Sansaryan Han'a 92 yıl sonra iade yolu açıldı
14 Aralık 2022Anayasa Mahkemesi, 1930'da el konulan, bir dönem İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak da kullanılan ve işkence iddialarıyla gündeme gelen tarihi Sansaryan Han’ın Sanasaryan Vakfı’na iade edilmesine ilişkin açılan davanın "Türkiye Ermeni Patrikliğinin Vakfı temsil yetkisinin bulunmadığı" gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle hak ihlali kararı verdi. Patrikliğin, cemaat vakfı statüsünde olan vakfı temsil yetkisinin bulunduğunu belirten AYM; kararında, "Varılan ihlal sonucu, davanın otomatik olarak kabulü gerektiği biçiminde anlaşılmamalıdır. İşin esası incelendikten sonra ne yönde karar verileceği yargı mercilerinin takdirindedir” vurgusu yaptı.
Sansaryan Han'ın tarihi
Sanasaryan Vakfı, Ağa Mugradiç Sanasariyen tarafından Osmanlı Devleti döneminde Ermenilerin fakir çocuklarının eğitim ve öğretim masraflarını karşılamak amacıyla 1901 yılında kuruldu. İstanbul'un Fatih ilçesine bağlı Sirkeci semtinde bulunan Sansaryan Han, 1929 yılında Vakıf adına tescil edildi. Ancak Sansaryan Han, 1930 yılında İstanbul İl Özel İdaresi’ne devredildi. 1947’de buna karşı açılan davalar reddedildi. Taşınmaz, 1952 yılında da İl Özel İdaresi adına tescil edildi. İstanbul Yüksek Dereceli Hukuk Hâkimliği, 1987 tarihli kararıyla taşınmazın Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tescil edilmesine karar verdi.
Türkiye Ermenileri Patrikliği dava açtı
Sanasaryan Vakfı adına Türkiye Ermenileri Patrikliği, 2011 yılında il özel idaresi ve Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhinde tapu iptali ve tescil davası açtı. Mahkeme, 2014 yılında davayı reddetti. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 2017 yılında kararı vakıf lehine bozdu. Kararda, vakfın "cemaat vakfı niteliğinde" ayrı bir vakıf türü olduğuna işaret edilirken, 2008 yılında çıkarılan kanunla bu vakıflara yeni haklar verildiği, bu kararın buna göre verilmesi gerektiği kaydedildi.
Ancak Genel Müdürlüğün karar düzeltme talebini görüşen Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, bu kez kendi verdiği bozma kararını kaldırarak yerel mahkeme kararını onadı. Kararda, Türkiye Ermeni Patrikliğinin açtığı tapu iptali ve tescil davasında, Patrikliğin Vakfı temsil yetkisinin bulunmadığı savunuldu. "Vakfın vakfiyesine göre mütevelliliği Ermeni Patriğine şart edilmiş olduğundan Vakfın cemaat vakıflarından olmadığı sonucuna varılmaktadır. Bu durumda mazbut vakıf olan Vakfın idare ve temsilinin Genel Müdürlüğe geçtiğinin ve Türkiye Ermeni Patriğinin mütevelliliğinin de son bulduğunun kabulü gerekir" denildi. Böyle bir davanın ancak kayyım aracılığıyla açılabileceği öne sürüldü.
Vakıf AYM'ye başvurdu
Bunun üzerine 2019 yılında Sanasaryan Vakfı, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundu. Anayasa Mahkemesi, vakfın mülkiyet hakkının ihlal edildiğine oy birliğiyle karar verdi. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesi'ne gönderilmesine de hükmedildi.
AYM kararının gerekçesinde, Vakfın hukuki varlığıyla ilgili bir ihtilaf bulunmadığı, tartışmanın Vakfın statüsü ve kim tarafından temsil edilebileceğiyle ilgili olduğuna işaret edildi.
"İdari kararla statü değiştirme yetkisi zorlama"
Mazbut vakıflarda temsil yetkisinin Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olduğu, cemaat vakıflarında bu yetkinin büyük ölçüde vakfiyeye ve mensuplarının seçimle ortaya çıkan iradesine göre belirlendiği anımsatıldı. Kararda, 2762 sayılı mülga Kanun'un 1. maddesinin ilk hâlinde cemaat vakıflarının mülhak vakıf kategorisinde sayıldığı ifade edildi.
Yargıtay’ın bozma kararında Vakfın cemaat vakfı mahiyetinde olduğunun açıkça kabul edildiği belirtildi ve "Buna karşılık karar düzeltme aşamasında Daire bu görüşünden dönerek Vakfın mazbut vakıf statüsünde olduğu kanaatine varmıştır. Daire, bu görüşüyle bağlantılı olarak Patrikliğin Vakfı temsil yetkisinin ve vakıf adına talepte bulunma hakkının bulunmadığına karar vermiştir" ifadesi kullanıldı.
"Yargıtay’ın kararı kanunda olmayan genişletici yorum"
Kararda, Yargıtay’ın bu kabulünün kanunun lafzından çıkarılması mümkün olmayan, oldukça genişletici ve öngörülemez bir yoruma dayandığı belirtildi:
"743 sayılı mülga Kanun'un kabul edildiği 1926 yılından sonra yürürlüğe giren konuyla ilgili tüm mevzuatta cemaat vakıfları mazbut vakıflardan ayrı bir kategori olarak kabul edilmiştir. 2762 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 1935 yılı ile 5404 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 1949 yılı arasındaki dönemde cemaat vakıfları mülhak vakıflar arasında sayılsa da bunlar hiçbir dönemde mazbut vakıf olarak kabul edilmemiştir. Öte yandan bir an için Genel Müdürlüğün 1936 tarihli işleminin tartışılmaya açılamayacağı kabul edilse bile 1949 ve sonrası dönemde cemaat vakıfları lehine yapılan çok sayıda yasal değişikliğe karşın bu Vakfın statüsünün hâlen mazbut vakıf olarak devam ettiğinin düşünülmesi de oldukça daraltıcı bir yorum olur."
Kararda hak ve özgürlükleri sınırlandıran hükümlerin kamu makamlarınca geniş yorumlanmasının bireyler açısından öngörülemez sonuçlar doğurabileceği kaydedildi:
"Bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde Vakfın mazbut vakıf olarak kabulünün ve buna bağlı olarak Patrikliğin Vakfı temsil yetkisinin bulunmadığının değerlendirilmesinin kanun hükümlerinin öngörülebilir olmayan genişletici yorumuna dayandığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Varılan sonuca göre müdahalenin meşru bir amacının veya ölçülü olup olmadığının değerlendirilmesine gerek görülmemiştir."
Sansaryan Han iade edilecek mi?
Anayasa Mahkemesi, kararında yerel mahkemeden Vakfı Patrikliğin temsil yetkisinin bulunduğunu kabul ederek, esasa ilişkin bir karar verilmesini istedi. Ancak kararda, davanın otomatik kabul edilmesi anlamı çıkmayacağını belirten AYM; şu mesajı verdi:
"Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir. Varılan ihlal sonucu, davanın otomatik olarak kabulü gerektiği biçiminde anlaşılmamalıdır. İşin esası incelendikten sonra ne yönde karar verileceği yargı mercilerinin takdirindedir."