Kati Piri: Bu Türkiye ve bu AB ile üyelik mümkün değil
15 Mart 2019Avrupa Parlamentosu'nun (AP) son beş yıldır Türkiye raportörlüğünü yapan Kati Piri, DW Türkçe’ye bir mülakat verdi. Piri mülakatta taslağını kendisinin hazırladığı, AP'nin Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki katılım müzakerelerinin askıya alınmasını öneren kararına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Türkiye hükümetinin AP kararını "değersiz, hükümsüz ve itibarsız" olarak nitelemesine ilişkin Piri, Ankara'nın AP’yi küçümsemesinin "akıllıca bir tavır olmadığını" söyledi. Hollandalı raportör, AP'nin "gümrük birliği, vize serbestisi ve AB fonları konusunda mutlak yetkiye sahip olduğuna" dikkat çekti. Ankara'dan kendisine gelen eleştirilere ilişkin de açıklamalar yapan Piri "Türk hükümeti beni sevmiyor olabilir ama benden sonra gelecek raportörle çok daha zor anlar yaşayacaklar" diye konuştu. "Bu Türkiye ve bu AB ile Türkiye'nin üyeliği mümkün değil" diyen Piri üyeliğin ancak "değişik bir Türkiye" ve "daha etkin ve değişik bir AB" ile mümkün olabileceğini kaydetti.
"Raporun iki mesajı var"
DW Türkçe: Raporunuz Avrupa Parlamentosu'nda büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Raporunuzun ana mesajları neler?
Kati Piri: Raporun ilk mesajı Türk hükümetine. Türkiye’de sadece insan hakları alanında sürekli kötüleşme ve ihlaller yaşanmıyor. Bunun ötesinde yeni anayasa var, ki bu anayasa bizim gözümüzde liberal bir demokrasiye uygun değil. Bu nedenle katılım müzakerelerinin resmen askıya alınmasını istiyoruz. Raporun diğer mesajı ise Türkiye tarihinin bu zor zamanlarında AB'yi yanlarında görmek isteyen Türkiye'deki milyonlarca insana yönelik. Kendilerine yanlarında olduğumuzu ve Türk sivil toplumunu desteklemeye devam ettiğimizi söylüyoruz. İnsandan insana temasın önemli olduğuna inanıyoruz. Temel haklara saygı konusunda baskı yapmak için gümrük birliğinin güncellenmesini kullanalım diyoruz. Dolayısıyla iki tarafa da mesaj içeren bir rapor.
"Aşırı sağın raporu geçseydi adımı rapordan çıkartırdım"
Türkiye'de AB yanlıları bu kararı anlamakta zorluk çektiklerini söylemekteler. Onları nasıl ikna edeceksiniz?
Onların tutumunu anlıyorum. Bugüne kadar bir sivil toplum aktivisti, sendikacı veya bir muhalefet partisi temsilcisinin bana gelip “Lütfen katılım müzakerelerini askıya alın” dediğine tanık olmadım. Bu açıdan, alınan kararın Türkiye’de kimseye yardımcı olmadığını anlıyorum. Ama şahsım ve Avrupa Parlamentosu’ndaki çoğunluğun da kendimize ve vatandaşlarımıza karşı sorumluluklarımız var. AB Türkiye’deki mevcut hükümetle aynı masada oturup sanki bir Avrupa Birliği’ne katılım söz konusuymuş gibi yapmayı nasıl sürdürebilir? Türkiye gazeteci meslektaşlarınız için en büyük hapishane haline gelmişken… Bakın adil yargı süreci olmaksızın kaç kişi hapse atılıyor. Osman Kavala gibi bir kişi kesinlikle yanlış bir şey yapmamış olmasına rağmen belki de ömür boyu hapis cezasına mahkûm edilecek. Yani bizim için tüm kırmızı çizgiler aşılmış durumda. AB değerlerine de sadık kalmak zorundayız. Ankara’daki hükümet bu değerlere saygı duymaktan çok uzakta. Türkiye’de birçok kişinin bu muhakemeyi anladığına eminim. Buna karşılık, müzakereler askıya alındıktan sonra geri dönüş olmayacağından korkuyorlar. Kendilerine şunu söylemek istiyorum: Dün oylama sırasında aşırı sağ ve EPP (Hristiyan Demokratlar) Türkiye’nin gelecekteki üyelik perspektifinin de elinden alınması için önergeler sundular. Bunlar geçmedi. Geçseydi adımı rapordan çıkartırdım. Türk hükümetine sert bir mesaj gönderilmesinden yanayım ama Türkiye halkına kapıların gelecekte de bir daha asla açılmayacağı mesajının verilmesine karşıyım.
Açıkça konuşmak gerekirse, Türkiye artık Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmiyor diyorsunuz…
Evet, açıkça öyle.
