NSU: Almanya'da derin devlet kuşkusu
3 Kasım 2021Almanya'da aşırı sağcı Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) adlı terör örgütünün varlığı, 4 Kasım 2011'de Eisenach kentinde düzenlenen bir banka soygunuyla ortaya çıkmıştı. Soygunda polisle yaşanan kovalamaca sonrası NSU örgütü üyeleri Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt'ın bir karavanda ölü bulunmalarıyla ortaya çıkmış, ardından da 185 kilometre doğudaki Zwickau kentindeki evlerinde yangın çıkmıştı. Kundaklama olduğu tespit edilen yangında zarar görmeden kurtarılan çok sayıda belge, fotoğraf ve video ele geçirildi. Çizgi film kahramanı Pembe Panter'in yer aldığı bir videoda ise NSU adlı bir örgütten ve 2000-2007'de işlenen cinayetlerden bahsediliyor, ayrıca öldürülen kişilerin kurşunlanmış fotoğrafları görülüyordu.
Böylece NSU'nun yedi yıl zarfında Almanya’nın farklı kentlerinde 8'i Türkiye kökenli biri Yunan, biri Alman polis 10 kişiyi öldürdüğü anlaşıldı. Bilinen üç üyesi olan örgütün, 10 cinayetin yanı sıra en az 15 banka soygunu ve en az iki ağır bombalı saldırı düzenlediği tespit edildi. NSU davası sırasında Köln'de düzenledikleri iki saldırı dışında, seri cinayetlere başladıkları yer olan Nürnberg'te 23 Haziran 1999 tarihinde Türkiye kökenli bir vatandaşın işlettiği birahaneye el fenerine yerleştirilmiş bomba koyanların da onlar olduğu ortaya çıktı.
Köln'de iki bombalı saldırı
Köln'deki saldırılardan ilki, market işleten İranlı ailenin dükkanına 19 Ocak 2001'de bir Noel hediye kutusunda bırakılan patlayıcıyla düzenlenen idi. Olayda ailenin kızı ağır yaralandı, dükkan tamamen zarar gördü. Aile her şeyini bir anda kaybetti. Babanın seneler sonra, NSU örgütünün bilinen hayattaki tek üyesi Beate Zschäpe'nin yargılanması sırasında "Geriye baktığında patlayıcının sabah erken saatte müşteri yokken ve yakındaki okuldan çocukların tenefüste gelmesinden önce meydana gelmiş olmasına, hiç suçu günahı olmayan insanlar yerine sadece kendilerinin zarar görmesine, acı duysalar da şükür ettiklerini" şeklindeki sözleri hafızalara kazındı.
NSU, Köln kentinde 9 Haziran 2004'te ise Türkiye kökenlilerin dükkan ve restoranlarının bulunduğu Keup Caddesi'nde çivili bomba saldırısı düzenledi. Sevilen bir berber dükkanının hemen önünde duran bir bisiklete yerleştirilen patlayıcı gücü yüksek bombanın infilak etmesi sonucu çoğu ağır, 22 kişi yaralandı. Can kaybı yaşanmaması büyük bir şanstı.
Polis, bu saldırının bağlantısını araştırırken önce sigortayı dolandırmak üzere Türkiye kökenli esnafın sahtekârlık yapmış olabileceği ihtimali üzerinde durdu. Akabinde Kürtler ile Türkler arasında bir anlaşmazlıkla ya da PKK ile bağlantılı olabileceği düşünüldü. Patlamanın mağdurları defalarca sabaha karşı evlerinden özel komandolar eşliğinde alınıp çapraz sorguya tabi tutuldular. Kimi esnafın gizli fiziki ve teknik takibe alındığı da seneler sonra örgütün ortaya çıkması ve yargılama sürecinin başlamasıyla ortaya çıktı.
Polisin hiç aşırı sağ üzerinde durmaması, yıllarca fail veya şüpheli de bulamaması, ısrarla da olaylarda mafya, uyuşturucu, PKK ve Türk-Kürt çatışması, sigorta yolsuzluğu gibi iddialara yoğunlaşması mahallede kimi esnaf ve mahalle sakinini birbirine güvensiz hale getirdi.
