Su havzalarında tehlike çanları
22 Mart 2021Türkiye’nin yakın bir gelecekte su kriziyle karşı karşıya kalma riski giderek büyüyor. Resmi açıklamalara göre Türkiye, kişi başına kullanılabilir su potansiyeli bakımından su baskısı yaşayan ülkeler arasında yer alıyor.
Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre Türkiye’de kişi başına düşen kullanılabilir yıllık su miktarı 2000 yılında 1652 metreküp iken, 2009’da 1544 metreküpe, 2020’de ise 1346 metreküpe geriledi.
DW Türkçe’ye konuşan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi, Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay ise DSİ’nin verilerinin güncel olmadığına işaret ederek, durumun resmi verilerin gösterdiğinden daha vahim olduğunu savunuyor.
Gerçek su varlığı ne kadar?
Tolunay, hesaplamada kullanılan yıllık yağış miktarının 1990’lı yıllardan bu yana değiştirilmediğini, resmi verilere yansıyan düşüşün sadece nüfus artışından kaynaklandığını söylüyor.
DSİ’ye göre Türkiye’nin yıllık kullanılabilir su varlığının 112 milyar metreküp olduğunu söyleyen Tolunay, bu verinin Türkiye’nin yıllık ortalama 643 milimetre yağış aldığı hesabına dayandığını belirtiyor. 1981-2010 yılları arasında yağış ortalamalarının azaldığını aktaran Tolunay, "Örneğin Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre ülkemizin alansal yağış ortalaması 574 mm. Buna göre aslında kullanılabilir su miktarımız 112 milyar metreküp değil, daha az. Bu konuda herhangi bir resmi veri olmamasına rağmen 100 milyar metreküp civarında olduğunu söyleyebilirim" diyor.
Su varlığının yağışlı yıllarda artarken kurak yıllarda azaldığını belirten Tolunay, "Su miktarımız yıllara göre değişmiyormuş gibi hesaplama yapmak su yönetimi açısından hatalı kararlar alınmasına neden olabilir. 2020 yılında ülkemize düşen toplam yağış miktarı 390 milyar metreküp oldu. Kullanılabilir su miktarı daha da düştü. Kurak yıllarda kullanılabilir su miktarının 80 milyar metreküplere kadar düşmesi halinde Türkiye, kişi başına düşen su miktarı açısından su fakiri ülke kategorisine giriyor" diye konuşuyor.
Peki, Türkiye’nin su varlığındaki azalış neden kaynaklanıyor?
'Sistematik tahrip var'
DW Türkçe’ye konuşan Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) Genel Başkanı Ahmet Kahraman, Türkiye genelinde sorunun iki ayağı olduğunu ifade ediyor. "Bunlardan birincisi ve en önemlisi su havzalarının korunmuyor oluşu" diyen Kahraman, su havzalarının korunmak bir yana sistematik olarak tahrip edildiğini düşünüyor. Kahraman, bunun en bariz örneklerinden birinin Millet Bahçesi ve yapılaşma planlarıyla gündeme gelen Salda Gölü olduğunu söylüyor.
Plansız yapılan projelerin su havzalarını tahrip ettiğini dile getiren Kahraman, Ege’deki JES'ler ve Karadeniz’deki HES’lerden örnek veriyor. Sanayi, evsel ve tarımsal kaynaklı su kirliliğinin de kontrol altına alınamadığını belirten Kahraman, su kaybının yaşandığı havzalara başka bir havzadan su aktarılarak sorunun çözülmeye çalışılmasını ise yanlış bir politika olarak değerlendiriyor. Kahraman, "Bu, su krizi yaşayan havzaların sorunlarını dalga dalga başka havzalara yönlendirmekten başka bir şey değil. Asıl sorunu halı altına süpürme yöntemi. Ayrıca bu tür uygulamalar su havzalarına yönelik saldırıları da yüreklendiriyor" diyor.
