Maastricht Antlaşması 25 yaşında
7 Şubat 2017En önemli iki kriter bütçe disiplinini ilgilendirir. Euro Bölgesi'ne girecek ülkenin kamu kesiminin bütçe açığının milli gelirinin yüzde 3'ünü aşmaması, borç stokunun da Gayrı Safi Yurtiçi Hâsılası'nın (GSYH) yüzde 60'ından fazla olmaması şartı aranır. İlk kez Guy Abeille adlı bir Fransız tarafından ortaya atılan yüzde 3 oranındaki bütçe açığı limitinin AB antlaşmasına alınmasında en çok Almanya ısrar etmişti.
Fransa Maliye Bakanlığı'nda çalışan Guy Abeille 1982 yılında bütçe açığının sınırlandırılmasıyla ilgili olarak iktisadi yeterlik çağrıştıran basit bir kural geliştirmekle görevlendirilmişti. 1981 yılında seçilen François Mitterand'ın sosyalizm deneyi bütçe açığının kontrolden çıkmasına yol açmıştı.
O yıllarda Fransa'nın bütçe açığı yurtiçi hâsılasının yüzde 2,6 sına tekabül etmekteydi. Guy Abeille, yüzde 1'lik sınırın gerçekçi olmayacağını, yüzde 2'lik oranın da hükümeti sıkıntıya sokabileceğini düşünüp yüzde 3'lük borçlanma üst sınırını uygun bulmuştu. Bu kriter basit yoldan ve keyfi şekilde belirlenmişti. Yüzde 3'lük ‘sihirli formül' Ortak Para Bölgesi adaylarında aranan en önemli şart sayılmaktaydı.
Kriterler keyfi kararlaştırıldı
Öğretim üyesi iktisatçı Oliver Sievering birikmiş borçlar için konan GSYH'nin yüzde 60'ını aşmama kuralının da az çok keyfi belirlendiğini söylüyor. Nitekim 1990'ların başlarında çoğu AB ülkesinin borç stoku milli gelirinin yüzde 60'ına yakındı. Bu iki orandan yuvarlak bir formül çıkıyordu. Oliver Sievering, "Ekonomi nominal yüzde 5 oranında büyüdüğünde, borçlanma yüzde 3 artabilir. Beşte üç, yüzde 60 eder”, diyor.
Yüzde 5'lik yıllık büyümenin ütopik bir beklenti olduğu kısa zamanda anlaşıldı. Belçika, İtalya ve Yunanistan'ın birikmiş borçlarını milli gelirin yüzde 60'ı ile sınırlamalarının mümkün olmadığı da bilinmekteydi. Borç durumunun olumlu gelişme göstermesiyle yetinildi ve dikkatler yüzde 3'lük bütçe açığı kriterine çevrildi. AB'nin uyum raporuna göre 1998 yılında Yunanistan haricindeki üye ülkelerin ek borçlanma miktarı GSYH'sının yüzde 3'ünü aşmamaktaydı.
Sınırı aşmamak için Almanya'nın da dahil olduğu bazı ülkeler ne kadar hünerli olduklarını gösterdiler. Almanya hükümeti borç stokunu düşük göstermek için Telekom ve Federal Posta şirketlerinin hissellerini, sahibi olduğu Yeniden İmar Bankası'na devretti. İtalya daha da ileri giderek, Euro'nun ödeme birimi olmasından sonra geri ödemek kaydıyla ‘Avrupa vergisi' icat etti.
İhlal çok, ceza yok
Ortak para biriminin sağlam bir zemine oturtulabilmesi için bu iki kriterin Euro kulübü üyeliği sırasında da yürürlükte kalması karalaştırıldı. Bu kural da ısrar edenlerin başında Almanya geliyordu. Ancak 2002 yılında Fransa ve Almanya borçlanma sınırını aştı. AB'nin iki ağır topu milyarlarca Euro tutarındaki cezayı ödemekten kurtulduğu gibi borçlanma kriterlerinin yumuşatılmasını da sağladı.
Oliver Sievering ‘Almanya ve Fransa'nın ortaklarına kötü örnek olduklarını ve küçük ülkelerin ‘bütçe disiplinine onlar uymazsa biz neden uyalım?' dediklerini', hatırlatıyor.
Küresel finans krizi sırasında bütün ülkeler borçlanma üst sınırını aştı. Zamanla bütçe açığı kontrol altına alınabildiyse de 2015 yılında sadece üç Baltık ülkesiyle, Çekya, Slovakya ve Lüksemburg borç toplamı sınırının altında kalabildi. 2016'yı da sıfır borçlanmayla atlatan Almanya'nın borç stoku GSYH'sinin yüzde 70'ini buluyor. Sievering Maastricht kriterlerinin en az 200 kez ihlal edilmiş olmasına rağmen hiçbir ülkenin antlaşmada yer alan cezaya çarptırılmamış olmasını şöyle açıklıyor: "İlerde ben de aynı duruma düşersem cezasız atlatırım düşüncesiyle, hiçbir ülke bir başkasına ceza verilmesini istemiyor.”
Kısacası bugün suçlularını yarının suçluları yargılıyor.
Kurallar işlemez ve ceza mekanizması doğru dürüst işletilemez de olsa iktisatçı Sievering, ‘dikkatle izlendiği ve sürekli tartışıldığı için Maastricht kriterlerinin vazgeçilemez olduğunu' söylüyor.
© Deutsche Welle Türkçe
Zhang Danhong