Tecrit içinde tecrit
5 Temmuz 2020Bu yazıyı AKP iktidarının 18. yılında, bir salgın sırasında siyasi tutuklu ve mahkumlara ve ailelerine yapılan eziyeti kayda geçirmek için yazıyorum. Memlekette insanların siyasi nedenlerle eziyet görmesi yeni değil. Yeni olan, bu eziyetin Koronavirüs salgınında yeni bir boyut kazanması. Elbette örnek çok, yazıda ancak bazılarını aktarabileceğim. Gelin, en ambargolusundan, HDP’li vekillerden ve tutuklanan belediye başkanlarından başlayalım.
HDP'li Meral Danış Beştaş, Çoklu Baro Yasa teklifinin görüşüldüğü komisyondan çıkıp bir nefeste anlatıyor. "Eziyet Korona ile başlamadı" diyor. "Bizim tutuklu, daha doğrusu rehine dediğimiz arkadaşlarımızın hepsi ailelerinden yüzlerce, hatta bin küsür kilometre uzakta. Mesela Eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Gültan Kışanak Kocaeli Kandıra’da, ailesi Diyarbakır’da."
Diyarbakır - Kandıra arası kabaca 1350 kilometre. Kışanak’ın kızı annesinin ziyaretine daha rahat gidebilmek için İstanbul’da ev tutmuş, ama salgın sırasında Diyarbakır’daymış. Annesini aylarca görememiş. Bu yazıyı yazarken, Kışanak ve beraber yargılandığı Demokratik Bölgeler Partisi DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in tutukluluklarının devamına karar verildiğini okuyorum. İkisi de 3 yıl 8 aydır hapiste ve 14 küsür ve 15 yıllık cezalara çarptırılmışlardı.
Meral Danış Beştaş saymaya devam ediyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Selçuk Mızraklı, Kayseri Bünyan T2 Cezaevi’nde. Ailesi normalde her hafta görüş için arabayla yaklaşık 1100 kilometre yol kat etmek zorunda. Bir hesap yaptım; Korona salgınına kadar geçen sürede en az 20 bin kilometre gidip gelmiş olmaları lazım. Sonra görüşler malumunuz bıçak gibi kesiliyor. Danış Beştaş, ailenin karayoluyla her hafta onca yol kat etmesinin risklerine ve Kayseri’nin muhafazakar yapısına da dikkat çekiyor.
Van Büyükşehir Belediyesi’nin tutuklu eski başkanı Bekir Kaya da Silivri Cezaevi’nde. Ailesinin görüş için gidiş geliş her hafta 3600 kilometre kat etmesi gerekiyor. Bekir Kaya Silivri’deki koğuşunda hep tek başına kalmış. Ailesi de onu her zaman ziyarete gidememiş.
Her hafta onca yolu kat edebilmenin sadece manen değil, madden de bir maliyeti var. Şimdi bu satırları yazarken aklıma geldi, bunun da bir hesabını çıkarmak gerekiyor.
"Aile boyu eziyet"
Danış Beştaş, "Türkiye’de cezaevinden bol bir şey yok. 'Bu cezaevini daha çok, bunu daha az koruyoruz' diyemezler. Her yerde koşullar aynı olmak zorunda. Dolayısıyla arkadaşlarımızın ailelerinden bu kadar uzakta tutulmalarını kindar bir tutum olarak görüyorum ve kötülükle açıklıyorum. Bunun başka bir izahı yok" diyor. "Eziyeti sadece arkadaşlarımıza yapmakla yetinmiyorlar, bütün aileye, tüm sülaleye de sirayet ettiriyorlar."
Selahattin Demirtaş örneğinde olduğu gibi. Demirtaş’ın ailesi Aralık 2019’da İstanbul’dan Edirne’ye görüşe giderken çok ciddi bir kaza geçirdi. Anne-babası dahil, bazı aile bireyleri hafifsenmeyecek şekilde yaralandı. Çok daha kötü sonuçları olabilirdi bu kazanın. Demirtaş’ın anne - babası o günden sonra oğullarını görmeye gidemediler. Tam gideceklerdi belki, Korona salgını patlak verdi. Bu eziyet, ailelerini her hafta yürekleri ağzında bekleyen mahpuslar için salgın günlerinde daha da ağırlaştı.
Başak Demirtaş: Dünyayı kaç kez turladım
Başak Demirtaş geçen yıl bir hesap yapmış: "Bir baktım, Diyarbakır Edirne arasında gide gele dünyanın etrafını 14 kez dolaşacak kadar yol kat etmişim" diyor. Gidiş-geliş yaklaşık 3 bin 500 kilometre. Demirtaş, eşini en son 3 ay 3 günlük bir aranın ardından 17 Haziran’da görebildi. Camın ardında, tulum ve maskeyle, kapalı görüşte. Sadece bir kişiye izin verildiğinden, kızları da 6 Mart’tan bu yana babalarını göremediler.
