Yeni bir yol ihtimali
30 Mart 2019Genel seçimlerde hangi partiye oy vereceğimizi dikte eden partili bir cumhurbaşkanı adayıyla ilk kez karşılaşmıştık. Televizyonlarda 7/24 o vardı. TV'yle ilişkinizi mi kestiniz, o zaman sokakta karşınıza çıkıyordu. Sokağa çıkmıyor musunuz? Salonda otururken karşı apartmanın duvarında belirebilirdi. Kafayı sağa sola çevirmeden sosyal medyaya bakmak da kurtarmıyordu. Çünkü cumhurbaşkanı bir zamanlar kötülüklerin anası ilan ettiği sosyal medyada da epey geniş bir alan işgal ediyordu artık. Aynı bugün, yerel seçimin hemen öncesinde olduğu gibi.
Hadi genel seçimlerde cumhurbaşkanlığına adaydı ve zaten "Hükümet cumhurbaşkanıyla uyum içinde çalışmalı" diyerek sistemi değiştirmişti. Pekiyi cumhurbaşkanının yerel yönetimlerle ne ilgisi vardı? Neden adaylardan çok onu gördük? Tamam, başbakanken de İstanbul'un belediye başkanı gibi davranıyordu, ama kendisini sahada bu kadar çok görmemiştik. Cuma günü Tuzla'daki mitingde söylediğine göre, kampanya süresince 57 il ve yaklaşık 30 ilçeye gitmişti. Bu durum da yerel seçimlerde bir ilk olarak tarihe geçti.
Erdoğan yerel yönetimlerde nasıl bir rolü oynayacağını da, iktidarının kalesi olarak gördüğü İstanbul örneğiyle izah etti:
"Cumhur ne kadar güçlü olursa cumhurbaşkanı da o kadar güçlü olur. Şimdi dört buçuk sene bu kardeşiniz Türkiye'nin cumhurbaşkanı mı? Binali Bey kardeşimiz İstanbul'a büyükşehir belediye başkanı olduğu takdirde, bir üçlü olarak el ele vereceğiz, Tuzla'yı da İstanbulumuz'u da çok daha ileriye taşıyacağız."
Bu izahat kamuyu, yani halkı özel şirketlere, müteahhitlere daha da borçlandıracak projeleri müjdelemenin yanısıra, içinde "İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı başka partiden olursa karışmam" mesajını da barındırıyordu. Yerel seçimle beraber cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ne kadar merkeziyetçi ve tek adamcı olduğunu daha da iyi anlatmış oldu böylece. Kuvvetli ve merkezden bağımsız, yerinden yönetilen yerel yönetimlerle kuvvetlenecek bir demokrasi kurmak varken, totaliter bir yönetim modelinin içinde boğazımıza kadar batmış vaziyetteyiz işte.
Küsmek yerine…
Çoğu muhalif seçmen de genel seçimin ardından totaliter rejimlerin verdiği "Buradan çıkış yok" duygusuna kaptırmıştı kendini. Büyük bir hayal kırıklığıyla "Ne yaparsak yapalım, sonucu onlar belirleyecek" diye düşünen, "Artık oy vermeyeceğim" diyen bile vardı. Aradan geçen 9 ay içinde bu durum ne kadar değişti, Pazar akşamı ortaya çıkacak katılım oranlarından anlayacağız.
Bu ruh halinden silkinmek muhalefet için İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerde kazanmanın ilk adımı kuşkusuz. Millet İttifakı'nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu da bu durumun farkında. "31 Mart günü sandığa atılacak her oyun güvencesi benim" diyor. "Sandık güvenliği benim işim" diyecek kadar iddialı. Sosyal medyadan paylaştığı kısa mesajlarında Beylikdüzü Belediye Başkanı seçilmeden önce, partisinin ilçe başkanıyken de Beylikdüzü'nde oyların güvenliği için başarılı bir sistem kurduklarını ve bu sistemi şimdi tüm İstanbul'a yayacaklarını söylüyor. Genel seçimlerde Adil Seçim Platformu'nun akıllı telefon uygulamasının çalışmaması, oyların güvenliğiyle ilgili zamanında ve tatmin edici açıklamalar yapılmaması nedeniyle sandığa küsen seçmeni böyle ikna etmeye çalışıyor İmamoğlu. Arkasında da deneyimli gönüllüler var. Twitter'da @gonulluist adıyla duyurularını yapan İstanbul Gönüllüleri gece gündüz demeden 31 Mart'a hazırlandı.
Oylara kefil
Her ne kadar Ekrem İmamoğlu "Ben anketlere bakmam" dese de, arkasındaki gönüllüler kazanacaklarına inanıyorlar. İki koşul yerine gelirse. Birincisi sandığa küsmek yerine gidip oy kullanılırsa, ikincisi de seçim sırası ve sonrasında oylara sahip çıkılırsa. Dolayısıyla her zaman gönüllü ihtiyacı var. Ayrıca oy kullanılacak okullarda ihtiyaç duyulacak hallerde devreye girebilecek avukat ihtiyacı da. Oyları sandık başında kayda geçirdikten ve seçim kurulunda da aynı şekilde kaydedildiğini belgeledikten sonra sonuç zaten elde olacak.
Kamuoyu araştırmaları İstanbul başta olmak üzere, Ankara, Antalya ve Bursa'da yarışın çekişmeli geçeceğini gösteriyor. Bugün tüm gücün tek bir kişinin elinde toplandığı rejime uzanan yolun taşları, 27 Mart 1994'te, Refah Partisi altı büyük şehrin belediye başkanlığını aldığında döşenmeye başlanmıştı. Kim bilir, güçlü yerel yönetimlerle hayata geçecek katılımcı bir demokrasiye giden yolun taşları da 31 Mart 2019'da döşenmeye başlanır.
Banu Güven
© Deutsche Welle Türkçe