Türkiye'nin kanayan yarası: Kadın-erkek eşitsizliği
24 Ocak 2024Prof. Dr. Birgül Demirtaş, siyasi partilerin 31 Mart seçimleri için aday belirlerken kadınların eşit temsil hakkını göz ardı etmelerini, "Türkiye'de sistematik bir ataerkillik var ve bu her alanda kadınların önünü kesiyor" sözleriyle eleştirdi.
Siyasetin erkek boyunduruğundan çıkartılması gerektiğini söyleyen Demirtaş, Türkiye'de toplumsal adaletin, evrensel normlara uyumun ve ekonomik kalkınmanın sağlanabilmesi için kadınların siyaset, iş ve sosyal hayata eşit katılımlarının bir zorunluluk olduğunu vurguladı.
Kadın cinayetleri ve toplumda giderek yaygınlaşan şiddetin Türkiye'nin en büyük sorunlarının başında yer aldığına dikkat çeken Birgül Demirtaş, "Toplumsal hayatta şiddeti sona erdirmeden, diğer hiçbir sorunu çözmek mümkün değil" dedi.
Türk-Alman Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Demirtaş, aynı zamanda Türkiye'de toplumsal cinsiyet eşitsizliğini mercek altına alan araştırmalar yürütüyor. Son olarak erkek akademisyenlerin toplumsal cinsiyet algıları üzerinde yürüttüğü çalışmayı yayımlayan Birgül Demirtaş'a yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
DW Türkçe: 31 Mart'taki yerel seçimlerde yarışacak adaylarını açıklayan siyasi partilerin yine kadınların eşit temsiliyetini öncelik olarak belirlemediğini, bir kez daha önemli bir fırsatın kaçırıldığını görüyoruz.
Şu ana kadar açıklanan adaylardan görebildiğimiz kadarıyla kadınların oranı yine son derece düşük… Eşitlik için Kadın Platformu (EŞİK) Türkiye'de şu anda yerel yönetimlerde kadın temsil oranının yüzde 3 olduğunu açıkladı. Toplumun yarısını oluşturan kadınlar bakımından yüzde 3 gerçekten korkunç bir rakam. Bütün siyasi partilerin şapkalarını önlerine koyup bunu gözden geçirmesi gerekiyor. Çünkü kadınların siyasette, yerel yönetimlerde eşit temsiliyeti 'olsa da olur, olmasa da olur' denilebilecek bir konu değil, bu bir zorunluluk.
Bu neden bir zorunluluk?
Türkiye'nin toplumsal adaleti ve evrensel normlara uyum sağlayabilmesi ve ekonomik olarak kalkınabilmesi için kadınların siyasete, iş hayatına ve sosyal hayata eşit katılımlarının sağlanması olmazsa olmaz. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının 2023 hedefi Türkiye'yi en büyük ekonomiye sahip ilk 10 ülke arasına sokmak değil miydi? Kadınların üçte ikisinin çalışmadığı bir ülke nasıl kalkınabilir? Kadınların hukuk önünde eşit yurttaşlar olarak hayatın her alanına eşit katılmaları, toplumsal adaletin sağlanması için çok önemli. Üçüncü boyutu da toplumsal cinsiyet eşitliğinin gerçekleştirilmesinin Türkiye'nin yumuşak gücüne olası katkıları…
Toplumsal cinsiyet eşitliği Türkiye'nin yumuşak gücüne nasıl katkı sağlayabilir?
Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Türkiye'nin kadın-erkek eşitliği yolunda atacağı her adım, Türkiye'nin hem insani kalkınma endeksindeki sıralamasını yukarıya taşıyacak hem de yumuşak gücünü arttıracaktır. Hem küresel güneydeki ülkeler hem Türk dünyası hem de nüfusunun çoğu Müslüman olan ülkeler, Türkiye örneğinden mutlaka etkilenecektir.
Kadınların eşit temsiliyeti için cinsiyet kotası belirlenmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?
