Putin - Erdoğan valsi
13 Ekim 2016Dünya Enerji Konseyi'nin bir organizasyonu olan 23. Dünya Enerji Kongresi 9-13 Ekim 2016 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirildi. Bu organizasyonun asıl sahibi 1924 yılında kurulan ve merkezi Londra’da olan Dünya Enerji Konseyi (DEK). Üç yılda bir yapılan kongrenin bu yılki ev sahibi ise DEK Türk Milli Komitesi. DEK’nin web sayfasında belirtildiği gibi bu kongreler; "Bakanlar, şirket üst yöneticileri ve sektör kuruluşlarının uzmanları arasında, enerji sektöründeki kritik gelişmelere yönelik diyalog ortamı oluşturmayı” amaçlamaktadır.
Kongre, Türkiye’nin imajının, küresel ölçekteki prestiji açısından önemli bir potansiyel taşımaktaydı. Ne var ki ülkenin maruz kaldığı terör saldırıları ve hükümetin uluslararası ilişkilerinde yaşamakta olduğu karşıtlıklar nedeniyle, söz konusu potansiyelin beklenen katkıyı sağlanmadığını söylemek, abartılı olmayacaktır. Kongre; Rusya, Azerbaycan, Venezuela ve KKTC liderlerinin yanı sıra, sınırlı sayıda Enerji Bakanı’nın katılımına ev sahipliği yaparken, özellikle İran ve Irak Enerji Bakanları’nın katılmamaları, dikkati çeken hususlar olmuştur. Tüm bu olumsuzluklar, Türkiye’de giderek “tek sesli” diye tanımlanabilecek medya tarafından objektif biçimde yansıtılmamış ve özellikle Rusya ile imzalanan Türk Akım (Doğal Gaz) anlaşması ve gene aynı ülke ile “tazelenen” Akkuyu Nükleer Santral Anlaşması, dünyadaki dengeleri değiştirecek “olaylar” olarak öne çıkarılmıştır.
Türk Akımı projesi
Bilindiği gibi Rusya, uzun süre Avrupa’ya (yılda) ilave 63 milyar metreküp gaz sağlayacak Güney Akım Projesi’ni gerçekleştirmeye çalıştı. Ancak gerek AB’nin Rusya (Gazprom) tekelini kırmaya yönelik 3. Enerji Paketi ve gerekse Kırım konusu başta olmak üzere Rusya’nın dış politikadaki adımlarına yönelik AB ambargosu, Putin’i Güney Akım yerine Türk Akım Projesi’ni öne sürmeye yöneltti. Bu proje, ekonomik olmaktan ziyade politik hedefli bir projeydi ve gerçekleşme potansiyeli son derece düşüktü. Ancak oyunun kurallarını iyi bilen Putin, Bulgaristan’ın zayıf koalisyon hükümetini baskı altına almayı, AB’ye “alternatifim var” demeyi ve Türkiye’ye de “mavi boncuk vermeyi” hedefleyerek bir taşla çok kuş vurmaya çalıştı.
Oysa soğukkanlı bir değerlendirme yapılsa; 3. Enerji Paketi’nin koşullarını kabul etmediği ve AB ile Kırım konusunda belli bir mutabakat noktasına gelmeyi kabul etmediği takdirde, Rusya’nın AB üyesi ülkelere 63 milyar metreküp gazı aktaramayacağı değerlendirilebilirdi. Proje, Türk ve Rus kamuoylarında da uzun süre bir “halka ilişkiler kampanyası” olarak kullanıldı. Öte yandan her iki lider, sıkıştıkları noktalarda ABD ve AB’ye “Sizlerin dışında seçeneklerimiz de var” mesajı vermeye çalıştılar.
