Yorum: Erdoğan, Erdoğan’a karşı
21 Nisan 2020Ajandanın hızlı değiştiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Daha dün gibi yaşanan birçok olay, önce sıradanlaşıp sonra da hafızalarımızın derinliklerinde kayboluyor. Ama geçen sene 31 Mart'ta yapılan yerel seçimler, gerek öncesindeki gerilim, gerekse sonuçlarıyla kolay unutulacak gibi değil. Başkanlık sisteminin oylandığı referandum sonuçları ve akabindeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde özellikle büyükşehirlerde çıkan tablo, Türkiye'yi 3 Kasım 2002'den bu yana tek başına yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) için erken uyarı niteliğindeydi. İktidar, alışageldiği ezici oy oranını, Türkiye ekonomisinin lokomotifi ve oy deposu olan büyükşehirlerde kaybetmeye başlamıştı. Bu nedenle 31 Mart 2019 seçimleri öncesinde çok daha agresif bir kampanyaya tanık olduk.
Gerek devlet kaynakları, gerekse medya gücü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve partisi lehine sonuna dek kullanıldı. Bu ilk kez olmuyordu. İktidar, daha önceki seçimlerde, kutuplaşma politikasından hiç vazgeçmemesine rağmen sandık günü yaklaştıkça daha kucaklayıcı bir söylem sergiliyordu. 2017'deki referandum ve 2018'deki cumhurbaşkanlığı seçimleri Erdoğan'ın istediği gibi sonuçlanmasına rağmen, muhalefetin blok halindeki yükselişi, başta İstanbul olmak üzere büyük bir ranta sahip kentlerin kaybedilmesi ihtimalini doğuruyordu. Bu nedenle AKP'nin seçim stratejisindeki agresyon oldukça yükseldi. Kullanılan argümanlar da seçmenin gözünü korkutmaktan ibaret değildi.
AKP'nin stratejisi: Sadaka ekonomisi
Eski AKP'li Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun 2015'te tekrarlanan 1 Kasım seçimleri öncesindeki "Biz gidersek beyaz Toros'lar geri gelir” ifadesi, sadece Kürtlerin gözünü korkutmayı amaçlıyordu. Oysa 2019 yerel seçimlerden önceki şantaj, tam da AKP'nin sırtını dayadığı alt ve orta sınıfları tehdit ediyordu. "Biz gidersek sosyal yardımlar kesilir” propagandası, geçen Mart ayından önce AKP'nin resmi söylemine dönüştü. Ülkede adaletsiz gelir dağılımını düzeltmek, yoksulluğu ortadan kaldırmak yerine; kurduğu ağlarla "sadaka ekonomisi” uygulayan AKP, kendisinin yerel iktidarı kaybetmesi halinde bu yardımların kesileceği tehdidinde bulunuyordu.
Seçmenin, bu tehditten korkmasının geçmişe dayanan haklı iki sebebi vardı. Birincisi, gerçekten AKP öncesinde, halk arasında Fak-Fuk-Fon (Fakir Fukara Fonu) olarak bilinen Sosyal Yardımlaşma Fonu dışında ciddi bir sosyal yardım ağı yoktu. Bunu da merkezi iktidar yönetiyordu. Oysa AKP'nin ve Erdoğan'ın siyasi köklerinin bulunduğu Refah Partisi'nin 1994 yerel seçimlerindeki zaferiyle birlikte sosyal yardımlarda patlama yaşandı. Mahalle mahalle, kapı kapı gezip hediyeler dağıtan Refah Partililer, belediyeleri kazandıktan sonra bu yardım ağını kurumsallaştırmayı başardı.
İkincisi, bugün CHP çatısı altında yola devam eden eski SHP'nin yönettiği belediyelerin bu alandaki becerileri oldukça kısıtlıydı. Hizmetlerin aksaması, İSKİ skandalının da etkisiyle birlikte 1989'da kazanılan belediyeleri, başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere çok sayıda Refah Partisi adayına kaybetmelerine yol açmıştı. Dolayısıyla AKP'nin 31 Mart 2019 yerel seçimlerinden önce "Biz gidersek sosyal yardımlar kesilir” tehdidini kullanmasının seçmenlerde bir karşılığı vardı. Bu tehdit söylemine, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile koalisyonun etkisiyle milliyetçi bir boyut da eklenmişti. AKP'nin Ankara adayı Mehmet Özhaseki'nin, "Biz gidersek su sayaçlarını okumaya PKK'lılar gelecek” açıklaması da unutulacak cinsten değil.