Evet, bunu çok önemsiyorum. 'O kadar vasıflı kadın bulamıyoruz' gibi bahanelerin arkasına saklanılmaması gerekiyor. Siyasetin erkek boyunduruğundan çıkartılması lazım. Diğer alanlarda olduğu gibi siyasette de erkeklerin oluşturduğu ağlar var, erkek liderler, tercihlerini yine erkeklerden yana kullanıyor. Ayrıca Türkiye'deki karar alma mekanizmalarında yer alan erkeklerde kadınlara yönelik çok ciddi önyargılar var, sistematik bir ataerkillik var ve bu her alanda kadınların önünü kesiyor.
Akademide toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yürüttüğünüz çalışmalarınız aynı zamanda Türkiye'ye de ayna tutuyor, bu çalışmalarınız nasıl bir tablo ortaya koyuyor?
Türkiye'deki en büyük eşitliksizlik yönetime katılmada yaşanıyor. Ne kadar eğitimli olurlarsa olsunlar kadınlar yönetim kademelerinde yer alamıyor. Yüksek öğretimdeki kadın öğrenci oranımız yüzde 49. Araştırma görevlerinde bu oran yüzde 52'ye çıkıyor. Kadın profesörlere baktığımızda Türkiye'de bu oran 32,5. Araştırma görevlileri, doçent, doktor ve profesörlerin hepsinin ortalamasını aldığımızda Türkiye'de akademik olarak emek veren insanların yüzde 43'ü kadın. Bu istatistiki rakamlar Avrupa Birliği (AB) ülkelerine kıyasla daha yüksek. Ama üniversitelerimizde rektörlerin sadece yüzde 9'u kadın…Yani aslında yarışa birlikte başlıyoruz, ama ünvanlar yükseldikçe kadın oranı azalmaya başlıyor. Karar alma mekanizmalarında yer almayan kadınlar, erkeklerin aldıkları kararları uygulamak zorunda kalıyorlar.
Peki akademisyenler, özellikle erkek akademisyenler bu eşitsizlik konusunda ne düşünüyor?
Hem kendi araştırmalarım hem de TED Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Zuhal Yeşilyurt Gündüz'le birlikte yaptığımız çalışmalar, kadın ve erkek akademisyenler arasında toplumsal cinsiyet konusuyla ilgili algılamaların birbirlerinden çok farklı olduğunu gösteriyor. Uluslararası İlişkiler alanında kadınlarla yaptığımız mülakatlar, kadın araştırmacıların yüzde 88'inin söylem ve/veya uygulama düzeyinde ayrımcılıkla karşılaştığını ortaya koyarken, erkek araştırmacıların sadece üçte biri eşitsizlik olduğunu düşünüyor. Erkek araştırmacıların bir kısmı, kağıt üzerinde kriterler aynı olduğu için eşitlik olduğunu öne sürüyor, bir kısmı ise kadın akademisyenlerin eşitlik mücadelesini kendilerine hak etmedikleri bir alanı açma çabası olduğunu iddia ediyor… Erkek akademisyenlerin büyük çoğunluğu, kadın akademisyenlerin yaşadığı ayrımcılık ve eşitsizlik süreçlerinin farkında değil ya da farkında olmak konusunda istekli değil. Ayrıca mevcut siyasi Zeitgeist (zamanın ruhu), akademideki erkeklerin bazılarının söylemlerini ve algılamalarını etkiliyor. Araştırmam, siyasi elitlerin toplumsal cinsiyetle ilgili söylemlerinin, erkek akademisyenler tarafından yeniden üretildiğini ortaya koyuyor.
Sizce yönetimde kadınların az temsil edilmesine kaynaklık eden başlıca nedenler neler?
Bir neden, biz kadınların yönetim mekanizmalarına çok da dahil olmak istemememiz. Evdeki iş dağılımında en büyük yük, göreviniz, ünvanınız ne olursa olsun çoğunlukla kadınların üzerinde. Çocuk bakımı, büyüklerin bakımı, evdeki tüm diğer bakım emeği ve fiziksel emekle ilgili sorumluluklar büyük oranda kadınlara kaldığı için kadınlar iş yerinde ekstra sorumluluk almak, üst kademelere yükselmekten çekiniyorlar. Bu nedenle örneğin işyerlerinde kreşlerin açılmasını mutlaka sağlamak lazım. Ama bunun diğer bir boyutu da var. Yönetim mekanizmalarındaki görevleri şu ana kadar daha çok erkekler yaptığı için şirketlerde, kamuda, üniversitelerde erkek ağları oluşmuş durumda, birbirlerini kolluyor ve birbirlerini teşvik ediyorlar. Ayrıca biz hâlâ ataerkil bir ülkeyiz. Ataerkil toplumsal ve siyasal yapı da yönetim mekanizmasını erkeklerin alanı olarak görüyor.