Başak Demirtaş durumu "Tecrit içinde tecrit" olarak tanımlıyor. "Neden tecrit diyorum? Bu iki kişilik bir tecrit. Zaten Abdullah Bey (26. Dönem Hakkari milletvekili Abdullah Zeydan) ile birbirlerinden başkasını görmüyorlardı. Ziyaretçi ve personel dışında kimseyle temasları olmuyordu. Sosyal aktivitelerde, bağlama kursunda, spor alanında da sadece ikisi oluyordu. Pandemi sırasında bu alanlara çıkmaları da yasaklandı. 12 metrekarelik koğuşlarına ve 7’şer adımda gidip gelinen, 7 metre yüksekliğinde duvarla çevrili, üzeri telle kapalı havalandırmaya mahkum edildiler. Açık havada dolaşmanın ne zararı olabilirdi ki? Havalandırmanın kapısı da her zaman açık değil. Sabah açılıyor, sonra kapatılıyor. Belki bir kez daha, ama 18.00’den sonra odada kalıyorlar. Yaz günlerinde oda çok sıcak oluyor." Demirtaş ve Zeydan uzun bir aradan sonra ancak geçtiğimiz hafta halı sahaya çıkıp futbol oynamışlar.
Başak Demirtaş, alışveriş merkezleri bile açılırken bu kısıtlamaların kaldırılmamış olmasının açıklanmaya muhtaç bir durum olduğunu söylüyor. Avukat Murat Arksak da, Demirtaş ve Zeydan’ın aileleriyle görüşemezken, sabah öğle akşam personelden 15 kişiyle temas ettiğine dikkat çekiyor. "Aileler ziyaret edemiyor, biz müvekkillerimizle gerektiği gibi görüşemiyorduk, ama cezaevi personeli her gün evlerine gidip geliyorlardı. 11 Mayıs’a kadar bu böyle gitti. Neden sonra personel de cezaevinden çıkmadan 14 günlük vardiyalarla çalışmaya başladı" diye anlatıyor.
Başak Demirtaş, Adalet Bakanı’nın iki kez söz verdiği görüntülü görüşme uygulamasını neden hayata geçiremediğini de sorguluyor, "Bakanlık bu konuda kötü bir sınav verdi" diyor.
Tüm aileler hapislerdeki yakınlarıyla haftada 10 dakikadan 20 dakikaya çıkarılan, ama bayramda bir dakika bile uzatılmayan telefon görüşmeleriyle yetinmek zorunda. Ufukta yeniden bir görüş görünüyor, ama yine kapalı, yine tek kişilik.
Mektuplar da geciktiriliyor ve sansürleniyor. Başak Demirtaş, "Dört sayfalık mektubumun üç sayfasını sildiler. Tek iletişim aracımızı da sakıncalı gördüler" diyor. Demirtaş eşine artık doğumgünleri ve bayramlar dışında kitap da götüremiyor. Son torba kanundan çıkan bu düzenlemeyle tutuklu ve mahkumlara bir darbe daha iniyor.
Savunma hakkına kısıtlama
Avukat Arksak, avukat müvekkil ilişkisinin, duruşmalara hazırlanma imkanlarının, yani savunma hakkının da baltalandığını anlatıyor. Belge alış verişi ortadan kalkmış. Önce iki haftada bir, sonra haftada bir görüşebilmişler, ama camın arkasından. Avukatın teslim edilmek üzere bıraktığı not Selahattin Demirtaş’a ulaştırılmamış. Avukat Arksak, "Şimdi haftada birkaç kez görüşme yapabiliyoruz. O halde aileler de artık düzenli görüşe geçebilir" diyor.
Selahattin Demirtaş’ın sağlık durumu malum. Tutuklandıktan sonra yüksek tansiyon hastası oldu. Önceden varolan kalp rahatsızlığı da hapishane koşullarında kendini hatırlatmıştı. Korona zamanında Demirtaş’ın tedavisi yarım kaldı. Arksak, Abdullah Zeydan’ın da kalbinde bir delik olduğunu söylüyor.
Sağlık önlemi bahane, insanlar ölüyor
Bu yazıyı yazarken Twitter’da bilmediğim başka bir hikaye, anladığım kadarıyla bir cemaat davasında mahkum olan Fatih Terzioğlu’nun eşi karşıma çıkıyor. Terzioğlu kanser, doktor bir yıl ömür biçmiş, zatürre olmuş, tedavi görecek durumda değil, hastaneden yeniden hapishaneye gönderilmek üzere. Eşi Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı arasında mekik dokuyor, bu dönemi evinde geçirsin diye tahliye olmasını istiyor. Aklıma yurtdışına çıkış yasağından dolayı zamanında tedavi göremeyen Ahmet, yine aynı şekilde tedavi hakkından mahrum bırakılan Haluk Savaş geliyor.
İşte infaz sisteminde bunlar gibi binlerce ihlal aynı anda yaşanıyor, hayatlardan çok değerli günler çalınıyor. Kötülüğün bu kadarını tarif etmak için yeni bir kelime bulmak gerekiyor.
Banu Güven
© Deutsche Welle Türkçe