olarak tekrarlanan anketler. Korku imparatorluğunda halkın politik eğilimini, özellikle iktidarla arasında açılan mesafeyi dile getirmesinin ne kadar güç olduğu aşikâr. Böyle bir iklimde yapılan anket sonuçları bile; AKP-MHP blokuna yeniden Meclis'te ezici bir çoğunluk, Recep Tayyip Erdoğan'a da Saray'da bir beş yıl daha vaat etmiyor. İktidarın güdümünde yapılanlar hariç; neredeyse tüm anketler Erdoğan'ın, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'la ikinci tura kalması halinde kaybedeceğini gösteriyor.
Erdoğan'ın 'omerta'sını delen gerçekler
Anketler elbette ülkedeki politik eğilim ile ilgili ipuçları veriyor. Ama adı üstünde anket bunlar. Sadece bir projeksiyona işaret ediyor. Yanılma payları da oldukça yüksek. Ancak bu anketlerden bağımsız olarak son birkaç ayda Türkiye'de yaşananlar, iktidardaki çözülmeyi rakamlardan çok daha güçlü bir şekilde ortaya koyuyor. Medyanın yüzde 95'ini, sokakların tamamını kontrol etmesine rağmen yakın zamanda tanık olduklarımız, iktidarın daha önce ördüğü duvarın çatladığını gösteriyor. Birbiriyle ilgisiz gibi görünen bu olayları, yukarıda önemli bir milat olarak saydığımız 2019'dan önce görmek pek mümkün değildi. Bunlar yaşanıyor bile olsa, kamuoyuna yansımaz; Erdoğan'ın yarattığı 'omerta'da sıkışıp kalırdı. Son bir aydaki birkaç gelişmeyi alt alta koyalım sadece:
- Muhalefetin #128MilyarDolarNerede kampanyasına uzun süre kulak tıkayan AKP, sessizliğini bozup sosyal medyadan bir animasyon yayınlamak zorunda kaldı. Ancak muhalefetin iddialarına yanıt verirken, 128 milyar dolardan 15-20 kez söz etti. Kavramın ve tartışmanın daha fazla tedavülde kalmasına yol açınca, Erdoğan'ın talimatıyla resmi hesaptaki video silindi.
- Halkını aşılayamayan bir ülkenin, "turistlerin göreceği herkesi aşılamak" için başlattığı kampanya da benzer bir akıbete uğradı. Turizm Bakanlığı'nın turizm çalışanlarına "Tadını çıkar, ben aşılıyım" maskesi takarak çektiği videonun ömrü, 128 milyar dolar savunmasından bile kısa sürdü.
- Ekonomik krizin varlığını bile reddeden, her musibette dış güçlerin parmaklarını suçlayan Erdoğan, esnafın tepkisinin isyana dönüşeceğini hissedince, kameraların karşısına geçip "Helallik" istedi. Bu, Fethullah Gülen'e verdiği destekten sonra "Rabbim de, milletim de bizi affetsin" demekten oldukça farklı. Seçim meydanlarında "Ekonominin sorumlusu benim, ben" diyen birinin, sorumlusu olduğu ekonomik iflası açıkça itiraf etmesi anlamına geliyor bu.
- Kendi bakanlığına fahiş fiyatla dezenfektan sattığı ortaya çıkan Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan'ın görevden alınması da, "normal zamanlar AKP'si"nin yapacağı bir şey değil. 17-25 Aralık gibi istisnai bir durum dışında, Erdoğan'ın kimseyi -yolsuzluk nedeniyle hele- hemen harcadığına tanık olmadık. Yaşanan sıkışmanın, tabandaki homurdanmanın Erdoğan'da yol açtığı bir mecburiyetti bu da.
- Sedat Peker'in videolarıyla başlayan Süleyman Soylu tartışması, başlı başına bir çözülme emaresi. Konuyla ilgili ortaya çıkan her detay, tek başına bile sıradan bir ülkeyi sallayacak cinsten. Soylu'nun her videodan sonraki savunmaları, yaptığı suç duyuruları ve açıklamalar skandalı daha da derinleştiriyor. Peker ile yaptığı görüşme internete sızan gazeteci Hadi Özışık ile ilgili yaptığı açıklama, iktidarın kendi medyasıyla kurduğu tuhaf hukuku da gözler önüne seriyor. Soylu'nun Özışık için sarf ettiği "Yıllardır birlikte teşrik-i mesaide bulunduğumuz arkadaşlar bunlar" cümlesi oldukça çarpıcı. Bir siyasetçi, bir gazeteciyle ne tür bir iş birliği yapar? Nasıl bir mesaidir bu? Neyin teşriki, yani ortaklığıdır bu. Sakın bir suç ortaklığı olmasın? Soylu'nun "teşrik-i mesai"li açıklamayı, Erdoğan'ın kuzeni olan gazeteci Cengiz Er'e yapmasını ayrıca not etmek gerek.
- İrin, bir kere akmayagörsün. Yaraya pansuman tutmuyor artık. Soylu ile ilgili tartışmalara Saray'ın hiç müdahil olmaması, propaganda biriminin başındaki Fahrettin Altun'un muğlak Tweet'i dışında topa girmemesi oldukça enteresan değil mi? Soylu'ya sahip çıkmak bir tarafa, Saray'da görevi de olan Cemil Çiçek'in DW Türkçe'ye yaptığı "Binde biri bile doğruysa felaket ve sıkıntıdır, savcılar harekete geçmeli" açıklaması, toplumdaki tepkilerin gazını almaktan fazlasına işaret etmiyor mu?
- Mehmet Ağar'ın, tuhaf bir şekilde devraldığı Yalıkavak Marinası için "Biz olmasak buraya mafya çökerdi" diye savunma yapması, Soylu'nun tepkisi üzerine özür dilemek zorunda kalması, Erdoğan'ın hukuk reformu ilan ettiği yılın ilk aylarında yaşandı. Hukuk demişken, normalde herhangi bir adaletsizliğe karşı gereğini yapması gereken bir savcının, -başına gelecekleri bile bile- soruşturma başlatmak yerine sosyal medyada video yayınlaması yine Erdoğan'ın "ileri demokrasi"sine nasip oldu. Peki, partisinden ve görevinden istifa eden eski AKP'li Nevşehir Belediye Başkanı Rasim Arı'nın, birlikte siyaset yaptığı isimlere "Sakın ola benim bayramlık ağzımı açtırmayın. Açtırırsanız, siz girecek delik ararsınız" demesi?
3Y ile gelen 3Y ile gider mi?
Sadece son birkaç haftada yaşananlara daha fazlasını eklemek mümkün. Ama örnekleri şimdilik burada bitirelim. Şunun altını çizmeden de geçmeyelim: Yukarıda okuduklarınızın hiçbiri, hükümetin kontrol ettiği medyada tek satır yer almadı. Buna rağmen artık gündemi belirleyemeyen; aksine cevap vermek zorunda kalan, tepkileri karşılayan bir konuma geçen iktidar, art arda gelen çözülme emarelerine engel olamıyor. 3Y (Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar) ile mücadele iddiasıyla gelen iktidar, aynı 3Y ile ömrünü kısaltıyor. Sedat Peker AKP'nin, Alaattin Çakıcı ise MHP'nin altını oymaya devam ediyor. Susurluk ile kış uykusuna yatan mafya-siyaset koalisyonu, tıpkı 2002'deki gibi bir tasfiyenin yolunu döşüyor.
Bülent Mumay
© Deutsche Welle Türkçe