Kavala kararı: Erdoğan'a "büyük risk" uyarısı
29 Nisan 2022Gezi davası kararı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar, Avrupa başkentlerinde sert tepkilere ve endişelere yol açtı.
Alman hükümeti, Osman Kavalave sivil toplum yöneticileri hakkındaki “şoke edici” mahkeme kararının "not edildiğini", kararın Türk sivil toplumunun tamamı ve Türkiye’deki hukuk devletinin durumu bakımından "tahrip edici bir sinyal" niteliği taşıdığını duyurdu.
Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) kararlarını hatırlatan hükümet sözcüleri, Kavala’nın bir an önce serbest bırakılması çağrılarını yineledi.
Son gelişmeler, Ukrayna savaşının etkisiyle AB-Türkiye ilişkilerinde görülen yakınlaşmayı, olumlu havayı tersine çevirirken, geleceğe ilişkin de büyük soru işaretleri yarattı.
DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Alman koalisyon hükümetini oluşturan Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokrat Parti (FDP) milletvekilleri, Gezi davası kararını eleştirirken, önümüzdeki günlerde yaşanabilecek gelişmeler hakkında da çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Schwabe: "Açık bir meydan okuma"
SPD milletvekilli Frank Schwabe, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Artık karar verildi, verilen karara tabi olacaksınız” sözleriyle savunduğu Gezi davası kararının, "AİHM ve Avrupa Konseyi’nin 45 üyesine açık bir meydan okuma" olduğunu söyledi.
Aynı zamanda Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin Almanya Delegasyonu Başkanı olan Schwabe, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin AİHM kararlarını uygulamadığı gerekçesiyle Türkiye hakkında başlatılan İhlal Prosedürü’ne işaret ederek, artık bu süreçle ilgili olarak da adımlar atılacağını söyledi.
"Kararlara uymak istemeyen, Avrupa Konseyi üyesi olamaz"
"Her zaman diyalogdan yanayız. Ama bu diyalog değerler temelinde, hukuk zemininde yürütülmek zorundadır" diyen Schwabe, bundan sonraki sürece ilişkin şu bilgileri verdi:
"Türkiye, AİHM’in hükmettiği kararlara uymakla yükümlü. Türkiye imzaladığı sözleşmelerle bu yükümlülüğe uyma taahhüdünde bulunmuş bir devlet. Bu nedenle Osman Kavala derhal serbest bırakılmak zorunda. Selahattin Demirtaş da. Bu, Avrupa Konseyi için, pazarlık konusu edilebilecek bir konu değil. Kararlara uymak istemeyen, Avrupa Konseyi üyesi olamaz. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 46/4. Maddesi kapsamında başlatılan İhlal Prosedürü sürecini ileriye taşıyoruz."
"Büyük risk" uyarısı
Ukrayna’daki savaş nedeniyle Türkiye’nin jeostratejik öneminin artmasının insan hakları ihlallerinin görmezden gelineceği anlamına gelmeyeceğine işaret eden Schwabe, "Bu, Erdoğan’ın umudu… Ama bu söz konusu olmayacak. Avrupa Konseyi, kararlılık sergilemek zorunda ve bu kararlılığı da sergileyecektir" görüşünü kaydetti.
Rusya’nın Ukrayna’daki savaşının özünde, demokrasiler ile diktatörlükler arasındaki mücadelenin yattığını vurgulayan Alman milletvekili, bu nedenle artık insan hakları ihlallerine tahammül gösterilmemesi gereken bir dönemde olunduğunun altını çizdi.
Frank Schwabe, "Zaman, demokrasilerin güçlenmesi ve var güçleriyle otokratlara ve diktatörlere karşı koyma zamanı. Şayet Erdoğan, böyle bir dönemde Türkiye’deki gerilimi tırmandırmak istiyorsa, işte o zaman bu çok büyük bir risk almakta olduğu anlamına gelir" şeklinde konuştu.
Erdoğan tüm köprüleri yıkmak mı istiyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son söylemleri ve hamlelerini izlediklerini söyleyen Schwabe, bunların Erdoğan’ın hem içeride hem de Avrupa’ya yönelik gerilimi tırmandırma işaretleri verdiğini belirtti.
