Yeneroğlu: AK Parti eleştirilere kulak vermeli
12 Mayıs 2019Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) İstanbul milletvekili Mustafa Yeneroğlu, hükümetin kamuoyundan gelen eleştirilere kulak vermesi, Türkiye'de çoğulcu bir demokrasinin, özgürlükçü bir hukuk devletinin gelişmesi yönünde adımlar atması gerektiğini söyledi.
Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) İstanbul seçimlerini iptal kararından sonra Twitter'da paylaştığı, "Hukukun sesini kısarsanız, Allah da sizin iflahınızı kısar” mesajı çok tartışılan Yeneroğlu, son dönemdeki siyasi gelişmeler hakkında DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.
Dile getirdiği görüşlerin, "zor zamanlarda, ülkesini seven bir vatandaş olarak prensipleri hatırlatma çabası” olduğunu söyleyen Yeneroğlu, "AK Parti olarak kamuoyundan gelen sese kulaklarımızı tıkarsak, vatandaşa hizmet iddiamızın gerisinde kalmış oluruz” diye konuştu. Yeneroğlu'na yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
DW Türkçe: YSK'nin İstanbul kararından sonra Twitter'da "Hukukun sesini kısarsanız, Allah da sizin iflahınızı kısar” dediniz, çok tartışıldı. Hukukun sesinin kısıldığı kanaatinde misiniz?
Mustafa Yeneroğlu: Tüm insanlığı bağlayan temel prensipler, değerler var. Bunlara sadece ben atıfta bulunmuyorum. Hepimiz, her gün kendimizi ilkelerimiz ışığında sınamakla mükellefiz. Ebu Hanife'ye ait bu ikazın hepimizi, siyasi konjonktürden bağımsız şekilde titretmesi gerekiyor. YSK kararıyla doğrudan hukukun sesinin kısıldığını iddia etmekten ziyade hukukun üstünlüğünün herkes tarafından her daim ortak temel ilke olarak benimsenmesi gerektiğini vurguluyorum. İktidar olarak bizim asgari müştereğimiz hep bu oldu, bundan sonra da bu olacak. Hukuki bir değerlendirmeyi gerekçeli karar çıktıktan sonra yapmak daha doğru olacak.
Türkiye'de demokratik hak ve özgürlükler konularında siz de zaman zaman eleştiriler dile getiriyorsunuz. Mevcut sorunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Demokratik hak ve özgürlükler, devletler tarafından bir kere benimsendiğinde artık şaşmaz bir makina gibi işleyen, sınamalardan bağımsız değerler değil. İnsan hakları, ifade özgürlüğü, çoğulculuk, yargı bağımsızlığı gibi evrensel prensipler dünyanın her yerinde adeta her gün yeni sınavlara tabi tutulurlar. Batı Avrupa ülkelerinden de sayısız örnek verebilirim. Bugün Türkiye olağanüstü bir süreçten geçiyor. Mülteciler akınının yükü ve ülkemize çok büyük acılar yaşatmış bir terör örgütüyle mücadelemiz devam ediyor. Darbe girişiminin etkilerini yeni yeni atlatmaya çalışıyoruz. AİHM kararlarına baktığımız zaman, tüm üye ülkelerin kendi milli güvenliklerine yönelik tehdit olarak algıladıkları hususlarda hep zorlandıklarını görüyoruz. Benim ifadelerim, tam da bu tarz dönemeçlerde, zor zamanlarda, ülkesini seven bir vatandaş olarak prensipleri hatırlatma çabası. Bu çaba, tekil ya da istisnai bir çaba da değil. AK Parti'nin temel pozisyonu da bu ilkeler üzerine bina edilmiş durumda.
Türkiye'de demokrasinin, hukuk devletinin çok ciddi gerilediği eleştirileri için ne diyorsunuz?
AK Parti, Cumhuriyet tarihi boyunca bir türlü "muktedir” olamamış, toplumun "ötekileştirilmiş” büyük kesimini merkeze taşıyarak yarım asrı geçkin antidemokratik ezberi bozmak konusunda bir devrim yaptı. Bu kesim, seneler boyunca "Beyaz Türkler” tarafından tahfif edilmiş, taleplerine tenezzül edilmemiş bir kesimdi. Bugün artık yalnızca elitlere hitap eden bir siyasi söylemin Türkiye'de işlemeyeceğini, halkın dezavantajlı kesimini aşağılayarak iktidar olunamayacağını bütün siyasi partiler anlamış durumda ve bu AK Parti'nin başarısı. Ama bu başarıya odaklanıp, bulunduğumuz yerde kalamayız. Empati yapmak durumundayız. Yeni ‘ötekiler' oluşmamalı. Şimdi sırada özgürlükçü hukuk devletinin eksikliklerinin giderilmesi ile Türkiye'nin kamu düzeni ve milli güvenliği konusunda hassas tüm yurtseverlerin bir araya gelmesi ve ortak gündemle ortak geleceğimize odaklanmak var. Hukuk devletinin gereklerinin yerine getirilmesi, katılımcı, çoğulcu demokrasinin aksamadan işlemesi konusunda, her ülke gibi bizim de eksikliklerimiz, ev ödevlerimiz var. Bunları rasyonel zeminde, özeleştiri kültürü içerisinde ve uzlaşma yolunu tercih ederek aşmamız gerekiyor. Bu bir parti meselesi değil, ama biz iktidar olarak herkesten daha fazla sorumluyuz. Sayın Cumhurbaşkanımız bir Türkiye ittifakı teklifinde bulundu. Partiler, ideolojiler ve kamplaşmalar üstü; teröre "ama”sız, çekincesiz "hayır” diyen, prensiplerde buluşan bir teklif bu. Bu çağrı, ülkemizdeki çoğulculuğu gözeten, sorunlarımıza çözümler bulabileceğimiz atmosferi oluşturacak bir ideal.
Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu gibi isimlerden, muhafazakar seçmen ve kanaat önderlerinden demokrasi, hukuk devleti konularında artan eleştiriler duyuyoruz. Sizce AKP politikalarında değişim gerekiyor mu?
AK Parti olarak kamuoyundan gelen sese kulaklarımızı tıkarsak, vatandaşa hizmet iddiamızın gerisinde kalmış oluruz. Millet olarak çok zorlu, aynı zamanda duygusal bir süreçten geçtik. Hâlâ geçiyoruz. Böyle durumlarda eleştiri, kimileri için varoluşsal bir tehdit olarak algılanabiliyor. Güvenlikle ilgili endişelerimiz azaldıkça, eleştiriyle ilgili daha verimli bir ortamın oluşacağına inanıyorum. Öte yandan her ifadeyi AK Parti'ye indirgeyip "parti içinde kriz” olarak yorumlayan kesimlerin de eleştiri kültüründe ciddi sorun var bence. AK Parti, sistem eleştirisini çok sağlam bir şekilde yapabildiği ve doğru uygulamalarla sistemin aksayan yanlarına nüfuz edebildiği için başarılı oldu. Şimdi tek rakibi yine kendisi. Yapıcı eleştiriler ancak AK Parti'nin kendi çıtasını yükseltmesine yarar.
Kemal Öztürk'ün Yeni Şafak'ta yazısının yayımlanmaması konusunda, "Özeleştiri kültürü hepimize faydalı, ama basınımız için hayati” dediniz. Eleştirel yorumlar bir kenara en basitinden haberlere dahi yer veren gazete ve televizyonların sayısı yok denilecek kadar az. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Basın emekçilerimizin ideolojik şartlamalardan bağımsız, aktivizme düşmeden, nitelikli ve nesnel haber üretebilme konusunda iyi bir karneye sahip olmadıkları aşikar. Bu durum herhangi bir parti ya da cenaha yakınlıkla da değişmiyor üstelik. Nitelikli basın çalışması, siyasi kültürün iyileşmesi adına vazgeçilmez bir unsur. Genç nesil artık birkaç dil biliyor ve önünde konvansiyonel medya kanallarından çok daha fazlası var. Militan habercilik, kısa vadede belki taraftar üretiyor, ama uzun vadede bilinçli vatandaş ülküsünü temelden sarsıyor.
Sosyal medyada gündeme getirdiğiniz eleştiriler nedeniyle siz de adeta bir linçle karşılaşıyorsunuz. Bu sizi nasıl etkiliyor?
Farklı fikirlerin olması tabii ve istenen bir şey. Demokratik meşruiyet zemininde her konuyu tartışabiliriz. Linç dili karşısında başlarda dehşete düşsem de, artık göz ardı etmeye çalışıyorum. Fikir ayrılıkları karşısında nefrete sarılanlar kadar, mutedil bir dile ve nezakete sahip insanlardan çok olumlu tepkiler de alıyorum. Nefret saçanların sesi belki çok çıkıyor, ama çoğunluğu hâlâ bu toprakların nazik insanları oluşturuyor.
Uzun yıllar Almanya'da yaşadınız, Türkiye'ye dönerek siyasete atıldınız. Bazen bu kararınızı sorguladığınız oluyor mu?
Bu, dünyadaki tüm siyasetçilerin zaman zaman yaşadığı sağlıklı bir muhakeme. Her şeye rağmen siyasetin benim için yegâne fonksiyonu, sorunlara çözüm üretmek için en etkili mecra olması. Çok genç yaştan beri Amnesty International üyesi ve Batı Avrupa'da İslam düşmanlığıyla 20 yıl mücadele etmiş birisi olarak, Türkiye'de kamuoyunun yurt dışındaki vatandaşlarımıza bakışının hâlâ "gurbetçi” seviyesinde kalmasına; ayrıca yurt dışında diasporik bir topluluğa sahip bir ülke olarak, kendi topraklarımızdaki azınlıklarımızla iletişimimizin bazen empatiden uzak gerçekleşmesine üzülüyor, özgürlükler konusunda uluslararası sıralamalarda çok daha ilerlerde olmamız için aşılmaz engelin olmadığını düşünüyorum. Kutuplaşmayı ve çok iddialı soyut söylemleri aşarak vatandaşımızın acil çözüm bekleyen sorunlarına rasyonel zeminde odaklanmalıyız.
Söyleşi: Değer Akal
©Deutsche Welle Türkçe