Recep Tayyip Erdoğan’la, henüz başbakanken, NTV’de dört gazeteci arkadaşımla yaptığımız söyleşilerimizden birinde, ona beklemediği yerden bir soru sormuştum. Ergenekon iddianamelerinde insanların özel hayatlarına dair saçmasapan iddialar yer alıyordu ve gazeteci Uğur Dündar da hedef alınanlardan biriydi. Bunu hatırlatınca Erdoğan sinirlendi. Sonra konu hızla değişti. Yayından sonra vedalaşırken Erdoğan bana şöyle dedi: “Banu Hanım, yaptın yine yapacağını!” Yaptığım neydi ki? Gazetecilikti, o kadar. Konuyu gündeme getirdiğim için memnundum ama “Keşke bire bir söyleşi yapsaydık da, söyledikleri hakkında hemen devam sorusu sorma imkânım olsaydı” diye düşünmüştüm. Uğur Dündar’a yönelik hoş olmayan ifadeler kullanmıştı çünkü. Hala içimde ukdedir.
Recep Tayyip Erdoğan’a artık cumhurbaşkanı olarak kurduğu yeni düzende olamsı gerektiği gibi beklemediği yerden sorabilen gazeteci yok. Son CNN Türk yayınında olduğu gibi, çıta iyice yerlerde artık. Kendisine çanak soru sorulduğunda bile daha fazlasını bekleyen, ana akım medyanın tapusunu, mecazen üzerine geçirmesine rağmen, bununla yetinmeyen bir cumhurbaşkanı var hayatımızda.
Basın özgürlüğü şaka konusu olamaz
Düşünün, köşesinde bugüne kadar sayısız kere Erdoğan ve AKP yazan Abdülkadir Selvi’ye bile, “Eee, köşenden gereğini yapacaksın” diye dokundurabiliyor. Selvi’ye Ahmet Hakan’ı örnek gösteriyor. Bir sessizlik oluyor. Sonra Selvi’den sinmiş bir “Evet” duyuyoruz. Ahmet Hakan’dan çıt yok. Sonradan köşesinden yazmış o da. Demiş ki, “Bir şakanın bu kadar büyütüleceğini, üzerinde tepinileceğini, dallandırılıp budaklandırılacağını düşünmediğim için, program sırasında konuyla ilgili bir şey deme gereğini duymadım”. Oysa Ahmet Hakan’ın şaka dediği şey, aslında medyanın Türkiye’de getirildiği en dip noktayı tek bir cümlede özetleyen, otoriter liderlere has bir küstahlık. Gazeteciye açıktan talimat vermek, bunu da şakacıktan yaparmış gibi bir hava yaratmak! Böyle bir tavra hiçbir demokraside rastlayamazsınız. Basın özgürlüğü şaka kaldırmaz, ifade özgürlüğü ihlalleri şakaya gelmez çünkü. Nokta!
Ahmet Hakan kendisini muhalefete yönelik eleştirilerinin, çoğunlukla yapıcı olduğunu, inanmadığı tek bir harfi bile yazmadığını söylemiş. “Ben hep vicdanımın gereğini yaptım, yaparım, yapıyorum, yapacağım. Vicdanımın gereğine dayanarak yazdıklarımın kimin işine yaradığını zerre kadar umursamadım, umursamıyorum, umursamayacağım” diye yazmış. Kendisini 2011'de attığı bir Tweet'te verdiği “yalaka gazeteci” örneğinden ayrı tutmuş, özetle “Ben yalaka değilim” demiş. Ahmet Hakan bugün Demirören eliyle iktidarın güdümüne giren Hürriyet Gazetesi’nin genel yayın yönetmenliğine bu objektif tavrı sayesinde geldiği iddiasında yani. Tamam, öyle olsun.