Erdoğan’ın tüm araçları kullanarak iktidarını sürdürme stratejisi izliyor olabileceğini ve bundan endişe duyulduğunu vurgulayan Alman milletvekili, bunun Türkiye için de "felaket sonuçlar" doğurmasından kaygı duyduklarını ifade etti.
SPD’li milletvekili, "Ama Avrupa ile tüm köprüleri yıkmak, Türkiye’yi başarıya götürecek bir yol değil. Ve ben, Türkiye halkının çoğunluğunun böyle bir şeyi kabul edebileceğine de inanmıyorum" diye konuştu.
Gerilim fiili silah ambargosunu nasıl etkiler?
Gezi davası kararı ile Avrupa-Türkiye ilişkilerinde yeniden soğuk rüzgarların esmesi, Ankara’nın dış politikadaki önemli bazı beklentileri için de yeni riskleri beraberinde getiriyor.
Almanya’nın bir süredir Türkiye’ye silah ihracatına uyguladığı kısıtlamaların kalkması, Ankara’nın en önemli beklentileri arasında bulunuyordu.
AKP hükümeti, Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın basına verdiği demeçte "fiili ambargo" olarak nitelendirdiği bu kısıtlamaların bazılarının, Ukrayna savaşı sonrasında Türkiye’nin artan önemi nedeniyle kaldırılabileceğini umut ediyordu.
Ancak son gelişmelerin bu alandaki olası bir açılımı daha da zora soktuğu belirtiliyor.
SPD milletvekili Frank Schwabe de Türkiye’ye uygulanan kısıtlamaların makul sebepleri bulunduğunu söyleyerek, izlenen stratejide değişiklik olmayacağını kaydetti.
Schwabe, "Türkiye, NATO üyesi olarak dışardan gelebilecek saldırılara karşı kendisini koruyabilmeli. Ama, silahların ülke içinde ya da dışarıya bir agresyon için kullanılmasına izin veremeyiz" dedi.
"İlişkilere ağır bir darbe"
Peki Erdoğan’ı gittikçe otoriterleşen adımları, Gezi davası kararları, Almanya-Türkiye ikili ilişkilerini nasıl etkileyecek?
Bu soruyu yanıtlayan hükümetin liberal ortağı Hür Demokrat Parti (FDP) milletvekili Ulrich Lechte, "Bu, Alman-Türk ilişkilerine ağır bir darbedir" dedi.
FDP’nin Dış Politika Sözcüsü olan Lechte, Türk Hükümeti’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiğini, AİHM’in Osman Kavala’nın serbest bırakılması yönündeki kararının Erdoğan tarafından kasti olarak yok sayıldığını belirtirken, ikili ilişkilerin özellikle insan hakları ve hukuk devleti alanlarında çok ağır sınamalarla karşı karşıya bulunduğunu vurguladı.
Erdoğan tavrını yumuşatır mı?
Demokrasi savunucuları ve sivil toplum üzerindeki baskıları eleştiren milletvekili Lechte, "Türkiye yargısı ne yazık ki artık büyük ölçüde iktidarın icra organına dönüştü, Gezi kararıyla da AKP-MHP iktidarının görüşlerine bütünüyle destek çıkmıştır" görüşünü ifade etti.
Erdoğan’ı izlediği politikalardan vazgeçirmenin çok güç göründüğünü söylemekle birlikte, "denenmemiş yol bırakmamalıyız" diyen liberal siyasetçi, şöyle konuştu:
"Her ne kadar şu anda durum çok umut verici görünmese de, medya baskısı, demokratik devletler topluluğunun eleştirileri ve Türkiye'de sivil toplumun sergileyeceği kararlılık, Erdoğan’ın kararını bir kez daha gözden geçirmesini, yumuşatmasını sağlayabilir."
Lucks: "Türk yargısı AKP-MHP iktidarının icra organı"
Avrupa başkentlerinde, Osman Kavala’nın, hiç bir hukuki dayanak olmaksızın, AB reform sürecinde idam cezası yerine getirilen "ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına" çarptırılması, Türkiye’de hukuk devleti alanında yaşanan gerilemeyi, Batı’dan ne kadar uzaklaştığını bir kez daha gözler önüne serdiği belirtiliyor.
DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Yeşiller Partili milletvekili Max Lucks’a göre bu karar, "caydırıcı" olması hedefiyle verilmiş bir karar.
"Bu karar, bize Türk yargısının nasıl AKP-MHP iktidarının siyasi bir icra organı haline geldiğini de göstermektedir" görüşünü aktaran Lucks, demokrasi ve hukuk devleti için çaba gösterenlere, hukuki dayanak olmasa da, yargılanabilecekleri, ağır cezalar ve siyasi baskılara maruz kalabilecekleri mesajının verildiğini kaydetti.
Federal Meclis’in İnsan Hakları Komisyonu’nun üyesi olan Lucks, "Avrupa Konseyi bu denli büyük bir hukuk ihlaline göz yumamaz" diyerek, Türkiye hakkında başlatılan ihlal sürecinin de ileriye taşınmak zorunda olunduğunu vurguladı.
"Türkiye AKP’den ibaret değil"
Bazı siyasi gözlemciler, Erdoğan’ın önceliğinin iktidarını muhafaza etmek olduğunu, Avrupa Konseyi’ndeki ihlal sürecini umursamadığını, İstanbul Kadın Hakları Sözleşmesi’nden bir gecede çıkma kararı aldığı gibi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden de çekilebileceği endişesini dile getiriyorlar.
Yeşiller partili Lucks ise, "Erdoğan, Avrupa’nın ne denli önem taşıdığının gayet bilincinde, bu karar ve açıklamaları ise iç siyasete yönelik ve milliyetçi güçleri tatmin etme hedefli" değerlendirmesini yaptı.
"Türkiye sadece AKP’den ibaret değil. Hele MHP’den hiç değil" diyen Lucks, Gezi davasının İstanbul’daki duruşmalarına gözlemci olarak katıldığı esnada Türkiye sivil toplumunun ne kadar güçlü olduğunu da bir kez daha gördüğünü söyledi.
Yargılama sürecini, "göstermelik siyasi bir yargılama" ifadeleriyle tanımlayan Lucks, izlenimlerini şu ifadelerle aktardı.
"Mahkeme salonunda, istibdatın nasıl göründüğüne açıkça gözlerimle bir kez daha tanıklık ettim: Bir yanda tek bir delil ortaya koyamayan savcıların kaleme aldıkları bir tiyatro oyunu ve temel hukuk devleti ilkelerine bağlılık yerine reji defterine bağlı kalmayı tercih eden hakimler… Tam karşılarında ise çok iyi hazırlanmış avukatlar ve suçlamaların hiç bir mantığa dayanmadığını gözler önüne sererken büyük bir cesaret sergileyen sanıklar. Ortaya koydukları cesarete büyük bir saygı duyuyorum."
"Sivil toplum boyun eğmiyor"
Alman siyasetçi, davaya duyulan yoğun ilginin, Türkiye’deki sivil toplumun yapılanlara boyun eğmeyeceğini gösterdiğini de dikkat çekerken, değerlendirmelerini şöyle tamamladı:
"Kimsenin Türkiye’deki cesur sivil topluma demokrasi ve insan haklarını anlatmasına gerek yok, cesaretleri ve dik duruşlarıyla, bunun için mücadele ettiklerini kanıtlıyorlar zaten."
Alman Hükümeti ne yapacak?
Peki, koalisyon anlaşmasında yer aldığı gibi Alman Hükümeti, Türkiye’de demokrasiyi ve hukuk devletini savunan kesimleri destekleyecek mi, onların beklentilerini karşılayacak dış politika adımlarını atacak mı?
Bu soruyu yanıtlayan Yeşiller Partili Lucks, Almanya’nın demokrasi ve insan haklarından yana, sabırlı ve çok kararlı bir şekilde tavır sergilemek zorunda olduğunu ve Alman Hükümeti’nin de bunu yaptığını söyledi.
Lucks, değerlendirmelerini şu ifadedelerle tamamladı: "Ayrıca demokratik bir Türkiye, Avrupa Evi’nde bir yer hak ediyor."