Yorum: Ya genel seçim olsaydı
24 Haziran 2019"Yenilen pehlivan güreşe doyamazmış" lafının hakkının verildiği bir seçim yaşadık. İmamoğlu bu kez bir değil, iki değil, 9,22 puanlık bir fark attı rakibine. Üç ay içinde iki kez başkan seçildi.
İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Başkanlığı (İBB) koltuğuna ilk oturuşunda sağdan soldan sayarak 13 bine inen bir farkla yarışı almıştı. Şimdi ise son 35 yılın en yüksek yüzdesi ve oyuyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturacak.
Binali Yıldırım ise, muhtemelen "kendine has üslubuyla" espiri yapma girişiminde falan bulunamaz uzunca bir süre. Cumhurbaşkanı da sessiz, değil balkona, pencereye bile çıkmadı. Çünkü bin dereden su getirip, üzerine bir de iftira atarak ve attırarak tekrarlattığı seçimi fena kaybetti. Görünüşe göre kendi seçmeni de AKP'yi cezalandırdı.
İl Seçim Kurulu'nun oy birleştirme tutanağına göre, iki aday arasındaki fark bu seçimde 806 bin 415'e çıktı. İmamoğlu 31 Mart'a kıyasla 570 bin 750 oy daha aldı. Yıldırım, 214 bin 203 oy kaybetti. Katılım ise 31 Mart'tan biraz fazlaydı. 23 Haziran'da sandığa 58 bin 442 seçmen daha gitti.
Neredeyse 1 milyonu bulan bu farkın ardında kimler var peki?
Kürtler: HDP seçmeninden 31 Mart'ta CHP - İYİ Parti İttifakı'nın adayına oy vermeye gönlü razı olmayanlar (Kürtler ve Kürt olmayanlar), 23 Haziran'da İmamoğlu'nun kazanması için sandığa gittiler. Hem İmamoğlu'nun söylemindeki samimiyet, hem de Demirtaş'ın adını anmak ve kendisini takdir etmek konusunda geri adım atmamak önemliydi.
İmamoğlu'na ve seçmenlerine yapılan haksızlık Kürt seçmenin kararlılığını pekiştirdi. Erdoğan'ın son haftada giriştiği Öcalan'ın mektubu hamlesi de ters tepti. "Kürt de olsa benim kardeşimdir, insandır" lafı üzerine tuz biber oldu. Erdoğan Kürtler'i eşit görmeyen bir zihniyetin itirafı olan bu sözleri ya genel seçim öncesinde söyleseydi… AKP'ye oy veren Kürtler de bu sözleri bir kenara not etti. Gelecek seçimlerde de sahibine hatırlatacak.
Geçen seçimde oy vermeyip bu seçimde oy kullanan 58 bin 442 seçmen arasında sandığa küsmüşler de vardı. İmamoğlu onları sandığa getirdi.
İmamoğlu'nun aldığı oyların bir kısmı, kabaca 100 ila 150 bin kadarı onun lehine yarıştan çekilen partilerden ve kendi adayı yarışta olsa da, Saadet Partisi seçmeninden geldi.
AKP'nin oyunu Yıldırım'dan esirgeyen seçmenlerine gelince. Bir kısmı bıkkınlıkla sandığa gitmedi bir ihtimal, bir kısmı da İmamoğlu ile yola devam etmeyi tercih etti görünüşe göre.
Sonuç: Yerel seçimin ölçeği nispeten küçük de olsa, söz konusu iktidarların kalbi İstanbul olunca, etkisi büyük. Dolayısıyla Erdoğan ve partisi 7 Haziran 2015 genel seçiminde yaşadığı hezimetin daha büyüğünü tecrübe etti. Seçimin tekrarlanması bu etkiyi daha büyüttü.
Erdoğan'ın acı tecrübesi
Erdoğan kendisine ve partisine yönelik seçmen desteğinin gittikçe küçüldüğünü bilmekte. Bir zamanlar onu iktidara taşıyan ve büyüten partisinin seçmenle kurduğu bağdı. Mahalleler ölçeğinde kurulan sosyal ağlar ile tabanını kendine bağlamıştı. Ama yükseldikçe yükseldi Erdoğan ve tabiri caizse, ayakları yerden kesildi. Cumhurbaşkanlığı işlerinden mahalleye pek bakamaz hale geldi. Büyükşehirlerin belediye başkanlarına görev bıraktırırken bugünler için bir önlem aldığını sanıyordu, ama yanıldı. Bu acı tecrübenin ardından da muhtemelen il, hatta ilçe örgütleri seviyesinde revizyona gidilmesini isteyebilir.
