Türkiye’de 14 ve 28 Mayıs seçimleri demokrasi ve otokrasi arasında bir referandumdu.Muhalefet de seçimleri halka böyle sunmak için elinden geleni yaptı. Ama kaybetti.
Bundan Türkiye halkının otokrasiyi tercih ettiği sonucunu mu çıkarmak gerekir? Kesinlikle hayır. Bunun birçok nedeni var. Bu nedenler arasında, iktidarın eskisinden de yoğun olarak ve elindeki tüm eşitsiz imkânlardan yararlanarak kullandığı kutuplaştırıcı siyaset ve kötücül kutuplaşma en önlerde yer tutuyor.
Kutuplaşmış toplumlarda insanlar destekledikleri siyasetçilerden mutlu olmasalar bile, rakip taraftan daha çok korktukları için gene de tercihlerini değiştirmiyor. Yani iktidar destekçileri hükümetin hukuksuzluklarından rahatsız da olsa oy vermiş olabilir. Üstelik, yine kutuplaşmış toplumlarda, her iki taraf da kendini demokrasi savunucusu olarak görebiliyor. Yani iktidar destekçileri seçimleri bir demokrasi referandumu olarak mı gördü, bunu bilmiyoruz, ama görmüş olsalar bile kendilerini demokrasi savunucusu olarak görmüş olabilir. Tabii bu gerçeğin ne olduğunu değiştirmiyor; iktidar bırakalım AİHM’i, kendi anayasa mahkemesinin kararlarını bile uygulamıyor, yani demokrasi karnesi zayıfın altında otokrasi sınıfında, ama kutuplaşmış toplumlarda seçmenlerin algısından bahsediyorum. Öte yandan muhalefet de demokrasi açısından sütten çıkmış ak kaşık olmayabilir, ama demokrasilerde bunun iktidara gelince eylemleriyle test edilmesi gerekir.
Türkiye dünyanın en kutuplaştırılmış toplumlarından biri. Kutuplaşmış bir toplumda muhalefetin iktidar tabanında yaratılmış önyargıları ve olumsuz imajını aşması hiç kolay değil. Sorun sadece Türkiye’ye özgü de değil. Hindistan’dan Macaristan’a ve Polonya’ya demokratik siyasetler benzer sorunlarla boğuşuyor.
Sonuç olarak muhalefet Türkiye’de iktidara gelmek ve bir şeyleri değiştirebilmek için kutuplaştırıcı siyaseti yenmenin yolunu bulmak zorunda. Bunun için yoğun çaba da harcadı, 2019 seçimlerindeki "radikal sevgi" stratejisi ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısı bunun en önemli örnekleri. Ama demek ki bir şeyler eksik. Bunlar ne olabilir ve ne yapmak gerekiyor?
Bu sorunun yanıtı olarak, muhalefetin henüz kutuplaştırıcı siyasetin ve ondan beslenen dezenformasyonun birbiriyle ilintili iki ayağını yeterince analiz etmediğini ve karşı politika geliştiremediğini düşünüyorum
Kutuplaşmanın birbiriyle ilintili iki ayağı var. Medya ve dezenformasyon ayağı, maddi çıkar ayağı.
- Medya dominasyonu: İktidar dizileriyle, maç yayınlarıyla, ve birer deşarj olma aracına dönüşmüş haberleriyle büyük izleyici kitlelerini kendine bağlamayı başaran, ve kendine bağlı bir "Alo Fatih" medyası kurdu. Bu medya yoluyla, muhalefeti sürekli şeytanlaştırdı. Mevcut muhalefetten korkan, sürekli muhalefete neden güvenmemesi gerektiğini duyan bir taban inşa etti. Seçim döneminde bu tabanın bariz yalanlara inanması çok kolaylaştı.
- Maddi çıkar ayağı: Öte yandan kutuplaşma, sadece söylemlerle aşılamayacaktır. Çünkü, uzun zamandır yazdığım üzere, iktidar hem büyük sermaye gruplarından ve bürokratlardan hem de mavi ve beyaz yakalı alt ve orta sınıflardan oluşan devasa bir maddi çıkar grubu oluşturdu. Son yıllarda toplumun genelinin aleyhine ekonomik politikalar uygularken bu çıkar grubunu hep gözetti.
Bu kesim dezenformasyondan sadece farkında olmadan değil, gönüllü olarak da etkileniyor.
Bilişsel bilimler gösteriyor ki, Platon ve Glaukon arasındaki meşhur felsefe diyaloğundaki gibi:
insanlar çoğu kez önce tercihlerini yapar sonra da maddi ve ahlâki gerekçelerini üretir. Yani önce beynimiz çoğu kez önce kimden taraf olduğumuza karar verir, sonra da bunun neden doğru olduğuna. Dolayısıyla Kemal Kılıçdaroğlu veya CHP ile ilgili seçim süresince tekrarlanan yalanlar iktidar tabanında sadece medya dominasyonu nedeniyle etkili olmuyor. Muhalefete oy vermemesi gerektiğine zaten inanan bu kesimler, bu tercihlerini haklılaştıran gerekçeler sunduğu için bu yalanları zaten gönüllü olarak satın alıyor.
Toplumun önüne çıkacak yeni siyaset, kutuplaş(tır)manın medya ve maddi çıkar boyutlarını nasıl aşacağını bulmak ve anlatmak zorunda.
Sadece muhalefete destek veren ve politik bilinci yüksek kesimlere değil, siyaseti hayatlarının merkezine koymayan ortalama vatandaşa da hitap edebilen liyakat temelli bir medya oluşturmak, demokratik siyasetin ve sivil toplumun öncelikli hedefi olmak zorunda.
Maddi çıkarlar temelinde kutuplaşmış iktidar tabanına, belediyelerdeki uygulamalarını daha etkili biçimde göstererek ulaşabilir. Zaten seçimleri büyük şehirlerde ve kentleşmiş birçok beldede kazanması bunun sonucu. Ama kırsal kesime ulaşamadığı açıkça belli oluyor. Buralara örgütüyle ve uygulamalarıyla ulaşmak, en önemli önceliği olmak zorunda.
Önümüzdeki dönemde muhalefette gerçekleşmesi şart olan köklü dönüşümün liderliğine savunan aktörler, mutlaka kutuplaştırıcı siyaseti nasıl yeneceklerine dair yeni bir vizyon üretmeli ve toplumun önüne böyle çıkmalı diye düşünüyorum.