Türkiye başından beri doğrudan ya da dolaylı olarak operasyonun içinde olmak istediğini ilan etti. Başlangıç aşamasında Türkiye operasyonun dışında kaldı. Buna rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin ne sahada ne masada sürecin dışında bırakılamayacağının altını çiziyor. Peki, Irak hükümeti ve koalisyonun başını çeken ABD başta olmak üzere sahadaki etkin aktörlerinin itirazlarına rağmen Türkiye operasyonda dahil olmak konusunda neden ısrarcı ve neler yapabilir?
Türkiye operasyon konusunda endişeli
Türkiye’nin Musul Operasyonu konusundaki endişeleri şu başlıklar altında toplanabilir:
Jeostratejik kuşak tehlikesi: Kerkük’ten Akdeniz’e kadar ulaşan bir hat üzerinde İran’a yakın ya da Türkiye’ye uzak aktörlerden oluşan bir kuşak oluşması Türkiye’nin çevrelenmesi anlamına gelebilecek. Bu hattın aktörleri tek bir etnik, dini ya da ideolojik kökenden gelmeyebilir. Irak’taki Şii milisler; Irak merkezi hükümetiyle işbirliği yapan yerel gruplar; PKK veya onun Irak ve Suriye’deki farklı isimlerdeki örgütleri; ya da Esad Yönetimi bu anlamda Türkiye için aynı ittifakın bir parçası. Coğrafi olarak kesintisiz bir hattın oluşması ve bu hattın ciddi bir askeri güçle desteklenmesi son 10 yılda Türkiye’nin etki sahası olarak algıladığı Halep'ten Kerkük'e kadar uzanan coğrafyada Türkiye’yi tamamen etkisiz kılabilir.
Etki Sahası Kaybı: Türkiye, 2008'den sonra Musul'da en etkin siyasi güç durumundaydı. Musul Operasyonu’nun dışında kalmasının yeni Musul’un şekillenmesinde dışlanmak anlamına geldiğini düşünüyor. Oysa, 2008’den itibaren Türkiye Iraklı Sünni Arapların en önemli koruyucularından birisi oldu. Anbar ve Selahattin'deki Sünni Araplar halihazırda Türkiye’den büyük ölçüde uzaklaştı. Kerkük’tekilerin kaderi belirsiz. Böyle bir durumda Musul'daki etkisini kaybetmesi Türkiye'nin Sünni Araplar üzerindeki etkisini de kaybetmesi anlamına gelecek.
Enerji: Musul’da on yıllar boyunca tam olarak açığa çıkarılamayan bir enerji potansiyeli bulunuyor. Özellikle şehrin kuzey kesimlerinde bir kısmı çatışmanın halihazırda sürdüğü bir kısmı ise KDP’nin kontrolünde kalan alanlarında zengin petrol yatakları keşfedilmişti. Hatta 2012’den itibaren Amerikan şirketleri bu sahalara girdiğinde Türkiye, KDP ve o dönemde güçlü olan Sünni Arap grup arasında bu enerji kaynaklarının işletilmesi ve taşınması konusunda önemli girişimler yapılmıştı. Musul’da Türkiye’nin etkin olamayacağı bir yapının kurulması, Türkiye’nin Kürtlerle ilişkisi ne kadar iyi olursa olsun bu enerji oyunundan Türkiye’yi dışlayacaktır.
Türkmenler: Türkiye, Musul’daki demografik yapının değişmesinin Türkmenler üzerinde halihazırda azalan etkisini tamamen bitireceğini düşünüyor. Sanılanın tersine IŞİD öncesi Irak’ta Türkmen nüfusunun en fazla olduğu vilayet Musul’du. Özellikle ilçe merkezinin tamamının Türkmenlerin oluşturduğu Telafer Türkiye için hep bir hassasiyet merkeziydi. ABD’nin 2005’te Telafer’de başlattığı askeri operasyon o dönemde de Türkiye’nin büyük tepkisini çekmişti. Bugün Musul merkezde ve Telafer’de IŞİD’den kaçamayan ve bu nedenle burada kalan binlerce Türkmen var. Operasyon’dan sonra bunların ciddi baskı altına girmesi olasılığı çok büyük. Buna ek olarak Musul’dan kaçmak zorunda kalan Şii Türkmenler Bağdat’ın oluşturduğu milis gruplara dahil oldu. Bunların geri dönmesi sürecinde Türkmenler arasında Sünni-Şii ayrımı bir daha düzeltilemeyecek bir kan davasına neden olabilir. Bu da Irak’taki iç savaş nedeniyle aralarında mezhepsel gerilim ortaya çıkan Türkmenlerin tamamen bölünmesine yol açar. Türkiye, kendisini Türkmenlerin koruyucu olarak kabul ediyor. Açıkçası Türkmenlerin bir kısmı da bu korumanın yetersiz kaldığını ve halihazırda yalnız bırakıldığına inanıyor. Eğer Erbil ve Kerkük’ten sonra Musul’da da Türkmenler Türkiye’den beklediği desteği göremezlerse bundan sonra Türkiye’nin Türkmenler üzerindeki etkisi bir daha geri gelmeyecek üzere sona erebilir.