Ama mesele bundan ibaret değil
Asıl mesele, memleketin büyük bir kesiminin dayatmacılığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe, vurdum duymazlığa, paralarının çarçur edilmesine, fakirleşmeye, adam kayırmacılığa, partizanlığa, ekonomik belirsizliğe isyanı. İnsan yerine koyulmamaya isyanı. Bu isyan büyümekte. "Her şey çok güzel olacak" diyen genç gibi yüz binlercesi henüz oy veremese de, kendilerini daha özgür hissedebilecekleri bir gelecek hayal ediyor ve ifade ediyorlar. Dünya liderliği iddiası, herkesin terörist ilan edilmesi, beka paranoyası, ayrımcı ve kutuplaştıran söylem tutmuyor artık. İktidarın elinde masaya sürebileceği yeni bir kart da yok. O yüzden sıkışmış vaziyette köşeye, oradan çıkamıyor.
Toplum sesini bu şekilde yükselttikçe, Erdoğan ve ortağı hata üzerine hata yapıyorlar. Durumu kurtarmaya gayret ederken "Kürt de olsa" diye bir laf çıkıveriyor ağızdan işte.
Erken seçim korkusu
Bugün İstanbul yerel seçimindeki tablo, "Bir erken genel seçim olsa nasıl sonuçlanırdı?" sorusunun da aşağı yukarı cevabı. Millet İttifakı ve HDP için şu an erken seçimi gündeme getirmek son derece mantıklı. Bu yüzden seçim gecesi tüm yandaş kanallarda erken seçim konuşulmasın isteniyordu.
Erdoğan'ın direksiyonunda AKP'nin başladığı yerden çok başka bir noktaya gelmesinden rahatsız olan Abdullah Gül ve Ali Babacan'ın kendi partilerini kurmaları beklentisi de yükseliyor. Meclis içindeki AKP sıralarından bu partiye geçişler olsa bile, Meclis'te seçim yenilemek için yeterli sayı olan beşte üç sayısına ulaşılamıyor. MHP'nin kendisine gittikçe eli mahkum olan bu koalisyonu bırakıp erken seçim safına geçmesi de ihtimal dahilinde değil. MHP lideri Devlet Bahçeli de zaten ilk açıklamasında bu seçeneği devre dışında bıraktı.
Uzun vadeli düşünmek
İmamoğlu İBB koltuğunda oturduğu kısa süre içinde halka, seçmenlerine belediyede işlerin nasıl yürümesi gerektiğini gösterdi. Parlamenter demokrasinin, yerel yönetimin bağımsızlığının, şeffaflığın, hesap verilebilirliğin önemini anlattı. Seçim gecesi Beylikdüzü'nde halka seslenirken: "İstanbul'da demokrasiyi inşa edeceğiz" diyordu. İmamoğlu, o lafı öylesine etmedi.
Bu iktidar İstanbul'da 25 yıl, memleketteyse 17 yıllık bir sürecin sonunda bugünkü noktada. Nüfuz alanını medyadan yargıya her yere ilmek ilmek dokudu. Siyasette gidişler gelişlerden çok daha hızlı olsa da, o ilmekleri ve düğümleri çözmek zaman alacaktır. O iktidarın attığı ilmekler çözüldükçe kim bilir daha neler öğreneceğiz?
Demokrasi için ittifak
Önümüzdeki yıllar içinde gerçek bir demokrasi ittifakı kurulması ise, siyasilerin önündeki en önemli hedeflerden olmalı. HDP ve dört duvar arasında da olsa Selahattin Demirtaş bu ittifaka yol açmak, taraftarı üçüncü bir yola davet etmek için ellerinden geleni yapmaktalar.
AKP'den kopması an meselesi gibi gelmeye başlayan yeni oluşum da bu süre zarfında tabanını oluşturmak, sağlamlaştırmak gayretinde olacak. Medya savaş ve çatışma dilini sevse de, hep beraber yaşama ve eşit yurttaşlık şiarıyla belki yeni bir geleceğin temelleri atılacak. Elbette bu hedefleri güderken, hizmet olarak iyi belediyecilik de yapılacak.
Tahribat büyük, yol uzun.
O yüzden "Her şey çok güzel oldu" demek için erken, "Her şey çok güzel olacak" demeye devam.
Banu Güven
©Deutsche Welle Türkçe