"Fremdschämen"
Almanca'da bir tabir vardır: “Fremdschämen”. Başkası adına utanmak ya da başkası yüzünden utanç duymak anlamında. CNN Türk yayınıyla ilgili Tweet’ime, meslektaşım Selin Girit bu yorumu yapmıştı. Gazeteciliğin yüz karası hallerini gördüğümüz zaman başkaları adına duyduğumuz utancı üç hecede özetliyor Fremdschämen. Yayın sırasında havada asılı kalan o garip sessizlik, Abdülkadir Selvi’nin içinden neden sonra çıkan o mahcup “Evet”, bizleri hem başkaları hem de meslek adına utandırdı.
Bu medya nasıl kurtulur?
Erdoğan’lı ve AKP’li hayat, özgürlüklerden, neşemizden, doğadan, ulusal servetimizden, cebimizden çok şey götürdü. Devleti ve medyayı müsadere etti, yani ele geçirdi, siyasi aygıtları haline getirdi. Bu iktidarın bunu yaparken uyguladığı saldırganca baskı, medyanın boyun eğmeyen kesimini de aslında bir köşeye sıkıştırdı. Neredeyse tek konuşulan Erdoğan oldu. Başka türlü nasıl olacaktı ki? O da ayrı…
Bu durum Türkiye’de nesnel bir yaklaşım ve dille gazetecilik yapılmasını da engelliyor. Yani gazeteciliğin normalini yapamıyoruz biz. Can Dündar geçen gün sosyal medyada bir zincirde, Almanya’daki basın toplantısında Erdoğan’a soru sormak istemesi nedeniyle patlak veren diplomatik krizi yazdı. Gerginlik, Can Dündar’ın katılması halinde, Erdoğan’ın dönemin Almanya Başbakanı Angela Merkel ile basın toplantısını iptal etme tehdidine kadar varmıştı.
İktidarın sevmediği gazeteciler, bırakın Erdoğan’ı, bakanlara ve onların yardımcılarına bile soru soramıyor artık. Sadece Korona salgınıyla beraber Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın bu konuda bir normalleşme yaşattığını not etmeliyiz.
Fox TV muhabiri Merve Görgün gazetecilik yaptı
Basını normal işlevine geri döndürmek için, stüdyolarda uzun uzun konuşmak yerine, daha çok sokağa çıkmalı, inatçı muhabirler olarak bizden kaçan yetkililerin ensesine yapışmalıyız. Maliye Bakanı Nureddin Nebati'yi, aslında çok rahat geçeceğini sandığı bir toplantı öncesinde otel lobisinde yakalayıp bırakmayan Fox TV muhabiri Merve Görgün’ün yaptığı gibi.
Görgün "Bir sorum olacaktı, çok kısa” dediğinde, “Önce toplantı, konferans. Önce toplantı,önce toplantı lütfen” cevabını aldı, ama Nebati’yi bırakmadı ve sorusunu kayda geçirdi: "21 Mart'ta ‘Türk Lirası en düşük durumda’ demiştiniz. O zaman 14 lira 80 kuruştu dolar. Şu anda 19 liraya yaklaştı. Neler söِyleyeceksiniz?” Nebati’nin soruya cevap vermek istememesi de kayıtlara geçti. Bakanın cevap verememesi de aslında başlı başına bir cevaptı.
Gelecek seçimlerde devran dönerse, bir AKP-MHP aygıtı haline gelmiş devlette nasıl bir demokratik dönüşüm yaşanacaksa, medyada da bir dönüşüm olacak elbette. Ama nasıl? Böylesine yoğun şekilde el değiştirmiş, müsadere edilmiş bir medyayı dönüştürmeye çalışmaktansa, yenisini ve daha iyisini kurmak belki daha kolay olacak. İyileştirilmiş parlamenter sistem gibi, iyileştirilmiş ve AKP öncesinin ve sonrasının hatalarına tekrar düşmeyecek bir medyayı şimdiden tasarlamak gerek.
O zamana kadar, yaşasın teslim olmayan, baskı altında da olsa pes etmeyen ve meslek onuruna sahip çıkan gazeteciler!