Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın uzun süreden sonra bir TV programına çıkıp “Merkez Bankası başkanımla konuştum, faizi indirmemiz lazım” demesi, TL’nin rekor değer kaybına neden oldu. Piyasalar, tüm dünyanın artan enflasyona karşı takındığı tutuma rağmen, Türkiye’nin yükselen enflasyona “faiz indirimi” ile cevap verme niyetini şaşkınlıkla karşıladı.
Piyasaların bu kadar büyük tepki vermesinin bir çok nedeni var. Birincisi artık “şahsım” diyerek tüm kararları tek başına almaya başlaması ve Merkez Bankası bağımsızlığının tümüyle yok edilmesi. Enflasyonun dünyada henüz yükselmediği dönemde bile Türkiye'deki enflasyonun yeniden yüzde 17'ye çıkmış olması, artış trendinin ise devam ediyor olması, piyasaların tepkisini artırıyor. Bugünlerde dünyada yeniden enflasyon trendi başlamışken, buna bağlı faiz artışları gündeme gelirken; Türkiye’nin artan enflasyona rağmen faiz indirimini dile getirmesi ise ister istemez paniğin büyümesine neden oluyor.
Aynı hatayı yapmanın maliyeti ne olur?
Türkiye’nin kendine özgü ekonomik koşulları ise böyle bir dönemde faiz indiriminin çıkaracağı faturayı iyice büyütüyor. Türkiye dış açığı olan, bu nedenle yabancı sermayeye ihtiyaç duyan bir ülke. Rasyonel politikalar uygulayıp dış kaynak akışını devam ettirmesi şart. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüksek büyüme hırsını yerine getirebilmesi için ise mutlaka yüklü dış kaynak akışının yeniden sağlanması gerekiyor. Özel sektör dış borçlarının yüksekliği, kamu borçlarındaki büyüme, bunun yanında “128 milyar dolarlık rezervin eritilmesi”, Türkiye ekonomisi için seçebileceği yolları iyice sınırladı. Rasyonel yönetilen bir ekonomide Erdoğan’ın seçebileceği yollar arasında, “enflasyonun altında faiz belirlenmesi” gibi bir yönteme ise hiçbir şekilde yer yok.
Dolayısıyla Bakan Berat Albayrak döneminde olduğu gibi, enflasyonun altında Merkez Bankası faizi belirlenip, yan yollarla fiili yüksek faiz uygulaması artık uygulanamaz bir yöntem haline geldi. Çünkü bu yöntemde kurlardaki yükselme döviz rezervlerini eriterek dengelenmeye çalışılmıştı, ancak şimdi bunu yapacağınız döviz rezervleri de bitti. Türkiye'nin swaplar hariç net döviz rezervinin eksi 50 milyar dolarlarda bulunması, geçmişteki yanlışları tekrar denemeyi imkansız kılıyor.
Buna rağmen aynı yola girilir, yani göstermelik Merkez Bankası faiz indirimleri yapılıp, fiilen yüksek faiz uygulanırsa, bunun kurlara etkisi artık çok daha büyük olacak, sonunda ödeme sıkıntısı bile yaratabilecektir.
Asıl problem: Kurumlar artık yanlışları dengeleyemiyor
Aslında piyasaların Cumhurbaşkanı’nın faizle ilgili takıntısına artık alışmış olmaları gerekiyor. Başbakanlığından beri “Ne olursa olsun faiz insin” tavrını sürdürüyor. Ancak Başbakanlığı döneminde Bakan ve bürokratlar bu isteğin hayata geçirilmesini önlüyorlardı, piyasada “Erdoğan söylese de altındaki teknisyenler bunu dengeler” inancı oluşmuştu. Ancak Başkanlık sistemiyle birlikte "bilimsel olmayan kişisel iddiasını” hayata geçirmeye başladı. Geçen sene yaşanan kriz üzerine ekonomi yönetimini değiştirmesini, "bu iddiasından vazgeçeceği” biçiminde yorumlanmıştı. Ancak kısa sürede başarılı işler yapan Merkez Bankası Başkanı Ağbal’ın da görevden alınmasıyla birlikte bu umut da kayboldu.
Gelinen noktada liyakati tartışmalı bir Merkez Bankası üst yönetiminin görevde bulunduğunu bütün piyasalar biliyor. Bu nedenle de Cumhurbaşkanı’nın bu iddiasını mevcut yönetimin yerine getirme ihtimali yüksek görülüyor. Merkez Bankası üst yönetiminin son 2 yılda sürekli değiştirilmesi ise “Bu Başkan yapmazsa onu da hemen görevden alır” beklentisi yarattı. Bu nedenle de “Ne olursa olsun faizleri düşürecek” yargısı oluşması piyasalardaki korkuyu büyütüyor
Peki, enflasyondaki artış trendi devam ederken, küresel enflasyon ve faiz artışı başlamışken, yeni tüm olumsuz koşullara rağmen, gerçekten dediği gibi Temmuz-Ağustos aylarında faiz indirimi yaptırır mı? Sorun da burada; kimse artık olmaz diyemiyor...
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın göremediği gerçeklik ne?
Erdoğan’ın deyimiyle, “Şahsının faiz iddiası”nda ısrar etmesi, Türkiye ekonomisini adım adım felakete doğru sürüklüyor. Kurlardaki artış geçen yılki gibi “Rekabetçi kur” kılıfı altına da saklanamıyor. Bu yılki ihracat artışı iyi seyrediyor ama bunun nedeni düşük kur değil küresel iklimdeki değişim nedeniyle Türkiye'ye talebin artması. Bir planlama olmadığı için bu artışın sürekli olup olmayacağı şimdiden tartışılmaya başladı. İhracatçılar son kur artışını yorumlarken, “Bizi kurun seviyesi kadar istikrarı da yakından ilgilendiriyor. Ara malı ithalatı nedeniyle maliyetler artıyor, planlama ve fiyatlama kararı veremediğimiz için kurlardaki zıplama bizi zorluyor” diyorlar. Yani bu takıntı nedeniyle oluşan kurlardaki artıştan, döviz birikimi olanlar dışında, kimse memnun değil. Aksine herkes çok şikayetçi.
Cumhurbaşkanı ise "maliyet enflasyonu” dediği, ucuz kredi imkanının biran önce gelmesi için faizlerin inmesi gerektiğinde ısrar ediyor. Bunun kurlarda yarattığı etkiyi, enflasyonu düşürmeden faizin indirilmesinin, zaten yüklü dış kaynak ihtiyacı varken, tümüyle kaynağın kesileceği anlamına geldiğini, o zaman hiç büyüme olmayacağını görmüyor.
İşin kötü tarafı, defalarca denenip somut faturaları görülmesine rağmen, Cumhurbaşkanı’nın aynı yanlış anlayışında diretmesi. Pandeminin de etkisiyle artan yoksulluğun, biriken toplumsal huzursuzluğun bu yanlış politikalar nedeniyle oluştuğunu görememesi.
Erdal Sağlam
© Deutsche Welle Türkçe