Kürtler Arası Güç Dengesi: Türkiye, PKK ve ona bağlı grupların gelecekte Iraklı Kürtler arasındaki dengeyi değiştireceğinden endişe ediyor. Bu nedenle bu operasyonda KDP’ye bağlı peşmergelerin bulunması Türkiye için önemli. Ancak Sincar ve Telafer arasındaki bölgede PKK’nın etkinlik kurması sadece yerel güç dengeleri açısından değil; uzun vadede Iraklı Kürtler arasındaki güç dengesinin değişmesi açısından da önemli. Bu nedenle Türkiye PKK’nın Suriye’den sonra Irak’ın kuzeybatısında da güçlenmesini istemiyor.
Kitlesel Göç: Musul’dan 1 milyon kişinin kaçmak zorunda kalabileceği söyleniyor. Kuzey Irak ek 1 milyon kişiyi daha kaldırabilecek durumda değil. Musul’dan kaçanların en muhtemel durağı Türkiye olacak. Suriye’den gelen 3 milyon kişiye 1 milyon da Iraklının eklenmesi Türkiye için kolay üstlenebilecek bir yük değil.
Özetle, Türkiye, Musul’daki operasyona katılmaması halinde stratejik, ekonomik ve politik anlamda güç kaybedeceğini düşünüyor. Üstelik, bu kayıp yerel aktörler üzerindeki etkisini yitirmesi nedeniyle kolay telafi edilebilecek durumda da değil. Bu nedenle Türkiye’nin tavrı aslında son derece savunmacı ve algılanan tehdit üzerine kurulu. Bu bağlamda söylemindeki dozu hiç düşürmeden ve gelen tüm itirazlara rağmen yükselterek devam ediyor.
Türkiye ne yapabilir?
Türkiye’nin önünde üç seçenek vardı: Irak hükümeti ve ABD’yle işbirliği yapmak; yerel müttefiklerini devreye sokmak; doğrudan müdahale etmek. İlk seçeneğin şu ana kadar işe yaramadığı görüldü. Açıkçası Türkiye ve ABD son dönemde Irak ve Suriye politikalarında birbirinden tamamen uzaklaşmış durumda. Ortak beklenti ve endişeleri büyük ölçüde azaldı. Bu nedenle işbirliği yapamıyorlar. Irak hükümetiyle yaşanan sorunlar ise Başbakan İbadi ile sınırlı değil. Bağdat’taki siyasi yapı ile Türkiye’nin uzlaşması çok zor. Gerginlik seviyesi diplomatik hamlelerle düşürülebilir. Fakat bu, en azından kısa vadede işbirliği yapılabileceği anlamına gelmiyor.
Türkiye yerel müttefiklerini kısmen devreye sokabildi. KDP Operasyon'un kuzey cephesinin en güçlü aktörü. Ancak, operasyon sonrasında KDP ile Irak merkezi hükümeti arasındaki ilişkiler kırılgan olacaktır. Iraklı Kürtler ile merkezi hükümet arasındaki sorunun Türkiye’yi Irak’tan bağımsızlığını elde etmek isteyen bir Kürt devleti ile Irak’taki etkinliği arasında bırakması ihtimali küçümsenmemeli. Ancak şu anda öyle bir karmaşa var ki; kimse bunu düşünmüyor. Türkiye’nin diğer yerel müttefiki olan Nuceyfi liderliğindeki Sünni Araplar ise son derece zayıf. Operasyona göstermelik olarak katılmaları bile büyük sorun oldu. Bu aşamada bir fayda üretebilecek durumda değiller.
Doğrudan müdahale ise en çetrefilli sorun. Türkiye, Suriye’deki stratejik endişelerini kendi müdahalesiyle çözme yoluna gitti. Şu ana kadar da hedeflerine ulaşmada başarılı görünüyor. Ancak Irak’tan farklı olarak Suriye’de en azından Rusya’nın örtük desteğini almış durumda. Irak’ta ise ABD’nin ve İran’ın desteğini alamadığı gibi Rusya’nın da pek bir etkinliği yok. Dolayısıyla Irak’ta olası doğrudan müdahale çok daha zor olacaktır. Ancak Irak bir "oldu bitti”ler coğrafyasına dönüştü. Türkiye ise kendi gücüyle hareket etmenin getirilerini görmeye başladı. Bu nedenle bazı koşulların oluşması durumunda coğrafya ve hedef açısından sınırlı bir askeri operasyonun gerçekleşmesi son derece karmaşık sonuçlar doğursa da sürpriz olmayacaktır. Üstelik bunun Türk kamuoyundaki karşılığı da hiç de zayıf değildir.
©Deutsche Welle Türkçe
Serhat Erkmen
Doç. Dr. Serhat Erkmen Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi Başkanı'dır.