Kul Nesîmi’nin, Haydar Haydar olarak bilinen şarkıya uyarlanan şiirinin bir bölümü şöyledir:
"Sofular haram demişler
Bu aşkın badesine (şarabına)
Ben doldurur ben içerim
Günah benim kime ne?"
Nesîmi 17. yüzyılda bu dizeleri yazdığında ne Instagram vardı, ne de kurumsal şirketler ve kuralları. Nesîmi 17. yüzyılda derdini anlatmak için şiir yazıyordu, bugün ise insanlar dertlerini sosyal medyada dile getiriyor. Bugünlerde bazen inadına kadeh kaldırıp iki satır yazarak. Kâh "Camide içki içtiler" yalanıyla, kâh alkole gelen vergilerle, kâh iktidardan cesaret alan kendini bilmez tebliğciler eliyle hissettirilen baskıya, hayat tarzına müdahale çabalarına karşı bir nevi hattı müdafaa ve bunu gösterme, paylaşma ihtiyacı söz konusu. Bazen bu müdafaa hattı, kapalı hesaplar kadar sınırlı bir ortamda kurulmuş olsa da, büyük saldırıya uğruyor, orada duranlar ciddi yara alabiliyor.
Kadir gecesi içki içen, aralarında dört Pegasus çalışanının da bulunduğu sekiz kişi gibi. Paylaşımı yapan kişi hakkında, dini değerleri aşağıladığı şüphesiyle başlatılan soruşturma da hızla ilerleyecek belli ki. Avukat Kerem Donat, savcılığın müvekkilinin evine tebligat yerine doğrudan polis gönderdiğini söyledi. Hem de Pazar günü! Müvekkili bayram tatilinden döner dönmez beraber ifadeye gidecekler.
"Gökçek’in trolleri ve Yeni Akit iş başında"
Dine hakaret suçlamalarına imkan verebilecek durumlar, bir kesim için altın değerinde fırsatlar. Bu kesimin içinde, çoğunun Melih Gökçek tarafından takip edildiğini saptadığım troller var. Bir diğer aktör ise yandaş gazeteler, çoğunlukla da Yeni Akit. Gazete, sosyal medyada başlayan linci büyüten, adına "haber" diyemeyeceğim metinler yayınlıyor. Dikkat ettiniz mi, Sedef Kabaş’ın tutuklanmasına giden süreçte de aynısı olmuştu. İnsanlar, içkisi ya da yorumuyla, kimsenin ibadetini engellememiş ya da kimseye ya da bir dine hakaret etmemişken, hayatlarını değiştirecek ağırlıkta sonuçlarla karşılaşıyor. İçki masasının fotoğrafını "Kadir gecesi özel" yorumuyla paylaşan kişi ve arkadaşları gibi.
Paylaşımı yapan valilikten koruma istedi
"Gibi" dizisine hiç denk geldiniz mi bilmiyorum. Orada bir "Sokak Röportajı" bölümü vardı, izlemediyseniz hararetle tavsiye ederim. Dizinin kahramanlarından Yılmaz, bir gün bir sokak röportajında heyecanlı bir şekilde konuşuyor. Uzaktan izliyoruz, ama ne dediğini duymuyoruz. Yılmaz’ın hayatı aynı günün akşamında değişiyor. Aklında arkadaşlarıyla aldıkları iki kilo böbreği afiyetle yemekten başka bir şey yokken, bir anda televizyonda kendisini görüyor. Söylediklerinden dolayı bir öfke ve tehdit selinin ortasında kalıyor. Hayatı alt üst oluyor.
Avukat Kerem Donat da, müvekkilinin kendisini dizideki karakter gibi hissettiğini söylüyor. Müvekkili sosyal medyada isim ve fotoğrafıyla hedef gösteriliyor ve açıkça tehdit ediliyor, bilinmeyen numaralar tarafından aranıyor. Tehdit savuranlar arasında "Sana denk geleceğim günü dört gözle bekliyorum" diyen de var, "O sigarayı başka yerinde söndürürler", "Şunları kırbaçlamak isterim", diyen de, "Bunların adresi yok mu?" diye soran da. Daha kötüleri de var, ama tehditleri yaymamak adına yazmıyorum. Avukat Donat, valiliğe müvekkili için acilen koruma başvurusunda bulundu.
