"Dünyanın en demokrat belediye başkanı olmak istiyorum"
9 Kasım 2019İstanbul ile Berlin'in kardeş şehirler olması nedeniyle Berlin Duvarı'nın yıkılışının 30'uncu yıldönümü etkinliklerine davet edilen İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Berlin ziyareti kapsamında siyasi temaslarda da bulundu. DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan İmamoğlu, bu görüşmelerde, “İstanbul'un daha iyi bir yaşam merkezine dönüşmesi için hedeflediği değişimi” anlattığını ifade etti. “Dünyanın en demokrat belediye başkanı” olmak istediğini belirten İmamoğlu, kendisini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın gelecekteki rakibi olarak görmediğini dile getirdi.
Ekrem İmamoğlu, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'nun kampanya direktörü Necati Özkan'a yönelik eleştirilerini de “Canan Hanım'ın kendi fikrini beyan etmesine bir şey demiyorum ancak bulunduğumuz pozisyon itibariyle parti içi yoruma vesile olacak ve partinin bu anlamda etkileneceği bir psikolojik ortamda bunu yorumlamasını doğru bulmuyorum" sözleriyle değerlendirdi.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'na yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
DW Türkçe: Sayın İmamoğlu, İstanbul ile Berlin'in kardeş şehirler olması nedeniyle duvarın yıkılışının 30'uncu yıldönümü etkinliklerine davet edildiniz. Bir duvarla ikiye ayrılan kentin yeniden birleşmesi kutlanıyor bu etkinliklerde. Siz bununla, İstanbul'un bugünü arasında nasıl bir köprü kuruyorsunuz?
Ekrem İmamoğlu: Bazen duvar illa fiziki bir duvar olmaz. Betondan, demirden yapılan bir duvar anlamına gelmez. Bazen iki insan yan yanadır ama aslında aşılması güç bir duvar oluşmuştur. Fiziken olmasa da yakınlaşamazlar, konuşamazlar ve birbirlerini anlamazlar. Bu bir toplum için çok tehdit edici bir şey. Dolayısıyla daha önce Berlin'de yaşanan süreç, bir duvarın yıkılması ile birbirine çok özlem duyan iki grubu birleştirmişti. Ama özellikle siyasi atmosfer gereği seçim öncesi İstanbul'da siyaseten kutuplaşmış ve birbiriyle konuşmayan, ayrışan, birbirlerini çok derin cümlelerle sorgulayan ve suçlayan gruplar oluşmuştu. Bizim yaşadığımız seçim süreci aslında gruplar arasındaki duvarları yıktı, empati gücünü kuvvetlendirdi ve aynı zamanda bu derinlemesine bir toplum vicdanı oluşturdu... Fiziken var olmayan duvarlar, ama ne yazık ki toplumun birbiri arasındaki geçişleri engelleyen duvarların varlığına dönüşen sürece 23 Haziran'da demokrasinin gücü son vermiştir.
Berlin'de siyasi temaslarda da bulunuyorsunuz. Dün Maliye Bakanı Olaf Scholz ile görüştünüz, bugün Dışişleri Bakanı Heiko Maas ile görüşeceksiniz. Siyasi temaslarınızda hangi konular gündeme geldi? Neler konuşuldu?
İstanbul'un daha iyi bir yaşam merkezine dönüşmesi için hedeflediğimiz değişimi anlatıyoruz. Bu aslında tümüyle bir zihniyet değişimine sahip, toplumsal refah, en üst seviyede demokrasi, sosyal hakların korunduğu, yaşam kalitesinin en üst seviyeye taşındığı bir yaşam sürecini anlatıyoruz. Bu noktada işbirliklerimizin daha iyi olması, olgunlaşması, şehirler arası diyalogların daha nitelikli hâle getirilmesi, Berlin ile 30 yıldır kardeş şehiriz ama uzun yıllardır ilişkileri kopmuş iki şehirden bahsediyoruz. Bu ve bunun gibi ilişkileri canlandırmayı konuşuyoruz. Bunların hepsi verimli işler, bu verimlilik hem İstanbul lehine olacak hem de bütün Türkiye'nin lehine olacaktır.
Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyine yönelik askeri harekâtı Almanya'nın da gündeminde yer alan bir konu. Alman hükümeti Türkiye'nin askeri harekâtını kınayan ülkeler arasında yer aldı. Görüşmelerde Alman tarafı bu eleştirileri dile getirdi mi? Ve sizin yanıtınız ne oldu?
Bakan seviyesindeki görüşmelerde bunları elbette görüşmedik. İstanbul'un ilişkilerini konuştuk, İstanbul'un projelerini, nasıl bir şehir hedeflediğini konuştuk. Kaldı ki bu konu ve sorunun devlet diplomasisindeki direkt muhatabı ben değilim. Elbette vatandaşların ya da katılımcı olan bazı politik kimliklerin bu sorusu var. Ama benim buna elbette ki cevabım da var. Barış Pınarı konusunun sorgulanması çok basit kalır, çünkü şu anda konuştuğumuz şey Suriye üzerinde oynanan politikalar ve üretilen manevralar. Tümüyle bu sürece baktığınızda sadece Türkiye'nin son harekâtı üzerinden yargılamak ne Almanya'nın politik duruşuna ne de Avrupa'nın bütüncül sorumluluğuna yakışır... Birebir Avrupa'yı etkileyecek olan bu sürece Avrupa'nın etkin politikalarla dahil olması gerektiğini savunanlardanım. Hem Avrupa'nın barışa dönük politikalarında daha etkin olduğuna olan inancımdan bunu söylüyorum hem de buradaki negatif etkilerin, başta sığınmacı konuları olmak üzere, birebir ilk etkileyeceği coğrafyanın Avrupa olmasından dolayı bunu söylüyorum. Bence Almanya ve Avrupa bunu konuşmalı. Bunu konuşursa çözüm buluruz ve şu anda vatanın dışına kaymış olan 8 milyon Suriyeli'nin belki hep birlikte tekrar ülkesine dönmesini sağlarız.
