İranlı kadın BM önünde açlık grevinde
19 Temmuz 2020Ankara'daki Birleşmiş Milletler (BM) binası önünde bir kadın. Karşısında güvenlik görevlisi. Gözyaşları makyajını bozmuş, ağzını ve burnunu kaplayan maskeyi iki parmağıyla tutarak çekiştiriyor, bir yandan da haykırıyor: "Ben maskemi yıkayıp da kullandım, haberiniz var mı? Kimse beni bundan böyle vaatlerle kandırıp buradan gönderemez. Artık burama kadar geldi."
Mahtab Nozadtehrani, İran'ın başkenti Tahran'da, Şah döneminde astsubay olarak orduda görev yapmış anne ile genel cerrah babanın kızı olarak 1988'de dünyaya geliyor. Üniversite eğitimini Ermenistan Amerikan Üniversitesi, İngilizce tercümanlık bölümünde görüyor ve ülkesine geri dönüyor.
Gözaltına alınmış
İran hükümetini eleştirdiği için önce dayısı, sonra da kendisi Devrim Muhafızları tarafından gözaltına alınıyor. Hristiyan olan Nozadtehrani, muhalif görüşleri nedeniyle işkence ve tecavüzle tehdit ediliyor. Hatta sorgusunu yapan görevli, kadının elinde sigara söndürüyor.
2014'ten beri Türkiye'de
Gözaltından çıkan Nozadtehrani'ye annesi, artık İran'da kalamayacağını, ülkeden gitmesini söylüyor. 31 yaşındaki genç kadın önceleri bu fikre karşı çıksa da, iki bavuluyla 2014 yılında Türkiye'nin yolunu tutuyor.
Ankara'ya gelen Nozadtehrani'nin ilk işi, BM'ye ulaşıp durumunu anlatmak, mülteci başvurusunda bulunmak ve Avrupa'ya gitmek istediğini bildirmek oluyor. Ardından CV'sini hazırlayıp, özel kurs ve okullara bırakıyor.
Üç kişilik çaresizlik
BM, Nozadtehrani'ye ‘koruma altındaki mülteci' statüsü veriyor ve başka bir ülkeye gidebilmesi için bekleme sürecinde kalmasını söylüyor. Zira halihazırda aynı statüde binlerce mülteci bulunuyor ve bu sıra hiç gelmiyor.
Türkiye'de çalışma izni alamayan Nozadtehrani, 2014'den bu yana bazı özel okul ya da kurslarda kaçak olarak İngilizce öğretmeni olarak geçimini sağlıyor.
Bu sırada esnaf lokantası işleten Soner ile tanışıyor, kısa süre sonra da evleniyorlar. Nozadtehrani bu evlilikten Poyraz (4), Ayaz (1,5) adında iki erkek çocuk dünyaya getiriyor.
Çocuklarının doğumuyla çalışma izni almak için İçişleri Bakanlığı, Emniyet ve hatta Meclis'in yolunu dahi tutuyor. Kendi değimiyle, Suriyelilere tanınan öncelik, kendisine asla tanınmıyor.
Nozadtehrani ekonomik nedenler ve aradaki kültür farklılığının getirdiği zorluklar nedeniyle eşinden ayrılıyor.
İki çocukla birlikte mücadelesi daha da zorlaşıyor. Anne babasının yardımlarıyla ayakta kalmaya çalışıyor. Araya pandemi girince, bu yardımlar da kesiliyor. Zira aile, para göndermek için aracılık yapan dövizcilere ulaşamıyor. Western Union gibi para transferi araçlarının işlemediği İran'dan gelen yardım da böylece tamamen sona ermiş oluyor.
"Pandemi nedeniyle okullar kapatıldı. İşsiz kaldım. Bin lira yardım dağıtılacağını öğrenince ben de gittim. Yabancı olduğumu, alamayacağımı söylediler. ‘Ben yabancı olabilirim ama iki çocuğum Türkiye vatandaşı. Kendim için değil, onlar için istiyorum' dedim. Vermediler" sözleriyle anlatıyor genç kadın, yaşadıklarını.
