Yorum: Yargıda reform balonu dikenli tellerde patladı
11 Temmuz 2019Sıcak bir temmuz sabahı. İstanbul’dan Kandıra’ya doğru gidiyorum. Aslında sekiz yıldır alışık olduğum bir rotanın dışına çıkıyorum. 2011’den beri rutinim İstanbul- Silivri arası. Bu hattaki her mola yerini, her benzinciyi, her kısa yolu ezbere biliyorum. Yıllardır aralarında gazetecilerin de bulunduğu pek çok kişinin haksız yere tutulduğu bir cezaevinin merkezi Silivri. Ve aralarında benim de olduğum gazeteciler buradaki meslektaşlarını zaman zaman da içerisini sık ziyaret ettiler.
"Yeni rotam"da ilerlerken düşünüyorum. AKP iktidarı "Yargı Reformu Strateji Belgesi"ni açıklayalı neredeyse bir buçuk ay oldu. Meclis kapanmadan belgedeki kimi düzenlemeler yasalaşacak başta "düşünce ve ifade özgürlüğünü" kullandığı için hapiste tutulanlar dışarıya çıkacaklardı. Belgede yapılacak değişikliklerin en önemlilerinden birini, istinaf mahkemesi yargılamasında, haklarında 5 yılın altında mahkumiyet kararı bulunanlara Yargıtay'a temyiz yolunu kapatan Ceza Muhakemeleri Kanunu'ndaki hüküm oluşturuyordu. Cumhuriyet davasında yargılanıp 5 yılın altında ceza alanların da yararlanacağı bir değişiklikti bu. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül bu konuda pek çok olumlu sinyal vermişti. Peki sonuç ne oldu? Bir kaç gün sonra Meclis kapanıyor. Düzenlemeler Ekim ayında başlayacak yeni döneme kaldı. Yani en azından iki buçuk ay var. Yani 75 gün. Söylerken kolay ama hapiste yatarken zordur günler hatta saatler… Kalan için olduğu kadar bekleyenler, aileler için de…
Kandıra Yüksek Güvenlikli Cezaevi
Trafik sebebiyle yaklaşık 3 saatte varıyorum "Kandıra Yüksek Güvenlikli Cezaevi"ne… Cumhuriyet Gazetesi’nin eski çalışanları ve yöneticilerinden 6 kişi 25 Nisan'dan beri burada tutuluyor. Güray Öz, Önder Çelik, Musa Kart, Hakan Kara, Mustafa Kemal Güngör ve Emre İper… Silivri’deki düzene alışık olduğum için görüş saatinden bir buçuk saat önce orada oluyorum. Kalabalıkta sıra beklemek, kimlik tespiti yapılması, bir kaç kez üst araması, göz retina taraması, servis araçlarıyla görüş alanına götürülme… Ancak Kandıra’ya gittiğimde meslektaşlarımın, arkadaşlarımın kaldığı kısımda yoğun bir ziyaretçi kalabalığı olmadığını, cezaevi otobüslerle götürülecek kadar geniş bir alana yayılmadığı için 20 dakika önce bile gidilse rahatlıkla girilebileceğini öğreniyorum.
Bekleme alanı o kadar boş ki göz taraması yapılacak iskemlenin üstünde tombul bir kedi oturuyor. Giriş kaydım için erken olduğunu söylüyorlar. Dışarıda ağaçlıklı bir alanda oturup bekleyeceğim. Sabah evden telaşla çıktığım için yanıma yiyecek bir şey almadım. Kan şekerim düşüyor. İnfaz koruma memurlarından tek bir kesme şeker istiyorum. Hiçbiri kullanmıyormuş. Tam yanlarından ayrılırken sesleniyorlar: Beyefendi bunları al. Kendi yiyecek torbalarından çıkardıkları kırmızı erikleri avucuma dolduruyorlar. Daha onları bitirmemişken bir dilim ekmekle küçük bir bal veriyorlar bu kez. Sayısı yüzleri bulan cezaevi ziyaretlerim sırasında ilk kez böyle bir muamele ile karşılaşınca şaşırıyorum.
Haftada bir sohbet, ayda bir futbol
Birazdan ellerinde temiz çamaşır torbalarıyla Musa Kart’ın eşi Sevinç Kart, Önder Çelik’in eşi Semra Çelik, Mustafa Kemal Güngör’ün yeğeni Güney Güngör geliyor. Kapıda kucaklaşıyoruz. Sevinç Kart da Semra Çelik de başları dik, mücadeleci kadınlar. Sonra hep beraber cezaevinin ana giriş kapısından geçip Cumhuriyetçileri göreceğimiz bölüme gidiyoruz. Silivri’ye nazaran daha basık tavanlı bir görüş alanı. Silivri’de görüş sırasında ayakta durmak mümkün. Ama burada alçak taburelere oturarak görüşmek zorundasınız. Az sonra arkadaşlarım getiriliyor. Hüzünle, sevinç arası bir mutluluk kaplıyor içimi. Karşılıklı el sallıyoruz. Aileler ve ben hasretle seslerimizi birbirimize ulaştıracak telefonlara saldırıyoruz. Mustafa Kemal Güngör… Onunla karşılıklı oturuyorum en uzun. O içeriyi anlatıyor ben dışarıyı. Silivri’de de kaldığı için karşılaştırma yapıyor. Orada plastik tabaklar vardı, burada metal. Haftada bir diğer arkadaşlarımızla (Güray, Hakan, Emre) sohbet hakkımız var. Ayda bir de dışarıda 1 saat futbol. Gerisi aynı tabi… Haksız yere tutsaklık, demir parmaklıklar.
Musa Kart her zamanki gibi kıpır kıpır, heyecanlı. Kendinden az bahsedip bizleri, sağlığımızı daha çok soruyor. Önder Çelik Anayasa Mahkemesi kararının her detayına hakim. Özellikle başta mahkeme başkanı Zühtü Arslan’ın yazdığı muhalefet şerhinin öneminden bahsediyor. Bugünler hepimizi hukukçu yaptı diye konuşup, gülüşüyoruz. Aslında onların da bizim de kafasında aynı konu var ama fazla bahsetmiyoruz. Ekim ayına kalan paket. Söylemeseler de hayal kırıklıklarını hissedebiliyorum. Üçü de haklılıklarının verdiği güçle dimdik ayaktalar ve dirençliler. Ama sonuçta dört duvar arasındalar. Görüşte en zor bölüm ayrılık anıdır. Ayağa kalkıp, onları hücrelerine götürecek küçük kapıdan çıkarıldıkları ana kadar arkalarından bakıyoruz. Hepimizin boğazımızda bir yumruk Kandıra’dan ayrılıp şehre dönüyoruz. Mayıs ayında uçurulan yargı reformu balonu pek çok insanın umudunu yıkıp hapishanelerin tel örgülerinde patlayıveriyor. İlki 2009’da, ikincisi 2015'te açıklanan "reformların" geçen sürede yaşanan adaletsizlikler düşünüldüğünde üçüncüsü de lafta kalıyor.
Türkiye artık neredeyse rutin olduğu üzere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde 2018’de düşünce ve ifade özgürlüğünden en fazla mahkum olan ülkeler arasında ilk sırada. Mahkeme verilerine göre Türkiye 40 davada ifade ve düşünce özgürlüğünün korunmasıyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesini ihlal etti. Aynı maddenin ihlali ile ilgili ikinci sırayı 14 mahkumiyetle Rusya aldı. Bu utanç listelerinden çıkmak için daha ne kadar beklemek gerekiyor, bilemiyorum…
Murat Sabuncu
©Deutsche Welle Türkçe