"AP'yi küçümsemek akıllıca değil"
O halde, 26 Mayıs’taki Avrupa Parlamentosu seçimlerini de hesaba katacak olursak, aldığınız karar bundan böyle Türkiye-AB ilişkileri açısından ne ifade edecek?
Raporda tabii birçok şey söyleniyor. Sonuç olarak AB liderlerinden müzakereleri resmen askıya almaları isteniyor. Elbette bu kararı alacak olan Parlamento değil. Biz bunu AB Konseyi’nden istiyoruz. Konsey'den son on yılda müzakerelere başlıkları açmasını istedik, yapmadılar. İki yıl önce müzakereleri dondurmalarını istedik, yaptılar. Şimdi bakalım ne diyecekler. Ben ulusal parlamentoların da bu kararı dikkate alacakları düşüncesindeyim. Hep yaptıkları gibi bu karara tepki vereceklerdir. Temmuz ayında Konsey Türkiye’yi tartıştığında ne karar alacak göreceğiz. Rapordaki gümrük birliği, vize serbestisi ve AB fonları gibi alanlarda, ki burada sadece sığınmacılar için fonlardan değil katılım öncesi fonlardan da söz ediyoruz, Avrupa Parlamentosu’nun somut yetkileri bulunuyor. Bugün Parlamento'nun “Cumhurbaşkanı Erdoğan’la müzakereleri sonlandıralım” kararı, yeni Parlamento’da gümrük birliği veya vize serbestisiyle ilgili bir oylamaya yansıyabilir. Dürüstçe konuşmak gerekirse, şahsen Türkiye’yle tüm görüşmelerin sonlandırılmasını savunmuyorum. AB liderlerine çağrım daha fazla angaje olmaları. Fakat Türkiye’deki durumu olduğu gibi kabullenmiş görünüyorlar. Bunun Avrupa’nın yararına olduğunu sanmıyorum. Bu kıtada ekonomik açıdan istikrarsız, otoriter bir komşu istemiyoruz. Refah içinde ve demokratik bir Türkiye aynı zamanda bizim de çıkarımıza. AB’nin bu konuda gerçek bir stratejiye ihtiyacı var ve AB liderleri şimdiye kadar bunu ortaya koymakta eksik kaldı.
"Türkiye beş yıldır raporlara 'hükümsüzdür' diyor"
Raporunuza ilişkin Ankara'dan gelen, "anlamsız, objektif olmaktan uzak veya aşırı sağ tezlere yakınlık” gibi değerlendirmeler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu tepkileri ne yazık ki bekliyordum. Son beş yılda, Türk hükümeti her zaman raporda sevmediği bir şeyler buldu ve raporu hükümsüzdür, bunu okumayız bile cümlesini kurarak geri gönderdi. İlk raportörlük yılımda müzakere başlıklarının açılmasını istediğimiz rapor da dâhil buna. Bu yılki tepkilerine "geri gönderme” bölümünü eklemeyi unutmuşlar sanırım. Belki de bu yıl ilk kez rapor Türk hükümeti tarafından kabul edilecek, göreceğiz. Tüm bunlar bir yana, Türk hükümetinin son beş yılda Avrupa Parlamentosu’na yönelik tavrını pek akıllıca bulmuyorum. AP AB’nin üç ana organından biridir. Vize serbestisi gibi Türk halkı için önemli olan konularda yetkilerimiz var. Türk hükümetinin AP’ye en azından son dört yılda takındığı tavır akıllıca değildi. Raporlar objektif mi diye soruluyor. Bunu çok komik buluyorum. Biz bir BM teknik organizasyonu veya hukukçu değiliz. AP siyasi bir kurumdur. 500 milyon Avrupa vatandaşını temsil ediyoruz. Aldığımız kararlar AP’de çoğunluğun sesini yansıtıyor. Aşırı sağ, son beş yılda hep olduğu gibi dün de, “çok yumuşak” bulduğu gerekçesiyle raporuma karşı oy kullandı. Ben bundan gurur duyuyorum. Raporda aşırı sağ eğilimler olduğunu söyleyenler oylama sonuçlarına bakabilir.
"Ankara benden sonra gelecek raportörlerle daha zor anlar yaşayacak"
Son beş yıldır AP Türkiye raportörüsünüz. Bu beş yılı birkaç cümlede özetlemek gerekirse, neler söyleyebilirsiniz?
