Almanya ve Avusturya'da genel seçimler yaklaştı. Sırada İtalya da var. Seçimler nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın sağ popülistler şimdiden iktidara ortak oldular. Hükümete ortak olmalarına da gerek yok. Yerleşik siyasi partiler sağ açıktaki oluşumlara oy kaybetmemek için popülist söylemlere başladılar. Federal Siyasi Eğitim Merkezi'nin seçmene kararında yardımcı olması için hazırladığı ‘seçimmatik' Almanya'daki seçim kampanyasının ne kadar sağa kaydığını göstermeye yeterli.
İnternetteki ankette yer alan sorulara verilen yanıtlardan hangi partinin o seçmene uygun olduğunu gösteren bu uygulamada ‘Avrupa Yahudilerine yapılan soykırım Alman hatırlatma kültürünün ana unsuru olarak kalmalıdır' cümlesi de yer alıyor. Bu ifadeye katılmak, karşı çıkmak ya da kararsız kalmak mümkün. Almanya için Alternatif (AfD) partisinin sağ açıklarından Bernd Höcke'nin "bu konuda 180 derecelik dönüş olması gerektiği" şeklindeki açıklaması Auschwitz'in Almanya'da "ucu açık" şekilde tartışılmasını mümkün kıldı. Mecliste temsil bile edilmeyen bu partinin aşırı sağ kanadı böylece büyük bir başarıya imza atmış oldu.
AfD televizyonlarda açık oturum yöneten bazı sunucuları da etkilemişe benziyor. Angela Merkel ile Martin Schulz arasındaki televizyon düellosunun konuları sosyal adalet, eğitim ve fakirlik yerine mülteci politikasıydı. Böyle bir tartışmayı pekâlâ sarhoş bir Pegidacı da yönetebilirdi. Sözleri belki anlaşılmazdı ama o da daha aptalca ve taraflı sorular sormazdı. Neyse ki Angela Merkel bu acıklı oyunun devam ettirilmesine onayını vermedi.
Çamur atınca izi kalıyor
İtalya'da da durum farklı değil. Akdeniz'de hayat kurtaran sivil toplum kuruluşları İtalyan makamlarınca engelleniyor. Sicilya'daki savcılar sivil toplum kuruluşlarını insan kaçakçılarıyla işbirliği yapmakla suçluyorlar. Bu suçlama İtalya, Almanya ve Avusturya'daki sağ ve muhafazakâr çevreleri pek sevindirdi. Suçlama kanıtlanmış değil ama ne de olsa çamur atınca izi kalıyor.
Libya'dan İtalya'ya gelen mültecilerin sayısı azaldı. Bu da İtalya İçişleri Bakanı Marco Minniti'nin can kurtaran ekiplerinin çalışmalarını zorlaştırıp, şüpheli milislerle ve Libya sahil koruma teşkilatıyla işbirliği yapması sayesinde "mümkün" oldu. Libya makamlarıyla birlikte çalışmanın ne anlama geldiğini merak eden Sea-Watch adlı sivil toplum örgütüne sorsun. Bu grubun kurtarma çalışmaları Libya sahil koruma ekiplerince engellenmeseydi 20 kişi boğulmayacaktı.
İnsan Hakları Beyannamesi, "Her insan her ülkeyi istediği zaman terk etmekte hürdür" der. AB'nin Libya sahil koruma teşkilatıyla işbirliği yapması bu ilkeye tamamen ters düşüyor. İnsanların infaz, işkence ve tecavüzden kurtulmak için mülteci kamplarından ayrılmalarının önlenmesi amaçlanıyor. Almanya'nın Nijer Büyükelçiliği'nin Başbakanlığa gönderdiği notada "özel hapishane adı altında işletilen merkezlerin toplama kamplarından farkı olmadığı" belirtiliyordu. Her AB üyesi ülke kendi iltica yasalarını yapmakta hürdür. Ancak insanların iç savaşın hüküm sürdüğü bir ülkeyi terk etmesine mani olmak ne doğruluğa, ne de temel insan hakkı ilkelerine sığar.
Afganistan'a sınırdışı uygulaması
Mültecilerin Almanya'dan sınır dışı edilip Afganistan'a sürülmesi de farklı değerlendirilemez. Seçmene, "Sağ popülistleri seçmenize lüzum yok. Bakın biz de mültecileri iç savaşın hüküm sürdüğü ülkelere gönderiyoruz” mesajı verilmek isteniyor. 31 Mayıs'ta Almanya Büyükelçiliği yakınlarında düzenlenen bombalı saldırıdan sonra sınır dışı uygulaması askıya alınmıştı. Saldırıda en az 150 kişi ölmüş, yüzlerce kişi yaralanmış, elçilik binası da büyük hasar görmüştü. Afganistan'daki çarpışmalar ve can kayıpları artıyor. Ülkede güvenli denebilecek bölge kalmadı. Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere de Afganistan'a gittiğinde neden kurşungeçirmez yelekle dolaştığını biliyordur.
Sosyal Demokrat Parti'de (SPD) hiç olmazsa sınır dışı uygulamasından utanan birkaç siyasetçi var. Başbakan adayı Martin Schulz "bu ortamda kimsenin Afganistan'a geri gönderilemeyeceğini" söylemişti. Ama mültecileri taşıyan uçak Sosyal Demokrat Dışişleri Bakanının bilgisi dışında Düsseldorf'tan havalanamazdı. SPD Genel Başkanı dört yıllık koalisyon ortaklığından sonra sınır dışı etmelerle partisinin ilgisi olmadığı izlenimini yaratmak istiyorsa, bunun hiç de inandırıcı olmadığını bilmelidir.
İkisi birden olmaz
İnsan hakları mı, mültecilere kapıları kapatmak mı? İkisi birden olmaz. AB ülkeleri insan hakları aleyhinde karar kıldılar. Haklı görünmek için de insan hakkı ihlallerini Libya sahil koruma teşkilatının ve o ülkedeki milislerin üzerine atıyorlar. Yakında Afrikalı diktatörler de Avrupa kalesinin komşu kıtaya transferine yardımcı olabilirler. Sudan diktatörü Beşir Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından tutuklama emriyle aranadursun, Alman Uluslararası İşbirliği Kurumu Sudan polisini eğitmekte sakınca görmüyor. Sahra çölünde susuzluktan ölen ya da Libya'da katledilen mülteciler Avrupa kamuoyunu Akdeniz'de boğulanlar kadar ilgilendirmiyor.
Nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Avrupa'daki yaklaşan seçimleri sağ partiler kazanacak. AB Libya sahil koruma teşkilatı ve Afrika'nın diktatörleri ile işbirliği yapıp, savaş bölgelerine mültecileri iade etmekle insan haklarından ve medeni standartlardan arınmış oldu. Akdeniz'de hayat kurtarmaya çalışanlar suçlu yerine konuyor, ateş altına alınıyor ve kaçakçılarla iş yapmakla suçlanıyor. Bu durum AB vatandaşlarını pek rahatsız etmiyor. Onlar için önemli olan sınırların kapalı kalması ve başka mülteci gelmemesi. Böyle politika yapılabildiğini gördük ama bundan böyle ‘insan hakları' ve ‘Avrupa değerleri' gibi kavramlar lütfen ağıza alınmasın.
Krsto Lazarevic
© Deutsche Welle Türkçe