Nozadtehrani'nin konuşmasını, uykudan uyanan Ayaz'ın ağlaması kesiyor. "Acıkmıştır" deyip kalkıyor. Çekmeceden, içinde bir kaç bebek bisküvisinin kaldığı paketi çıkarıyor. Eliyle biberonun içine kırıyor. Sonra da süt ekleyip çalkalıyor, mama haline getiriyor ve yataktaki, yarı uyanık küçük çocuğun yanına oturuyor. Gözleri kapalı Ayaz, biberondaki mamayı emmeye başlıyor. Parmaklarıysa saçlarını okşayan annesinin elinde. "Kendim için değil, bu bebeler için istedim hep. Türkiye'ye güvenmeseydim, bu iki çocuğu dünyaya getirmezdim. Ama bana ne vatandaşlık, ne de çalışma izni verdiler" diyor kadın, olabildiğince kısık bir sesle.
İşsiz olan eşinden hiç yardım alamayan kadın, borçlarla evi çevirdiğini anlatıyor: "Sefalete terk edildik. Kaymakamlık, belediye ve bakanlığa yaptığım başvurular hep geri çevrildi. Tek çarem kaldı artık. BM'nin önüne gidip açlık grevine başlayacağım."
'Şov yapma, daha kötü durumda olanlar var'
İki çocuğunu komşusuna bırakan Nozadtehrani, BM'nin yolunu tutuyor bir kez daha. Elinde, titizlikle dosyalanmış evrakları. Ankara'nın sıcağı beter, cebindeyse otobüs bileti alacak parası yok. 20 dakikalık bir yürüyüşle ulaşıyor binanın bulunduğu sokağa. Büyük binanın duvarları dikenli tellerle çevrilmiş. Kapısının yan tarafında, arkasında güvenlik görevlisinin oturduğu, küçük bir pencere. Kapının solundaysa polis memurunun bulunduğu çelik bir kabin.
Bir yetkiliyle görüşmek istediğini aktarıyor önce. "Pandemi nedeniyle kimse yok. Ağustos'ta açılacak burası, o zaman gel" diyor güvenlik görevlisi. Bekleyecek gücünün kalmadığını söylüyor Nozadtehrani, bir yandan da ağlıyor. Güvenlik görevlisi bu defa, "Şov yapma burada. Senden daha kötü durumda olanlar var" diye çıkışıyor. Kalakalıyor Nozadtehrani. Dönüyor ve "Gördünüz değil mi? Mülteci demek dilenci demek değildir. Bizim gibi insanlar da var ya. Kim ister evinden, ailesinden ayrı kalmak" diyor.
Genç kadının kararlı olduğunu gören güvenlik görevlisi ve polis, kabinlerinden dışarıya çıkmak zorunda kalıyor. Görevli, küçük bir kağıda yazmak için bazı bilgiler soruyor. Nozadtehrani, "Beni oyalama. Daha önce defalarca aldınız. Evraklarımın tamamı burada zaten. Bugünden itibaren açlık grevine başlıyorum. Gerekirse bu yolda öleceğim" diyor.
BM binasının yakınındaki bir banka oturan kadın, aceleyle sigarasını yakıyor. İlk derin nefesin ardından, gözyaşlarını ve akan makyajını temizlemeye başlıyor.
17 Temmuz'da BM binası önüne giden 31 yaşındaki Mahtab Nozadtehrani, açlık grevinde. Nozadtehrani, "Ta ki yasal olarak çalışabileceğim, ayrımcılığa uğramayacağım, insan muamelesi göreceğim bir ülkeye yerleştirilinceye dek" diye konuşuyor.
Tunca Öğreten / Ankara
© Deutsche Welle Türkçe