Birçok mahalle sakini ise başından beri olayın arkasında aşırı sağcıların, Neonazilerin olduğunu savunuyordu. 9 Haziran 2004'deki kamera kayıtlarını izleyen esnafa göre bu, bir Neonazi saldırıydı. Onları buna ikna eden iki ipucu vardı: Biri bombanın bisiklete yerleştirilmiş olması, ikincisi de bisikleti patlamanın meydana geldiği Özcan Kuaför'ün önüne bırakan kişilerin de Türk veya Kürt gibi görünmemesi. Ancak cadde sakinlerinin bu iddiasının araştırılması talebine yaklaşık dört sene sonra Köln Başsavcılığı olumsuz yanıt verdi ve soruşturma takipsizlikle sonuçlandı.
Derin devlet kuşkusu
NSU cinayetlerinin geç ortaya çıkması, daha sonra cinayetlerle ilgili yürütülen soruşturmalarda tespit edilen ihmaller ve hatalar, saldırıların arkasında derin devlet olup olmadığı, yani "gizli bir gücün" soruşturmaları engelleyip engellemediği kuşkusuna neden oldu.
Kassel kentinde işlettiği internet kafede 2006 yılında 21 yaşındayken öldürülen Halit Yozgat'la ilgili dosyaya yansıyan detaylar da bu kuşkuyu güçlendirmişti. Cinayetten hemen önce Anayasayı Koruma Teşkilatı çalışanı olduğu belirlenen Andreas Temme adlı kişinin olay mahallinde bulunduğu ortaya çıkmıştı. Olay sonrası Temme polis tarafından gözaltına alınmış, ancak cinayeti görmediğini iddia eden Temme, delil yetersizliği nedeniyle serbest bırakılmıştı. Temme'nin cinayette bir rolü olup olmadığı ise hâlâ belirsizliğini koruyor.
Haziran 2012'de ise NSU'nun ortaya çıkmasından sadece birkaç gün sonra Almanya'da iç istihbarattan sorumlu olan Anayasayı Koruma Teşkilatı'nda NSU örgütü üyeleriyle bağlantılı dosyaların yok edildiğinin fark edilmesi de derin devlet kuşkusuna yol açtı.
Bu olayın ardından dönemin teşkilat başkanı Heinz Fromm görevinden istifa etti.
Sanıklar ve aldıkları cezalar
İhmal tartışmalarıyla devam eden soruşturma sonrası NSU'ya yönelik hazırlanan iddianame 2012 yılında kabul edildi. Dava Mayıs 2013'te sıkı kontroller altında Münih'te başladı. Temmuz 2018'de sonuçlanan davada, NSU'nun yaşayan tek üyesi olarak bilinen sanık Beate Zschäpe, 10 kişinin öldürülmesine yardım ve yasa dışı terör üyeliğinden müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Ayrca örgüte silah temin eden Ralf Wohlleben de cinayete yardımdan suçlu bulundu ve 10 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Carsten S. ile Holger G. adlı sanıklar da örgüte silah veya belge, araç ve malzeme temin etmekten 3 ve 2 yıl hapis cezalarına çarptırıldı.
NSU davasının ana sanığı Zschäpe, aldığı müebbet hapis cezasına itiraz etti ve konu Federal Yüksek Mahkeme'ye taşındı. Ancak Yüksek Mahkeme, Zschäpe hakkında verilen 10 cinayete yardım ve yasa dışı örgüt üyeliğinden aldığı cezayı onayarak Zschäpe'nin temyiz başvurusunu geri çevirdi. Zschäpe'nin mahkumiyet kararını Eylül ayında bu kez de Federal Anayasa Mahkemesi'ne taşıdığı geçen hafta ortaya çıktı.
NSU kaç kişiydi, destekçileri var mıydı?
Almanya'da 2012 yılında kurbanları anmak için bir devlet töreni düzenlenmiş, Başbakan Angela Merkel, törende NSU cinayetlerinin aydınlatılacağı sözünü vermişti. Ancak Merkel, "Size Almanya'nın başbakanı olarak cinayetlerin aydınlatılacağı sözünü veriyorum. Yardım edenleri, onların yardımcılarını, arka plandaki adamları açığa çıkarma ve suçlulardan yargı önünde hesap sorma sözü veriyorum" dediyse de NSU tüm boyutlarıyla bugüne kadar hâlâ tam olarak aydınlatılmadı.