İktidar neden şimdi düğmeye bastı?
Ancak CHP'nin gerek 31 Mart seçimlerindeki adayları, gerek laiklik eksenine sıkışan ayrıştırıcılığın yerine kuşatıcı bir söylem tutturması, gerekse iş başına gelen başkanların icraatları, AKP'nin seçmenlere yönelik bu tehditlerini boşa çıkardı. Özellikle büyükşehirlerde koltuğa oturan CHP'li başkanlar, sadece bir yıl içerisinde toplumun bütün kesimlerine değecek icraatlar ortaya koymaya başladı. Cumhuriyetin kazanımlarına da sahip çıktılar, muhafazakâr kitlelerin değerlerine de… Yoksullara süt dağıtmaktan boş arazileri tarıma açmaya kadar, ne AKP'nin ne de toplumun beklediği adımlar attılar.
AKP'nin, özellikle koronavirüs salgınından sonra CHP'li belediyelerin sosyal yardımlarını yasaklaması hiç şaşırtıcı değil. Çünkü Erdoğan, tıpkı kendisinin yaptığı gibi CHP'nin yerel yönetimlerde yükselteceği performansla genel iktidarı kazanmasına izin vermek istemiyor. Yeni bir Erdoğan'a tahammülü yok. Cumhurbaşkanı, CHP'li belediyelerin sosyal yardımlarını "Devlet içinde devlet” olarak tanımlıyor, AKP'nin 2 numarası Mahir Ünal da "Paralel yapı” benzetmesi yapıyor. Eğer bu tanımlamaları baz alacak olursak, Erdoğan da belediye başkanlığı döneminde devlet içinde devlet kurmuş, paralel bir yapı inşa etmişti. Hafızaları yoklayarak bunu açalım…
İşte Erdoğan'ın 94'teki "paralel devlet”i
Refah Partisi il başkanlığı döneminde başlayan kapı kapı gıda yardımları, 1994'te Erdoğan'ın belediye başkanı seçilmesiyle birlikte belediyenin çatısı altında yapılmaya başlandı. Devletin İŞKUR gibi yapıları varken, belediye bünyesinde meslek edindirme kurumu İSMEK bizzat Erdoğan tarafından kuruldu. Devlet, YURT-KUR ve Başbakanlık üzerinden öğrenci bursları verirken, Erdoğan görev başına gelir gelmez üniversiteliler için burs dağıtmaya başladı. AKP'nin kendi açıkladığı rakamlara göre 1994-2004 yılları arasında 312 bin öğrenciye "devlet gibi” burs dağıttı. Devletin TOKİ'si varken, KİPTAŞ 1994 seçimlerinden sonra yeniden yapılandırılarak toplu konut projeleri yapmaya başladı. Devletin Sağlık Bakanlığı varken, evde bakım hizmetleri sunuldu. İşte bu Refah Partili belediyenin çatısı altında kurduğu bu "paralel devlet”te gösterdiği performans, Erdoğan'ı adım adım Saray'a taşıdı.
Peki CHP'li belediyelerin yardım hesaplarına el koymak, aşevlerini hizmet veremez hale getirmek, bedava ekmek dağıtmalarını yasaklamak, salgına karşı birkaç günde hazırlanan sahra hastanesini mühürlemek, gerçekten CHP'yi iktidar alternatifi göstermekten alıkoyacak mı? Yeni '94 model Erdoğan'ların çıkmasına engel olacak mı? Bu soruya yanıt vermek çok kolay değil. Ama bugün ekmek dağıtmayı yasaklayan Erdoğan'ın, mağduriyetin ekmeğini ne kadar çok yediğini hatırlayınca, belediye hizmetlerini engellemesinin ters tepeceğini söylemek mümkün. Hele 80 milyonluk bir ülkede; 10 milyon işsiz, 34 milyon yoksul, asgari ücretin altında emekli aylığı alan 9 milyon yaşlı, borcu 64 kat artan çiftçiler varken…
Bülent Mumay
© Deutsche Welle Türkçe