Kahraman’a göre, su havzalarının korunması kanunlarla emredilmiş olmasına rağmen, kanun değişiklikleri, yönetmelikler veya Melen örneğinde olduğu gibi artık havza kimliğini yitirmiş alanlar için özel havza kanunları çıkarılarak tahribatın şiddeti artırıldı.
Baraj dolulukları azaldı
DSİ verilerine göre 2010-2019 yılları arasında 25 havzanın 15’inde baraj doluluk oranı azaldı. Baraj doluluk oranları, Burdur-Göller Havzası’nda yüzde 418, Gediz Havzası’nda yüzde 359, Antalya Havzası’nda yüzde 196, Konya Kapalı Havzası’nda yüzde 137, Akarçay Havzası’nda yüzde 101, Van Gölü Havzası’nda yüzde 90 azaldı.
2018-2019 yılları arasında geçen bir yılda ise Türkiye genelindeki toplam 352 barajdan 123’ünde baraj doluluk oranları azaldı.
Prof. Dr. Doğanay Tolunay’a göre barajlardaki doluluk oranının azalmasının başlıca nedeni su tüketimindeki artış. Türkiye’nin 2008’de 45,5 milyar metreküp olan su tüketiminin 2016’da 60 milyar metreküpü aştığını dile getiren Tolunay, yaklaşık 15 milyar metreküplük artışın 10 milyar metreküpünün tarımsal üretimden, 4 milyarının termik santrallerden kaynaklandığını, evsel tüketimdeki artışın ise sadece 0,5 milyar metreküp olduğunu söylüyor.
Öte yandan 2013, 2017 ve 2020 yılındaki yağışların ortalama değerlerin altında gerçekleştiğine işaret eden Tolunay, "2013 sonrasında sadece 2018 yılı nispeten daha yağışlı geçti. Böylece olunca da barajların çoğu yağışlı kış ve ilkbahar aylarında yüzde 100 doluluğa ulaşamadan kurak döneme girildi ve sonuç olarak baraj doluluk oranları genel olarak düştü" diyor.
'Yapılaşma yok ediyor'
Doğanay Tolunay, su havzalarındaki yapılaşmanın da barajlarda depolanan su miktarını azalttığını vurguluyor. Tolunay, "Örneğin İstanbul Havalimanı inşaatı nedeniyle Terkos Gölü’nü besleyen birkaç dere yok edildi ve böylece gölü besleyen su kaynakları azaltıldı. Kanal İstanbul’un yapılmasıyla Terkos’ta biriktirilen su miktarı daha da azalacak" diyor. Akarsu, göller ve barajlardaki su miktarı ve kalitesinin, havzalardaki orman varlığıyla da yakından ilişkili olduğunu ifade eden Tolunay, hatta bu nedenle 21 Mart'ın Uluslararası Orman Günü, 22 Mart’ın Dünya Su Günü ve 23 Mart'ın Dünya Meteoroloji Günü olarak kutlandığını vurguluyor.
Tolunay’ın verdiği bilgiye göre orman varlığındaki azalmayla yağış sularının toprağa sızması azalıyor. Erozyon, sel ve taşkınlara neden olan yüzeysel akış artıyor. Yüzeysel akışa geçen su da depolanamadığı için kaybediliyor. Türkiye’de enerji, maden, turizm gibi faaliyetlerle orman vasfını kaybeden alanların 739 bin hektara ulaştığını ve bunların tamamına yakınının üzerinde fiilen orman olmasa da orman alanları içinde gösterildiğini dile getiren Tolunay, iklim değişikliğine bağlı olarak da orman yangınlarının sayısının arttığını aktarıyor.