Bir ülkeyle ilgili raportörlük yapıyorsanız o ülke için en iyisini istersiniz, katılım sürecine katkı sağlamaktır amacınız. Ne yazık ki 2014’ten 2019’a kötüden daha kötüye gidiş oldu. 2014 Türkiye için zor bir yıldı, Gezi protestoları sonrasıydı, AKP’nin reform yıllarına benzemiyordu. Raportör olarak da zordu. Raporlarda yeterince cesaret verici mesajlar yoktu. 2014’te Dışişleri Komisyonu’nda enerji, adalet, yargı gibi birçok alanda müzakere başlıklarının açılmasını istiyorduk. Türkiye’yi reform yapmaya cesaretlendirmeye çalışıyorduk. Hükümet ile PKK arasındaki barış süreci hâlâ devam ediyordu. Hâlâ bunun umudu vardı. Türkiye 2011’den bu yana Suriyeli sığınmacıları konuk etmeye başlamıştı, Avrupa aldırmıyordu bile. Suriye sınırında Kilis’i ilk ziyaretimde Türkiye’nin ne kadar çaba gösterdiğine tanık oldum. Türkiye’de bu süre içinde ne olup bittiğini söylememe gerek yok. Biz birçok müzakere başlığının açılması çağrılarımızdan, dün bir AB kurumu tarihinde ilk olarak, müzakerelerin resmen askıya alınması çağrısına geldik. Bunda gurur duyulacak bir şey yok. Türk hükümetiyle şahsım arasındaki ilişkinin de bugün geldiği noktada olması benim açımdan üzücü. Kendimi övmek için söylemiyorum ama benden sonra gelecek Türkiye raportörleriyle daha zor anlar yaşayacakları düşüncesindeyim.
"Fatma Ateş'in adını unutamıyorum"
Bu son beş yılda Türkiye konusunda unutamayacağınız bir anı var mı?
Türkiye'ye ziyaretlerimle ilgili unutulmaz anılarım var. İki örnek verebilirim. AP’de ülke raportörü kalmak istiyorsanız raporunuzla ilgili çoğunluk sağlamalısınız. Örneğin Türk hükümetinin istediği çizgiyi savunsam Türkiye raportörü olarak kalamazdım, çünkü o çizgiyi savunan bir çoğunluk bulamazsınız burada. İlk raportörlük yılımda rapor genel kurulda oylanmadan hemen önce raporun çoğunluğun oyunu alamayacağını duydum. Kimi çevreler raporu yeterince sert bulmamış. Derhal telefonlar edip çoğunluk sağlanana kadar oylamanın bir sonraki genel kurul toplantılarına ertelenmesini istedim. Heyecan verici bir andı. Erteleme kabul edilmeseydi daha ilk yılda raportörlük görevimi kaybedebilirdim. Unutamadığım bir diğer anı da 2016’da sokağa çıkma yasaklarının olduğu dönemdeki Diyarbakır ziyaretim. Kimi vatandaşlar PKK’nın gençlik örgütüyle güvenlik güçleri arasındaki çatışmanın ortasında mahsur kalmıştı. Adını hiçbir zaman unutamayacağım Fatma Ateş adında yaşlı bir kadının fotoğrafını gördüm. Yaralı halde ambülansla hastaneye kaldırılırken hayatını kaybetti ne yazık ki. Barış sürecinin çökmesinin ardından, PKK Türkiye içinde yeniden terör eylemlerine başlamış ve Türk hükümeti de bu duruma sert yanıt vermişti. İki taraf arasındaki çatışmanın ortasında kalmış çok sayıda vatandaş vardı. Bu görüntüleri unutabileceğimi sanmıyorum.
"Üyelik ancak değişik bir Türkiye ve değişik bir AB ile mümkün"
Türkiye ve AB içindeki gelişmeleri dikkate aldığınızda, Türkiye için gelecekte üyelik odaklı bir AB perspektifine hâlâ inanıyor musunuz?
Bu soruyu Brexit'in Avrupa'da en önemli haber olduğu gün soruyorsunuz. Sizinle çok dürüst konuşacağım. Kolay olmayacak. Mevcut 28 üyeli, oy birliğiyle karar alan, veto yetkisine sahip AB ile zor. Katılım sürecinde daha önce de gördük. Başlangıçta gerçekten müzakere etmiyor olmamız Türkiye’nin hatası değildi. AB’nindi, zira Kıbrıs’ın blokajı söz konusuydu. Bir ülke tüm müzakerelerin devamını veto edebildi. Dolayısıyla kolay bir süreç olmayacak. Fakat ben öncelikle Türkiye’nin demokrasiye geri döneceğine inanıyorum. Çünkü Türkiye içindeki sivil toplum gücünü gördüm. Mevcut durum ilelebet devam etmeyecek. AB'nin de bir yol bulması gerekiyor. Bugünkü haliyle işlemeye devam edemez. Vatandaşlarının beklentilerini bu haliyle karşılayamaz. Sonuç olarak bu Türkiye ve bu AB ile mümkün değil. Değişik bir Türkiye ve umarım gelecekte daha etkin ve değişik bir AB ile evet. İşte o zaman bir perspektif olacağına inanıyorum. Bu kaç yılda olur diye sormayın. Ben muhtemelen o tarihte politika dışında olurum ama bu perspektifin var olmasını gerçekten ümit ediyorum.
Söyleşi: Kayhan Karaca
©Deutsche Welle Türkçe