Elif Şafak son kitabını Berlin'de tanıttı
13 Eylül 2015Elif Şafak, Türkiye'de olduğu gibi dünyada da tanınmış bir yazar. Kitapları otuzdan fazla dile çevrilmiş olan Şafak, mistisizme ağırlık verdiği eserlerinde Türkiye tarihine ve sosyolojisine de ışık tutuyor.Uluslararası Edebiyat Festivali için Berlin'e gelen yazar, Almanca'ya çevrilen son kitabı"Ustam ve Ben" den yola çıkarak, Türkiye'deki son gelişmeleri DW Türkçe'den Özlem Coşkun'a değerlendirdi.
DW: Sayın Şafak Uluslararası Edebiyat Festivali için Berlin'e geldiniz. Size göre böylesi festivallerin edebiyat dünyasındaki yeri ve önemi nedir?
E. Şafak :"Berlin Edebiyat Festivali, dünyanın en büyük edebiyat festivallerinden bir tanesi. Ve iki açıdan çok önemli: Öncelikle farklı fikirlerin paylaşıldığı, yaratıcı fikirlerin dolaşıma girdiği uluslararası bir ortamdasınız. Ama daha da önemlisi dünyanın her yerinden çok farklı okurlarla buluşma imkanınız oluyor. O yüzden okur buluşmalarını çok önemsiyorum, çok kıymetli buluyorum."
"Ustam ve Ben" gibi pek çok kitabınız Almanca'ya çevrildi. Türk ve Alman okurları karşılaştırmanız gerekirse neler söylersiniz?
"Benim açımdan şu çok ilginç; mesela buradaki edebiyat etkinliklerinde uzun uzun okumalar yapmanız bekleniyor. On dakika, yirmi dakika okuyabiliyorsunuz romandan, kimse sıkılmıyor. Türkiye'de öyle değil. Bizde insanlar konuşmak, soru sormak, kızmak istiyorlar. Politika konuşmak istiyorlar. Türkiye'de edebiyatçılara çok fazla politik soru soruluyor. Bunlar tabii ki büyük farklılıklar. Ben apolitik bir insan değilim, politika da konuşabiliriz. Ama öncelikle yazarız, sanatçıyız, yaratıcılık bizim işimiz. Türkiye'de işin bu kısmı biraz gözden kaçırılıyor. O anlamda okurların enerjileri farklı.
"Ustam ve Ben"in diğer kitaplarınızdan farkını nasıl aktarırsınız?
"Ustam ve Ben, çok zengin bir kitap. Şu açıdan zengin; ayrıntılar, felsefe, tarih, din, kültür, azınlıklar, dönemin çatışmaları, mimarisi, şehir planlaması ve bugün hala yaşadığımız sorunların o dönemde de aslında nasıl mevcut olduğunu gösteren bir kitap. Bilim ve bağnazlık arasındaki çatışmaya ışık tutan bir kitap. Çünkü bir tarafta ilerlemeden yana olan insanlar var, bir de sürekli o ilerlemenin önünü kesmek isteyen kesimler var. Bugün de durum aynı bence. Onun için çok farklı kesimden okurlara hitap edebilecek bir kitap. Çok katmanlı bir kitap.
Kitabınızın ana karakteri Mimar Sinan. Kitabın adı da Almanca'ya "Der Architekt des Sultans" yani "Sultanın Mimarı" olarak çevrildi. Kitapta Mimar Sinan ile sultanın ilişkisi nasıl?
"Zor. Bence çok zor ilişki ve biz bunu bugün sansürlüyoruz. Tarih anlayışımız o kadar sınırlı ki, ya atalarımız ne yaptıysa doğrudur diyen ve Osmanlı'yı yücelten, romantikleştiren milliyetçi-muhafazakar bir okuma biçimi var ya da tam tersi tarihle hiç ilgilenmeyen, tamamen geleceğe odaklı daha modernist bir bakış açısı var. Ben iki yaklaşımıda sorunlu buluyorum çünkü tarih bilincine sahip olmamız gerekiyor. Ve tarihi hem güzellikleriyle hem hatalarıyla konuşabilmemiz gerekiyor. Tabularımız var. Unutkanlıklarımız var. Hafızasız bir toplumuz ve bu çok büyük bir sorun. Çünkü bugün yaşadığımız pek çok sıkıntının kökeni o yüzyıllara kadar gidebiliyor. Mesela bugün zannediliyor ki, sultan baş mimarını çok seviyordu, ona para verdi; mimar da güzel güzel çalıştı. Ama o kadar da şirin, şeker bir hikaye değildi bu. Sanatçıların, mimarların üzerinde inanılmaz bir baskı vardı.
Peki, bu hikayeden yola çıkarsak, bugünün Türkiyesindeki iktidar ve düşünce özgürlüğü hakkında neler söylersiniz? Yaşanan sorunlar ve belirttiğiniz toplumsal hafızasızlık arasında bir paralellik görüyor musunuz?
"Evet, sürekli suya yazı yazıyoruz. Halbuki bir tarih bilincimiz olsa, bir özeleştiri bilincimiz de olacak. Ve özeleştiri kötü bir şey değildir. Özeleştiri insanlar için de toplumlar için de gereklidir. Ama bizim, özeleştiriye tahammülümüz yok. Bir de açıkçası ben şunu görüyorum; Türkiye incinmiş insanların ülkesi. Kime sorarsanız sorun, herkesin bir incinmişliği var.Bunu anlıyorum ve saygı duyuyorum. Ama incinmiş insandan başkasını incitmemesini beklersiniz .Bizde öyle olmuyor.İncinen incitiyor. Eskiden öteki olan, bugün başkalarını ötekileştirirse; eskiden incinen bugün başkalarını incitirse ve bu böyle devam ederse biz bu zinciri yüzyıllar boyunca kıramayacağız."
Sayın Şafak, kitabınızda Anadolu toprakları farklı din ve etniklerin birarada yaşadığı bir coğrafya olarak karşımıza çıkıyor. Bugün ise Türkiye toplumunda ciddi bir kutuplaşma, hatta bir çatışma ortamı sözkonusu. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Maalesef çok kolay öfkelenen insanlar olduk. Çok çabuk galeyana gelebiliyoruz. Bu büyük bir sorun. Ve daha bu hafta Anadolu'nun çeşitli yerlerinde linç girişimlerine tanık olduk. Komşunun komşuyu linç etmeye kalktığını gördük sırf Kürt olduğu ya da farklı bir etnik kökenden geldiği için. Aynı şekilde gencecik askerlerin hedef alınması, canlarından edilmesi çok vahim. Büyük trajediler bunlar. Bunların hepsi içimizi yakıyor ve bunların hepsini aynı anda eleştirebilmeliyiz. Benim korkum, bir acının başka acılara yol açması, intikam, nefret duygularının alevlenmesi. Böyle yaklaşılırsa pek çok masum insanın canı yanacak. Neredeyse iç savaş ihtimallerinin konuşulduğu bir ülke haline geldik. Bir an önce bizleri birarada tutan ortak değerleri hatırlamamız gerekiyor."
©Deutsche Welle Türkçe
Özlem Coşkun / Berlin