İç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın bugünkü başkanı Thomas Haldenwang de geçen ay Berlin'de katıldığı bir toplantıda NSU cinayetlerinin tüm yönleriyle aydınlatılamadığını teslim etti. NSU'nun ortaya çıkışının teşkilat tarihinin en derin krizi olduğunu ve "komple başarızlık" olarak hissedildiğini söyleyen Haldenwang, hâlâ kendisi için de pek çok sorunun cevapsız kaldığını, örgütün hayattan kopardığı insanları kimin, neye göre seçtiğini, katilleri suç işledikleri kentlerde kimlerin desteklediğini, neden NSU ortaya çıktığında istihbaratta dosyaların yok edildiğinin ortaya çıkarılamadığına dikkat çekti.
NSU hakkında bir kitap yazan ve aşırı sağcılıkla ilgili araştırmalarıyla bilinen siyaset bilimci Prof. Dr. Hajo Funke'ye göre ise cinayetlerin aşırı sağcılar tarafından işlenmiş olabileceği yönünde soruşturma yapılmasını başta engelleyen kişi, ilk cinayetlerin işlendiği Bavyera'da dönemin içişleri bakanı olan, Hristiyan Sosyal Birlik üyesi (CSU) Günter Beckstein'di. Funke, emniyette olayın arkasında aşırı sağcıların olabileceği yönünde soruşturma yapmak isteyen polisler olduğunu ve soruşturmanın engellendiğini iddia ediyor.
İki ay önce ölen Federal Emniyet Teşkilatı eski başkan yardımcısı Jürgen Maurer de hayatteyken bu tezi doğrulayan açıklamalarda bulunmuştu.
NSU avukatına göre arkasında derin devlet yok
Nürnberg'te 2005'te işlettiği döner büfesinde öldürülen İsmail Yaşar'ın ailesinin avukatı Aziz Sarıyar'a göre ise NSU'nun arkasında bir derin devlet veya devlet birimlerinde organize bir yapılanma yok. Ona göre, hem istihbarat hem emniyet hem de diğer birimlerdeki bazı polisler, küçük gruplar veya sorumlular NSU'ya göz yumdu ve ipuçlarını ilgili makamlara aktarmadı, hatta bazı dosyaları muhtemelen de yok etti.
Bu yolla katillerin pasif biçimde korunduklarını söyleyen Sarıyar, Almanya'da hâlâ zaman zaman emniyet ve istihbaratta aşırı sağcı veya sağcıları destekleyenlerin varlığına işaret ediyor ve NSU terör örgütünün faal olduğu dönemde de benzer polislerin varlığının kuvvetle muhtemel olduğunun altını çiziyor.
Almanya'da Türkiye kökenlilerin çoğunda olduğu gibi avukat Aziz Sarıyar'da da NSU'nun ortaya çıkmasıyla büyük bir güven kaybı yaşamış. Yargı sisteminin bir parçası olarak da Aziz Sarıyar, "Kendi kendime sordum, polisin iddia ettiği gibi, biz vatandaşların dostu ve koruyucusu olup olmadığını düşündüm" diye yaşadığı süreci anlatıyor. Ancak hiçbir zaman Almanya'yı terk etmeyi düşünmediğini vurgulayan Sarıyar, "Bunu yapamazdım, çünkü aslında katillerin, suçluların da zaten hedefi oydu, direnmeden, korkutup Almanya'yı terk etmemizi istiyorlardı. Alanı onlara teslim edemezdim, bu onların işini kolaylaştırmak olurdu sadece" diye konuşuyor.
DW Türkçe'ye konuşan avukat Sarıyar'a göre müvekkili Yaşar Ailesi ve diğer kurban yakınları açısından NSU bir travma ve kapanması zor bir yara. Ancak bir nebze de olsa onları rahatlatan, ömür boyu hapse mahkum edilen Beate Zschäpe'nin cezasının onanmış olması.
Sarıyar'ın aktardığına göre müvekkili Yaşar Ailesi ve muhtemelen de diğer aileler için NSU davasiyla başka önemli bir nokta daha resmen kayıtlara geçti. O da İsmail Yaşar'ın ve diğer kurban ve mağdurların masumiyeti. "Özellikle İsmail Yaşar'ın annesi için bu çok önemliydi" diyen Sarıyar, "Evladının yasa dışı bir iş yapmadığı, suç işlemediği, masum olduğu kayıtlara geçmeli ve bütün iddialar kayıtlardan silinmeliydi ve bu oldu" şeklinde sözlerini tamamlıyor.
Elmas Topcu
© Deutsche Welle Türkçe