İşten çıkarılma kısmına gelince… Avukat Kerem Donat, müvekkilinin yıllarca kabin memuru olarak görev yaptığı, altı ay kadar sonra kabin amiri olma hayali kurduğu Pegasus’taki işini kaybettiği için üzgün olduğunu söylüyor. Paylaşımı yapan kişinin önüne iki seçenek koyulmuş, "Ya sen istifa edersin ya da biz işten çıkarırız" denmiş. Avukat Kerem Donat, müvekkilinin yanı sıra, kendisinin de hakaret ve tehditlerle karşılaştığını anlatıyor. WhatsApp’tan mesajla tehdit edip, sonra yazdıklarını silenler bile olmuş. Avukat Donat, müvekkili adına açılan sahte hesaplardan yapılan kışkırtıcı paylaşımlar nedeniyle de tedirgin. Sahte hesabı kapattırmış olsa da, orada yayınlananlar fetvacı bazı YouTube yayınlarında kullanılıyor.
Pegasus yöneticileri ne dedi?
Pegasus’un böyle bir ortamda paylaşımı yapan çalışanının işine son vermesi, bu talebi açıkça dile getiren kesimlerce alkışlanırken, yaşam tarzı ve özgürlüklerinin tehdit edildiğini söyleyen kesim tarafından tepkiyle karşılandı. Tam da linç kampanyasının zirve yaptığı saatlerde, "Dini inanç, toplumsal düşünce ve fikirlere atfen rencide edici ifadeleri kesinlikle kabul edilemez buluyoruz" deyip, çalışanını işten çıkaran Pegasus’u boykot etme çağrıları yapıldı.
Peki Pegasus, tepkilerinin ardından hala bu kararının arkasında duracak mı? Hafta sonu ulaştığım üst düzey yöneticilerden aldığım cevap "Evet" oldu. Pegasus, bugün boykot edilmesini isteyen kesim tarafından daha önce alkışlanmış bir şirket olduğu için, bu tutumu biraz daha ayrıntılı sorgulamak istedim.
Zira Pegasus 2017’de üniformalarında Atatürk rozetini zorunlu kılmış, 2018’de Gençlik ve Spor Bayramı’nda tüm yolcularına aynı Atatürk rozetinden dağıtmıştı. Ali Sabancı’nın sahibi olduğu Pegasus’un yönetimi, gördüğüm kadarıyla ufak görev değişiklikleri dışında hala aynı kişilerden oluşuyor. Peki aynı yönetim neden böyle bir karar aldı?
Şirketin en üst düzey yöneticileriyle yaptığım konuşmalardan çıkarımım, Pegasus’un çalışanların içki içmesinin alenileşmesinden değil, söz konusu yorumla beraber şirket kurallarına aykırı bir sosyal medya paylaşımı yapılmasından rahatsızlık duyduğu yönünde. Şirketin internet sayfasında, genel müdür dahil tüm çalışanlarını tabi olduğu, sözleşmelerde de altına imza atıldığını anladığım Ahlaki Davranış Rehberi’nin bir özeti var. Bu özette, basın açıklamasında geçen "toplumsal düşünce ve fikirler" ifadeleriyle ne kastedildiği yazmıyor, ama şöyle bir paragraf var: "Pegasus olarak siyasi faaliyette bulunmayız. Politik etkinlikler ve sosyal medya faaliyetlerinde Pegasus'u temsil ettiğimiz izlenimini doğuracak hareketlerden ve ifadelerden kaçınırız."
Şirketin insan kaynakları, iç denetim, finans bölümlerinin yöneticileri ve genel müdüre bağlı iki direktöründen oluşan Ahlak-Etik Kurulu, çalışanın bu kuralı ihlal ettiği sonucuna varıyor. Hesabın dışarıya kapalı olduğunu, çalışanın ismini kullanmadığını ve Pegasus adının hiçbir yerde geçmediğini hatırlattığımda da, özetle "1000 kadar takipçisi olan bir hesapta yapılan paylaşımın sonuçları dikkate alındığında bu kuralı ihlal ettiği ve şirket itibarını zedelediği" cevabını alıyorum.
Ne var ki, böyle durumlarda, özellikle de Türkiye gibi kamplara ayrılmış bir ülkede, herkesin gözünde itibarını kurtarmak imkansız. Dindar ya da inançlı olmayanların kendilerini tehdit altında hissettikleri bir ortamda, baskı uygulayanlarca hedef gösterilen bir çalışanın işine son verilmesi, her iki kampta da, "mahalle baskısına" boyun eğmek olarak algılanıyor. Birileri kazandığını düşünüyor, diğerleri bir kayıp daha verdiklerini.