Türkiye-Suriye sınırında Rus uçağının düşürülmesi ile gerek Türk Akımı ve gerekse Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) projeleri askıya alınmıştı. Ancak uluslararası medyadaki yorumlara göre “Türkiye’nin Rusya’dan özür dilemesinin” ardından, taraflar yeniden bir araya geldi ve projeler de canlandırıldı. Ancak “tazelenen” Türk Akım Projesi’nin yıllık taşıma kapasitesi, 63 milyar metreküp yerine 31,5 milyar metreküpe düşürüldü. Yeni projeye göre, Türkiye’nin Karadeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölgesi’nden geçecek iki paralel hattan biri Türkiye’ye 15,75 milyar metreküp gaz sağlarken, aynı kapasitedeki diğer hat, İpsala (Yunanistan) üzerinden Avrupa’ya pazarlanacaktı. Bu arada Türkiye’ye yılda 14 milyar metreküp Rus gazı aktaran ve Ukrayna-Moldova-Romanya-Bulgaristan üzerinden geçip, Trakya’da Türkiye’ye giren Batı Hattı, devre dışı bırakılacaktı. Bu adımla Ukrayna da “by-pass” edilmiş olacaktı.
Türkiye için anlamı ne?
Peki bu proje, Türkiye için ne anlama geliyor? Gerçekten “zafer” mi? Hiç değil! Tükettiği doğal gazın % 55’ini Rusya’dan ithal eden Türkiye’nin, enerji güvenliği için yapması gereken şey, bu bağımlılığı hızla azaltmakken, 1,75 milyar metreküp daha fazla gaz almanın “zafer” olduğunu iddia etmek pek akıl kârı olmasa gerek! Ayrıca, medyaya yansıdığı gibi, halen bir hat (Batı Hattı) varken, yenisinin finansmanına ne oranda (ve ne nedenle) olursa olsun Türkiye’nin katkı koyması, kabul edilemez bir husustur. Bu anlaşma karşılığında, gaz fiyatının düşürüleceği iddialarına gelince; Rus gazına, Türkiye’nin zaten AB ülkelerinden çok daha fazla ödediği ve konunun uluslararası tahkimde olduğu dikkate alınırsa, sağlanabilecek indirimin zaten çoktan beri yapılması gerektiği dikkate alınmalıdır.
Konunun AB boyutuna gelince; halen doğal gaz ithalatında % 38 oranında Rus gazına bağımlı olan ve Rusya tekelini kırmak için durmaksızın önlemler arayan AB’nin, Türk Akımı’nın ikinci ayağına sıcak bakması için bir neden görünmemektedir. İşin Kırım ve ambargo boyutu da cabası… Diğer yandan, Kuzey Akım’ın ikinci ayağı için, AB içinde İtalya ve Polonya dahil, ciddi karşı çıkışlar varken, buna bir de 15,75 milyar metreküplük Türk Akım "kılçığı” eklemenin, Almanya açısından da cazip bir yanı olmasa gerek…
Akkuyu Projesi
Akkuyu NGS için ise söylenecek çok şey var. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın Akkuyu için 39 adet uyarısı, AB’nin (Yunanistan ve Kıbrıs adası odaklı) ciddi risk sorgulamaları, ÇED sürecindeki hukuksuzluklar, Mersin halkının % 80’in üzerindeki itirazları, yer seçimine yönelik çok ciddi riskler, Rusya’ya iyice artacak bağımlılık, nükleer atık sorunu, vb. derken, bu proje de çok ciddi yaşamsal riskler taşıyor.
Ne yazık ki “Dünya” Enerji Kongresi, Putin-Erdoğan ilişkilerine ve onların “halkla ilişkiler” ve “cilalı imaj” faaliyetlerine indirgenen bir “kongre” olmaktan öteye geçemedi. Çok büyük bir fırsat kaçtı kanımca…
© Deutsche Welle Türkçe
Necdet Pamir
Öğretim Görevlisi, Bilkent Üniversitesi (Dünya Enerji Politikaları; Enerji Jeopolitiği ve Politikaları), Enerji Komisyonu Başkanı, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)