1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Türkiye nasıl bir yol izler?

Nahost-Experte Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
27 Eylül 2017

25 Eylül’deki bağımsızlık referandumu, Türkiye’nin Kuzey Irak politikasında önemli bir dönüm noktası oldu. 2009’dan sonra hızla iyileşen ilişkilerde bugün çatışma noktasına gelinmiş durumda. Serhat Erkmen’in analizi:

https://p.dw.com/p/2kmrG
Irak Kurden Abstimmung Unabhängigkeit
Fotoğraf: picture-alliance/dpa/M. Kappeler

Kuzey Irak'ta 25 Eylül'de yapılan bağımsızlık referandumunda sandıktan "Evet" çıkmasından sonra bölgeyi izleyen herkes aynı soruyu soruyor: Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik sert tutumu sadece söylemden mi ibaret, yoksa kısa süre içinde yaşanabilecek somut gerginliğin hatta bir çatışmanın habercisi mi?

İlişki nasıl düzeldi, neden bozuldu?

ABD'nin Irak’ı işgalinden önce Türkiye’nin Saddam sonrası Irak’a ilişkin en büyük endişesi ülkenin parçalanmasıydı. İşgalle birlikte Irak'ta çatışmanın yaşanacağı, ortaya çıkacak istikrarsızlığın durdurulamayacağı ve merkezi hükümetin zayıflamasıyla ülkenin zamanla parçalanma noktasına geleceği varsayılıyordu. Bu parçalanma senaryosunun Türkiye açısından en tehdit edici yanı ülkenin kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmasıydı. Türkiye o dönemde PKK’nın bulduğu boşluktan yararlanarak güçleneceği ve ortaya çıkabilecek bir Kürt devletinin Türkiye'yi de parçalayacağı gerekçeleriyle tehdit algılıyordu. Üstelik, işgalin ilk günlerinde peşmerge güçlerinin Kerkük’e girerek demografik yapıyı değiştirmesi sürecini başlatması Türkiye’nin tehdit algılamasını daha da güçlendirmişti. Sonuçta 2004’ten itibaren ağırlaşan bu tehdit algılaması çerçevesinde Türkiye’nin Iraklı Kürtlerle ilişkisi uzun süreli bir kopukluk yaşadı.

2008 yılının sonlarından itibaren Türkiye’nin iç ve dış politikasındaki değişikliklere paralel olarak Kuzey Irak özelinde de değişim meydana geldi. Tehdit temelli dış politika algısı ve yapımının yerini, fırsat temelli bir algı ve strateji aldı. Buna göre, Iraklı Kürtler, Irak’ın toprak bütünlüğü içinde sahip oldukları yetki ve avantajları kullandığı sürece Kuzey Irak Türkiye açısından etki alanını genişletebileceği bir alana dönüşebilirdi. Karşılıklı işbirliğinin ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ve bu gelişmenin siyasal alana yansıması PKK’yla mücadelede de olumlu sonuçlar alınmasını sağlayabilirdi. Bu çerçevede Türkiye’nin PKK’yla mücadelesinde Iraklı Kürtler bir ortağa dönüştürülebilir; bölgedeki ekonomik refahın artırılması Türkiye ekonomisine katkı sunan fırsatlar ortaya koyabilirdi. Bu doğrultuda 2009’dan itibaren ilişkilerde hızlı bir dönüşüm yaşandı.

"Karşılıklı bağımlılık” beklentisinin iki taraf arasında mevcut ya da gelecekte olabilecek siyasal gerginlikleri önleyeceği düşüncesi güçlüydü. Türkiye’nin PKK’yla mücadelede arzuladığı işbirliği sağlanamasa da iç politikada yaşanan gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde KDP Türkiye için rakip değil ortak olarak görülüyordu. Bu süre zarfında Türkiye, Bağdat ile Erbil arasındaki sorunlarda Erbil’in yanında durdu. Erbil de Bağdat’a karşı kritik konularda Ankara’yı destekledi. Ancak, her iki tarafın ilişkinin üzerine inşa edildiği beklentiler konusunda çok önemli ve stratejik bir fikir ayrılığı vardı: Bağımsızlık.

Nahost-Experte Serhat Erkmen
Serhat ErkmenFotoğraf: privat

Ankara neden tepki gösteriyor?