İstanbul'a yabancı yatırımcıları çekmek istediğiniz yönünde açıklamalarınız oldu. Ancak Türkiye'deki siyasi gelişmelerin Alman yatırımcıları tedirgin ettiği biliniyor. Alman yatırımcıları İstanbul'a çekmek için nasıl planlarınız var?
Türkiye bazı konularda dönemsel bir tedirginlik yaratmış olabilir. Hukukun üstünlüğünde, özgürlüklerde, bir takım idari uygulamalarla ilgili tedirginlik yaratmış olabilir. Ama bu tedirginliklerin giderilmesiyle ilgili Türkiye 23 Haziran'da çok büyük bir adım attı. Dolayısıyla tedirgin olacak artık çok fazla bir şey yok. Türkiye artık iyileşmek istiyor, demokrasi adına büyük adımlar atmak istiyor. Bu adımları bugün Almanya ve Avrupa görmeyecek de hangi coğrafya görecek? Zira Türkiye her yönüyle birbiriyle entegre bir ilişki içinde Avrupa'yla. Ben bunu göreceklerini, bu sürecin yanında olacaklarını, ortak projeler olacağını, işbirliklerini güçlendireceğimizi derinden hissediyorum.
Siz Berlin'e gelmeden önce Alman basınında yer alan bazı haberlerde, sizden “Erdoğan'ın rakibi” diye söz edildi. Siz kendinizi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın gelecekteki rakibi olarak görüyor musunuz?
Benim şu anda çok olgun ve değerli bir görevim var: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'yım. Çok başarılı bir belediye başkanlığını, çok başarılı bir hizmet dönemini İstanbul'a yaşatmak istiyorum. Bu iddiamın yanına Berlin'deki hissiyatımla bir şey daha kattım. Dünyanın en demokrat belediye başkanı olmak istiyorum. Demokrasinin en cesur örneklerini İstanbul'da göstermek istiyorum. Kimin ne düşündüğünü çok önemsemiyorum.
Seçim kampanyasında danışmanlığınızı yapan Necati Özkan'ın yazdığı ve süreci ele alan "Kahramanın Yolculuğu" adlı kitap, İstanbul CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu tarafından eleştirildi. Siz bu eleştirilere katılıyor musunuz? Siz kitabı nasıl buldunuz?
Katılmıyorum, zira kitabı henüz okumadım. Niye katılmıyorum? Kitapta herkes kendi duygularını ortaya koyar, yarın o dönemi siyasi bir kimlik yazar, kendi duygularıyla yazar. Hatta o duygularını Cumhuriyet Halk Partili birisi yazar, başka türlü görür ve yazar. İyi Partili biri yazar başka türlü görür ve yazar. Bir vatandaş da yazabilir, ailemden biri de yazabilir ya da bir arkadaşım. Şu anda yazan bir profesyonel. Danışmanlığımı yapan bir yol arkadaşım. Kendi mesleki bakış açısıyla bir kitap yazmış olabilir. Dolayısıyla bu kendi fikridir. Buna saygı duymak lazımdır. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz. Ama tabii ki Canan Hanım'ın kendi fikrini beyan etmesine bir şey demiyorum ancak bulunduğumuz pozisyon itibariyle parti içi yoruma vesile olacak ve partinin bu anlamda etkileneceği bir psikolojik ortamda bunu yorumlamasını doğru bulmuyorum. Çünkü ben partimi ya da partili kimlikleri etkileyecek bir konuşmayı ne basın önünde yaparım, ne de tweet atarım.
Türkiye'de son dönemde 10'u aşkın HDP'li belediye başkanı görevden alınarak, yerlerine kayyum atandı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu size yönelik tehditkâr bir söylem içinde. Bu durum sizi tedirgin ediyor mu?
Birincisi beni boş lâflar tedirgin etmez. Bu boş lâfları zihninde taşıyıp, bunu dile getiren insanlar beni hiç ama hiç meşgul etmez. Ama elbette ki demokrasiye uygun olmayan hamleler beni biraz tedirgin ediyor. Ama bu tedirginlikleri ortadan kaldırmak da demokratik mücadeleyle olur. Şu an ben o mücadeleyi veren bir kimliğim. Değişen koşullara ve ortamlara göre hak ve özgürlüklerdeki, bu alandaki fikirlerini değiştirecek, oya göre manevrada bulunacak bir kişilik değilim. Her zaman söyledim, söyleyeceğim. Suçu belli olmayan, suçu netleşmemiş insanlara tek bir hamleyle, uygulamayla yapılan işler yanlıştır. Kayyum atamaları yanlıştır.
Söyleşi: Jülide Danışman
© Deutsche Welle Türkçe