Türkiye'deki yasal düzenlemeler görece olarak iyi olmasına karşın kadın erkek eşitliği ile ilgili uluslararası endekslerde de bir hayli kötü bir sıralamaya sahibiz. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?
Anayasa'nın 10'uncu Maddesi 'kadınlar ve erkekler eşittir' dese de ve devleti bu eşitliğin sağlanmasından sorumlu tutsa da fiiliyatta bu eşitlik sağlanamıyor. Dünya Ekonomik Forumu'nun Küresel Cinsiyet Eşitsizliği raporunda Türkiye 146 ülke arasında 129'uncu sırada yer alıyor. Biz Türkiye'deki kadınlar olarak çok ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunuyoruz. En ciddi sorunların başındaysa kadınlara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet yer alıyor. İkinci en önemli sorun ise Türkiye'de kadın erkek eşitliğini vurgulayan evrensel normları, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi'nin eşitlikle ilgili maddelerini tartışmaya başlamış olmamız.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kadın erkek eşitliğine inanmadığını açıklarken, "Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir" demişti. AKP'nin son yirmi yılda izlediği politikaların kadın haklarına, toplumsal cinsiyet eşitliğine etkisi nedir?
Kadınların türbanla, başörtüsüyle kamu kurumlarına alınmaması, üniversitelere gidememesi gerçekten de büyük haksızlıktı, bunun giderilmiş olması önemli. Ama Anayasamız ve evrensel toplumsal eşitlik ilkelerini uygulamak ve daha da ileriye götürmek yerine 'kadın erkek eşit değildir,' derseniz ve 'toplumsal cinsiyet adaleti' gibi yeni kavramlar üretmeye kalkarsanız, bu kadınların gündelik yaşantılarını olumsuz etkiler, etkiliyor da bunu hayatın her alanında görüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti'nin 100'üncü yılında hedefimiz küresel normları ileriye taşımak olmalı. Bu normları sorgulamak, Türkiye'yi geriye götürüyor.
Son 10 yılda kadına yönelik şiddet de giderek arttı. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu'nun raporuna göre 2023 yılında 438 kadın katledildi.
Kadına yönelik şiddet en büyük toplumsal sorunların başında yer alıyor. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü'nün (OECD) verilerine göre Türkiye'de kadınların yüzde 38'i fiziksel ya da cinsel şiddete uğruyor. Yani 10 kadından dördü şiddete hedef oluyor. OECD ülkeleri arasında bu konuda en kötü karnesi olan ülke de Türkiye ne yazık ki. Kadına yönelik şiddetin tolere edilebilir hiçbir yanı yok. Kafamızı kumun altına gömemeyiz. Şiddet her an hepimize yönelebilir. Gerçekten çağdaşlaşma yolunda ilerlemek, toplumsal huzur istiyorsak, bu şiddeti sona erdirmek zorundayız.
Sizce ne yapılmalı?
Öncelikle elbette mevcut yasalar uygulanmalı. Ceza indirimleri ve suçluların farklı gerekçelerle cezaevlerinden erken tahliyesi, bu korkunç suçları gerektiği gibi cezalandırılmayan eylemlere dönüştürüyor. Caydırıcılık olmadan şiddetle nasıl mücadele edeceksiniz? Ayrıca, siyasilerin, siyasi karar alma mekanizmalarındaki sorumluların da bu ağır suçları kınamaları, bunun tolere edilmeyeceğini açıkça göstermeleri ve uygulamada da bunu kanıtlamaları gerekiyor. Hükümetten yerel yönetimlere ve muhtarlıklara kadar herkesin kadına yönelik şiddetin, ayrımcılığın önlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması konusunda birlikte çalışması gerekiyor.
