Türkiye’yi de etkileyecek olan Tedarik Zinciri Yasası nedir?
17 Temmuz 2020Yasal asgari saat ücretinin 9,35 euro olduğu Almanya’da 49 cent’e 100 gram çikolata, 6 euroya bir kilo filtre kahve, 10-15 euroya bir kot pantolon, 15-20 euroya da bir çift ayakkabı bulmak mümkün. Bunlar hangi koşullarda üretiliyor ki satın alma gücüne göre bu kadar ucuz? Ürünlerin üretiminde çocuk işçiliği var mı? Üretim ile nakliyede çalışanların iş ve toplu sözleşme güvenceleri nasıl? Üretim ve nakliye süreci çevreye ne kadar zarar veriyor?
Bu sorular Alman kamuoyunda son yıllarda yoğun biçimde tartışılıyor. 2013 yılında Bangladeş’teki tekstil fabrikası Rana Plaza’da çıkan ve bin işçinin hayatını kaybettiği yangından sonra Alman şirketlerinin uluslararası sorumluluğu konusunda sesler epey yükseldi, nitekim orada bazı Alman şirketleri için de üretim yaptırıldığı ortaya çıktı.
Geçen yıl Brezilya’da bir demir madeni yakınındaki barajın yıkılmasıyla meydana gelen felakette de 259 kişinin hayatını kaybetmesi konuyu tekrar gündeme taşıdı zira orada da barajın güvenliği konusunda sertifikayı veren şirket Alman TÜV Süd'dü.
Gelecek seçimlere kalmadan çıkması planlanıyor
Almanya’da hükümet ortağı Hristiyan Demokrat Birlik (CDU), Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) ve Sosyal Demokrat Parti (SPD), göreve başladıkları 2018 yılında imzaladıkları koalisyon sözleşmesinde bu konuda bir yasal düzenleme yapma konusunda mutabık kaldı. Buna göre, uluslararası Alman şirketler, yurtdışındaki üretim ve nakliye süreçleri de dahil tedarikçilerindeki koşullar ve varsa iklime verilen zarardan da sorumlu tutulabilecek.
Ancak CSU’lu Kalkınma Bakanı Gerd Müller ve SPD’li Çalışma Bakanı Hubertus Heil, ekonomi çevrelerinin çıkarını gözeten bakanlıklar tarafından yasanın hazırlanması konusunda frenlendi. İşletmelerin sosyal sorumluluğu gönüllülük çerçevesinde yerine getirmesi umut edildi.
Şimdi ise hem korona kriziyle pek çok gelişmekte olan ülkedeki yaşam ve çalışma koşullarının kötüleşmesi, iş güvencesi olmayan binlerce insanın kapı önüne konması, hem de Almanya'da seneye yapılacak genel seçimlerden önce yetişmesi amacıyla kanun hazırlıklarına tekrar hız verildi.
İki bakan, bu hafta 7 bin 300 Alman şirketiyle yapılan, çalışma hayatı ve çevre konularında ve sosyal alanda standartların sağlanması konusunda uluslararası şirketlerin gönüllülük temelinde ne kadar sorumluluk üstlendiğini ortaya koyan ikinci araştırmanın sonuçlarını açıkladı.
Buna göre ankete cevap veren şirketlerin sadece yüzde 18'i gönüllülük temelinde sorumluluk ve yükümlülük üstleniyor. Bu düşük oran üzerine iki bakan gönüllülükle ulaşılamayan hedefin koalisyon sözleşmesinde de öngürüldüğü üzere kanun ile bağlayıcı hale getirilmesi için çabalandığını duyurdu. Çalışma Bakanı Heil’in kanun taslağını gelecek ay federal kabineye sunması bekleniyor.
"İnsan hakları konusunda sorumluluktan kaçış yok"
Almanya Kalkınma Bakanı Gerd Müller, şirketleri yasanın oluşum sürecinde üretken biçimde yer almaya davet ediyor. Diğer yandan Bakan Müller, küresel tedarik zincirinde adil yapılacak ticaretin gelişim için kilit rol oynadığını, yeni istihdam alanları yarattığını ve gelişmekte olan ülkelerde çevrenin korunmasını da sağladığını savunuyor. Müller, küresel ekonomi ile toplumsal refahın insan ve doğanın sömürülmesi ile çocuk işçiliği temeline dayanmaması gerektiğini belirterek, aksi takdirde bunun bumerang gibi, dönüp Almanya’yı vuracağı görüşünü savunuyor.
Federal Çalışma Bakanı Hubertus Heil da "Şirketlerin insan hakları konusunda sorumluluk almasından kaçış yok" diyor. Şimdiye kadar işin gönüllülüğe bırakıldığını ancak adil bir rekabet için, bağlayıcılığı olan ulusal bir yasal düzenlemenin şart olduğunu söylüyor. Heil, iş çevrelerinden gelen eleştirileri de "Kalitede standart tutturuluyorsa insan hakları konusunda da yapabilir" diyerek geri çeviriyor.
Ver.di sendikası temkinli
Almanya Birleşik Hizmet Sendikası Ver.di ise iki bakanın açıklamalarına rağmen temkinli. Sendikanın basın sözcüsü Daniela Milutin, DW Türkçe’ye verdiği demeçte, öncelikle yasa taslağını görmek gerektiğini söylüyor ve bakanların şirketlerin gönüllülük temelinde sorumluluk üstlenmediğini görmesi üzerine kanun hazırlıklarına tekrar hız vermekten başka çareleri de kalmadığını belirtiyor.