Çevre Mühendisleri Odası’na göre de Avrupa yakasında bulunan su havzalarının "Mega Projeler" ile yapılaşmaya açılması sadece İstanbul’un su potansiyelini değil, yakın bölgeleri de tehdit ediyor. Kanal İstanbul olarak tanımlanan Su Yolu, Yenişehir Rezerv Alanları olarak tanımlanan Yenişehir Yapı Alanları ve yapımı tamamlanan 3. Havalimanı projelerinin İstanbul Avrupa yakasının su ihtiyacını karşılayan su havzalarında önemli bir yıkıma neden olacağı öngörülüyor.
'Altyapılar problemli'
ÇMO Başkanı Kahraman, Türkiye’de su sorunun ikinci ayağını, "doğru ve verimli bir su kullanımı planının olmaması" diye tanımlıyor.
Dünyada tarımsal üretim için kullanılan suda azalış eğilimi varken Türkiye’de böyle bir eğilimin olmadığını ifade eden Kahraman, "Tarım Orman Bakanlığı’na göre 2017’de Türkiye’deki toplam su kullanımının yüzde 74’ü tarım kaynaklı. Hükümetin tarımda sağlıklı ve sürdürülebilir bir tasarruf önlemi yok" diyor.
Evsel su kullanımı için de büyük bir israfın söz konusu olduğunu belirten Kahraman, tesislerde arıtılan toplam suyun yüzde 30-40’ının kötü altyapılardan ve çatlak borulardan ötürü kaybolduğunu aktarıyor.
Küresel iklim krizi de düşünüldüğünde sorunlara derhal müdahale edilmesi gerektiğine vurgu yapan Kahraman, yağış ve akarsu akışlarındaki yıllık değişimin Türkiye’nin hidrolojik kuraklığa doğru gittiğini net bir şekilde gösterdiğine işaret ediyor.
Kuraklık riski en çok nerede?
Peki, su sıkıntısı hangi bölgelerde öne çıkıyor?
Prof. Tolunay, Türkiye’nin İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin aslında kuraklıktan daha fazla etkilendiğini, büyük kentlerde ise nüfus hızla artarken su kaynaklarının aynı oranda artırılmaması nedeniyle su sorunlarının yaşandığını vurguluyor. Tolunay, "Bu sorun kuraklıktan çok kentlerin yanlış planlamasından, daha doğrusu su ve diğer kaynaklar göz önünde tutulmadan hızlı kentleşmenin önünün açılmasından kaynaklanıyor" diyor.
Tarım ve Orman Bakanlığı Su Yönetim Genel Müdürlüğü tarafından Türkiye’deki 25 büyük su havzasının 13’ünde Kuraklık Yönetim Planı hazırlandı. Tolunay, planın hayata geçirilmesiyle ilgili ise yönetişim sorunları yaşandığını belirtiyor. Su yönetimi planlarındaki eksikliklere de dikkat çeken Tolunay, "En önemli eksiklik, arazi kullanım planlamasının göz ardı edilmesi. Çünkü kentlerin aşırı büyümesi ve nüfusunun artması, özellikle içme suyu havzalarının kentleşme ve kirlilik ile kaybedilmesi, orman olarak kullanılması gereken eğimli arazilerde tek yıllık ürünlerin yetiştirilmesi gibi doğrudan kuraklıkla, hatta sel ve taşkınların da oluşmasıyla ilgili sorunlara değinilmiyor. Kuraklıktan söz edilince bir içme suyu havzasının yok edilerek kanal açılmasının hiç gündeme gelmemesi gerekirken, Kanal İstanbul’un inşasından vazgeçilmiyor" diyor.
Bakanlığın raporlarında, su havzalarının durumu ve kalitesi hakkında envanter sorunu olduğunun açıkça beyan edildiğini belirten Ahmet Kahraman da bunu ciddi bir zafiyet olarak değerlendiriyor. "Neye sahip olduğunuzu bilmezseniz onu koruyamazsınız" diyen Kahraman, bu alandaki sorunların çoğunun çözümünün 2023 yılına ertelendiğini vurguluyor.
Pelin Ünker
© Deutsche Welle Türkçe