Ankara’nın tepkisinin iki temel nedeni bulunuyor: İlki, tehdit algıladığı bağımsızlık senaryosunun çok yaklaşması. Geçici bir dönem Türkiye’de "Irak parçalanırsa parçalansın, ortaya çıkacak olan Kürt devleti Türkiye açısından tehdit değil fırsat kapısıdır…" düşüncesi güç kazanmıştı. Fakat hem Türkiye’deki iç politik koşullar değişti, hem de geleneksel güvenlik algıları ve köklü jeopolitik beklentiler yeniden ön plana çıktı. İstisnaları bulunsa da Türkiye’deki karar verici çevrelerin büyük bir kısmı Irak’ın parçalanması halinde bunun Türkiye’ye de yansıyacağına inanıyor. Kuzey Irak’ta yaşanan sürecin Suriye’nin kuzeyinde de benzer bir hal aldığı görülüyor. Kuzey Irak’taki referandumdan iki gün önce Suriye’nin kuzeyinde PYD kontrolündeki bölgede yapılan seçim Türkiye’deki tehdit algısını pekiştiriyor. Bu bağlamda Türkiye’de referandumun bağımsızlıktan önceki son adım olduğu; bu aşamada engellenmezse Suriye ve Türkiye’yi de etkileyen büyük bir tehdide dönüşeceği düşüncesi ağır basıyor.

Tepkinin ikinci nedeni ise hayal kırıklığı. Ankara, son yıllarda IKBY ile geliştirdiği ilişkilerin kendisine önemli bir manivela kazandırdığını düşünüyordu. Bu nedenle Türkiye’de pekçok siyasetçi, gazeteci ve analizci referandumun son anda erteleneceği düşüncesini hep korudu. Onlara göre, Ankara’nın açık itirazlarına rağmen Mesud Barzani’nin bu kararda ısrar etmesi imkansızdı. Barzani, referandumu Bağdat’a karşı bir pazarlık kartı olarak kullanıyordu ve Ankara’yı kızdıracak bir şey yapmayacaktı. Beklenti ve ilişkilere güven bu denli güçlü olduğundan hayalkırıklığı da bir o kadar derin oldu. Bu hayalkırıklığının izlerini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarından görmek mümkün. Hatırlanacak olursa, Türkiye’nin en son bu şekilde derin hayalkırıklığı yaşadığı yer Suriye olmuştu. İlişkilerde bahar havası yaşanırken, Türkiye’nin tüm ısrarlarına rağmen Şam’ın ülkedeki göstericilere yönelik tavrı ve getirilen önerileri reddi iki ülke arasında gerçek bir krize neden oldu. Bu dönemdeki süreci ve gelişmeleri hatırlamak, Türkiye ile IKBY arasındaki ilişkilerin yakın geleceğinin anlaşılmasına ışık tutabilir.

İlişkilerin geleceği

Peki, somut gelişmeler neler olabilir? Türkiye’den yapılan açıklamaların temel olarak üç ekseni var: Diplomatik, ekonomik ve askeri. Diplomatik ve siyasi olarak Türkiye’nin referandumu ve sonuçlarını tanımayacağı ortada. Ancak anlaşılan Türkiye’nin tepkisi bununla sınırlı kalmayacak. Ekonomik yaptırımların başlaması an meselesi. Bu yaptırımlar Habur sınır kapısının geçici olarak kapatılmasıyla başlayabilir. Ancak asıl can alıcı nokta IKBY’nin uluslararası piyasalara doğrudan petrol satışının engellenmesi olacaktır. IKBY’nin gelir kaynakları düşünüldüğünde bu bölge açısından hayati bir etki yaratabilir. Ancak Kerkük’ün fiili olarak IKBY’nin kontrolünde olduğu dikkate alındığında Irak hükümetinin bu konudaki taleplerine bağlı olarak petrol akışının durdurulmasına da şahit olabiliriz. Irak son dönemde güneydeki petrol üretimini iyice artırdı. Bu nedenle kuzeydeki petrol gelirlerinden kaybını en azından belli bir süre için telafi edebilecek durumda.

Fakat tüm tarafların gözü kulağı askeri seçeneklerin gündeme gelip gelmeyeceğinde. Şu anda Türk basınında zaman zaman gündeme geldiği gibi büyük çaplı bir askeri operasyon gerçekçi görünmüyor. Ancak, Türkiye’nin bölgede güç kullanması için bir tek seçeneği yok. Irak hükümetinin IKBY’ye sınır kapılarının teslim edilmesi için yaptığı uyarıların sonuç vermemesi halinde ilk ve sınırlı askeri gelişmeler yaşanabilir. Herkes Irak hükümetinin kuzeydeki sınır kapısını kontrol altına alabilecek gücü olmadığını biliyor. Fakat sınır kapılarının denetiminde İran ve Türkiye’den yardım istemesi denklemi bir anda değiştirecektir. Bu tür bir talebin gelmesi halinde muhtemelen ilk askeri operasyonun ayak seslerini duymuş olacağız.

© Deutsche Welle Türkçe

Serhat Erkmen

Doç. Dr. Serhat Erkmen Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi Başkanı olarak görev yapmakta.