Önce kadına yönelik şiddet tırmandı ve Türkiye çocuklara yönelik istismar skandallarıyla sarsılmaya başladı. Ardından doktorlar da hedef alınmaya başlandı… Son dönemde ise bir futbol kulüp başkanının hakemi yumruklamasından, camide bir imamın bıçaklanmasına, bir kaymakamın bir imamı darp etmesinden, kent sokaklarında rastgele işlenen şiddet eylemlerine, şiddetin toplumsal hayatta giderek yayıldığına tanıklık ediyoruz.
Şiddet normal bir eyleme dönüşmeye başlayınca bu önce en çok kırılgan grupları etkiliyor. Kırılgan gruplar kim? Çocuklar ve kadınlar, daha sonra da kim kendini daha yukarıda görüyorsa alttakine şiddet uygulamaya başlıyor… Medyanın, televizyon kanallarında gösterilen dizilerin, programların çok büyük bir bölümünde ciddi boyutta şiddet var. O kadar şiddet gösterirseniz tabii ki günlük hayatta daha fazla şiddet yaşanır. RTÜK'ün şiddet içeren TV programlarına yönelik önlemler alması gerekir. Bugün geldiğimiz noktada şiddet, Türkiye'nin en önemli sorunlarından biridir. Toplumsal hayatta şiddeti sona erdirmeden, diğer hiçbir sorunu çözmek mümkün değildir.
RTÜK'ün alması gereken önlemlere işaret ediyorsunuz. Oysa RTÜK, Kızılcık Şerbeti'nden sonra Kızıl Goncalar dizisine verilen yayın durdurma cezalarıyla gündemde. Kadına yönelik baskı ve şiddeti, çocukların zorla evlendirilmesini, tarikatları, ataerkil toplum düzenini sorgulayan dizilere yönelik "sansür" olarak da nitelendirilen bu baskılar, çok ciddi soru işaretlerine yol açıyor. Aynı zamanda siyasi gündeme hilafet ve şeriat tartışmaları da damgasını vuruyor… Sizce biz Türkiye'de nasıl bir kavgaya ya da nasıl bir mücadeleye tanıklık ediyoruz?
Kılavuzumuz Anayasamız, yasalarımız ve evrensel normlar olmalı. RTÜK, Prime Time'da gösterilen ve ciddi boyutta şiddet içeren dizilere, programlara odaklanmalı… Ben 20 yıldır üniversitede ders veriyorum, tüm toplumsal kesimlerden farklı görüşlere sahip, başı açık, kapalı, dindar, daha az dindar, laik gençler, hepsi bir aradalar. Herkes fırsat eşitliği, herkes liyakat talep ediyor. Mezuniyetten sonra iş başvuruları yaptıklarında liyakatin geçerli olup olmayacağını merak ediyorlar. Kendinden farklı görüşlere sahip insanlarla iyi bir diyaloğu olan, birbirlerine saygı duyan, pek çok konuda çok daha ileride olan yeni nesiller geliyor. Bu da ülkenin geleceği için umut verici.
Muhafazakâr, dindar kesimden kadınların da gidişattan rahatsız olduğu biliniyor. Farklı görüşten, kesimlerden kadınların ortak bir mücadele yürütmesi çok mu zor?
Kadın mücadelesi, ataerkillikle mücadele sadece modern, laik olarak nitelendirilen kadınlarla ilgili bir mesele değil. Eşitlik meselesi, muhafazakâr kadınlar dışarıda bırakılarak yürütülecek bir mücadele değil. İdeolojilerimiz, sosyal sınıflarımız, siyasi yönelimlerimiz ne olursa olsun bütün kadınlar olarak ortak çıkarlarımız var. Şu anda herkes kendi sosyal sınıflarıyla, siyasi olarak yakınlık duydukları STK'larla bu mücadeleyi yürütmeye çalışıyor. Ancak ortak bir şekilde mücadele etmemiz gerekiyor. Bu konuda gidilecek uzun bir yol var. Kadınların eşitlik mücadelesi, ortak çalışmayı gerektiren bir alan. Avrupa Birliği'nin mottosunda olduğu gibi farklılıklar içinde birliği sağlamaya çalışmak önemli.
DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?