Düzenlemeye zaten sıcak bakmayan işveren kuruluşları ise hükümeti yasayı tam da koronanın ekonomiyi vurduğu dönemde hayata geçirmekle suçluyor. Alman metal ve elektro sanayicilerini temsil eden Gesamtmetall'in başkanı Oliver Zander, böylesi bir yasanın örneğin Afrika'da sanayileşmekte olan ülkelere zarar vereceğini zira bürokrasi ve sorumluluk yükümlülüğü nedeniyle Alman şirketlerin yatırım planını geri çekebileceğini iddia ediyor.
Yasanın şirketlerin uluslararası yatırım planını etkileyeceğini düşünenlerden biri de Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Birimler Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Aziz Çelik. Çelik, pek çok ülkenin yatırımları çekmek için şirketlere kolaylıklar, avantajlar, muafiyetler, bir diğer deyimle "kuralsızlıklar" imkanı tanıdığını ve bu nedenle Almanya’nın Tedarik Zinciri Yasası ile söz konusu ülkelerin tepkisini çekebileceğine işaret ediyor.
Yasal düzenlemeye 60 şirket destek veriyor
Tedarik Zinciri Yasası'na aralarında Tchibo, REWE ve Nestlé’nin de bulunduğu 60’tan fazla şirket destek veriyor. İlaveten Almanya’da sendika ve yardım kuruluşlarının da aralarında yer aldığı bir inisiyatif olan "lieferkettengesetz.de" yasa için 200 binden fazla imza topladı. İnisiyatif, üretimden ürün teslime şirketlerin her aşamada sorumluluk üstlenmesi gerektiğini savunuyor ve ihlaller halinde şirketlere Almanya'da da para cezası uygulanmasını, teşvik ve ihaleler dışı bırakılmasını, mağdurların şirkete karşı Almanya’da da dava açabilmesinin mümkün hale gelmesini talep ediyor.
DW Türkçe’ye konuşan Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi Aziz Çelik, aslında yasayla yapılmak istenenin Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) temel prensiplerine dayandığını belirtiyor. Çelik, ILO’nun temel prensiplerinde de çocuk işçiliğiyle mücadele, angarya çalıştırma yasağı yani ücret ödemeden çalıştırmama, işe ulaşmada ve işte ayrımcılık yasağı ile örgütlenme hakkı, yani toplu sözleşme ve sendikalaşmaya dair düzenlemelerin yer aldığını hatırlatıyor.
Şimdiye kadar anlaşmaların uluslararası sendikal örgütlerle çok uluslu şirketler arasındaki çerçeve sözleşmeleri şeklinde yapıldığını vurgulayan Çelik, son 15-20 yılda artan bu anlaşmalarda şirketler ILO ilkelerine uymayı taahhüt ederken sendikal kuruluşların da onları denetlediğini belirtiyor. Ancak çerçeve sözleşmelerinin gönüllülük esasına dayandığını ve yargısal bağlayıcılığı bulunmadığını anlatıyor. Buna rağmen o haliyle bile pek çok ülkede işçilerin çalışma koşullarını iyileştirdiğini söylüyor. Çelik, o nedenle Alman Kalkınma ve Çalışma Bakanı’nın duyurduğu gibi bir düzenleme çıkarmasının, prensipte "düzgün iş" diye tanımlanan koşulları kendi şirketleri açısından zorunlu hale getirmek şeklinde yorumluyor.
Aziz Çelik, normalde uluslararası şirketlerin bulundukları ülkedeki hukuka tabi olduklarını, ancak Almanya’nın çıkaracağı kanuna kendi ülkelerinde hesap sorulmasını da eklemesi halinde yargı yolunun iki ülkede de açılması anlamına geleceğini belirtiyor. Ve "Bir Alman şirketinin örneğin Türkiye’de çevreye veya doğaya zarar vermesi halinde, Türkiye’de hesap sorulması dışında mağdurların konuyu Alman yargısına da taşıması mümkün hale gelirse bu çok daha etkili bir yol olur" diyor.
Ver.di: Bütün tedarikçi ülkeler gibi Türkiye'yi de etkileyecek
Yaklaşık iki milyon üyesi olan Birleşik Hizmet Sendikası Ver.di, Tedarik Zinciri Yasası'nın yürürlüğe girmesi halinde bütün tedarikçi ülkeler kadar Türkiye’yi de etkileyeceğini kaydediyor. Sendikanın basın sözcüsü Daniela Milutin, şimdiye kadar Türkiye’de Hugo Boss, Zara, C&A gibi şirketlerin tedarikçilerinde zaman zaman çocuk işçiliği sorunuyla karşılaşıldığını aktarıyor. Diğer yandan Alman hükümetinin çıkaracağı etkin bir Tedarik Zinciri Yasası’nın sendikal çalışmanın engellenmesini de ortadan kaldırması gerektiğini vurguluyor. Milutin, bu bağlamda Türkiye’de eleştirel sendikacıların sık sık engellendiğini, tehdit edildiğini veya işten çıkarıldığını belirtiyor.
Elmas Topcu
© Deutsche Welle Türkçe