Irkçılık: Avrupa da masum değil
14 Haziran 2020Avrupa Komisyonu üyesi Margaritis Schinas, Avrupa’daki ırkçılık konusunda sorumluluk üstleniyor. "Bu konuda ABD kadar çok problemimiz yok, bizim sosyal sistemimiz daha iyi" diyen Schinas, eşit fırsatlar yaratma konusunda Avrupa’nın gidilecek uzun bir yolu olduğunu "ilgilenmemiz gereken çok konu var" sözleriyle kabul ediyor.
Fransa’nın illüzyonu
Hukuk öğrencisi Kesiah, Paris’teki günlük hayatının üzücü taraflarından bahsediyor. Hâlâ üstesinden gelinemeyen bir konunun iş arama sürecinde uygulanan ayrımcılık olduğunu dile getiren Yescot birçok hukuk firmasının, yaptığı stajyerlik başvurusunu pozisyonun çoktan kapandığını söyleyerek reddettiğini söylüyor.
"Bizi kabul ettiklerine inanmamızı istiyorlar. Ancak burada ikiyüzlülük var. ABD’deki gibi açık bir ırkçılık değil, daha gizli. Gündelik olaylarda karşınıza çıkıyor; mesela iş ararken ya da sokakta hiçbir neden yokken durdurulduğunuzda."
Kesiah, geçen hafta sonu binlerce Fransız ile birlikte ırkçılık ve ayrımcılığa karşı sokaklardaydı. Fransa’daki polis şiddeti 2016’da Adama Traore’nin ölümüne neden olmuştu.
Problem sadece polisin sert muamelesi değil. "Irksal profilleme" yani yasaların ve düzenin ırk temelinde farklı uygulanması, Fransa banliyölerinde günlük hayatın bir parçası. Avrupa Konseyi’nin düzenlediği, 5 bin Afrika ve Arap kökenli genç erkeğin katıldığı bir anket çalışması, katılımcıların polis tarafından diğer Fransızlara oranla 20 kat daha sık durdurulduğunu gösteriyor.
Fransa’daki kitlesel protestoların bir kazanımı, İçişleri Bakanı Christophe Castaner’in gözaltına alma esnasında, polisin gözaltına alınan kişinin boynuna müdahale etmesini yasaklaması oldu. Castaner, polisin genelinin ırkçı olduğunu reddetse de bazı polis memurlarının “ırkçı” olduğunu kabul ediyor.
Sömürgeci yönetim ve soykırım
Protestolar Avrupa’nın başkenti olarak görülen Brüksel’de de devam ediyor. Brända Auchimba, günlük ayrımcılıktan ve polisin her köşede Arap ve Afrika kökenli gençleri durdurmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. Belçika Kralı 2. Leopold’un (1835 -1909) heykellerinin kaldırılmasını talep eden Auchimba, "Umarım insanlar bu heykelleri gördüğümüzde ne hissettiğimizi anlar" diyor.
Belçika’nın Kongo’daki sömürge yönetimi, ülke tarihinin gizli sayfalarından. Bu dönemde yaşanan sömürü ve soykırım ancak 1998’de tarihçi Adam Hochschild sayesinde ulusal hafızaya alındı. 2. Leopold rejiminin sömürgeci yönetimi yaklaşık 10 milyon insanın ölümüne neden oldu. Ülke tarihinin bu dönemi günümüzde hâlâ Belçika’da okutulan ders kitaplarında görmezden geliniyor.
İngiltere’de kültür savaşları
Londra’da Belediye Başkanı da heykelleri indiren protestocuları destekliyor. Köle taciri Robert Milligan’ın Doğu Londra’daki heykelini kaldırtan İşçi Partisi üyesi Pakistan kökenli Sadiq Khan "Zenginliğimizin bir kısmının köle ticaretinden geliyor olması acı bir gerçek, ancak bunu kent meydanlarında kutlamamıza gerek yok" diyor.
İçişleri Bakanı Pakistan kökenli Priti Patel ise bu tür protestolara karşı olduğunu belirtiyor. Patel, köle taciri Edward Colston’ın heykelini Bristol’da söküp nehre atan protestocular hakkında bu "utanç verici eylemleri" nedeniyle hukuki işlem başlatılması gerektiği görüşünde.
Londra’da parlamento meydanındaki protestoculardan biri "İngiltere masum değil, hükümet ve polisten siyahların hayatıyla ilgili asla hesap sorulmadı" diyor. Bir diğer protestocu ise, bu kolektif yas ve eğilimin var olan durumu değiştirmenin anahtarı olabileceği görüşünde.
George Floyd ile dayanışma, İngiltere’deki gündelik hayatta karşılaşılan ırkçılığa, polis şiddetine ve ayrımcılığa yönelik oluşan öfkenin gün yüzüne çıkmasına neden oldu. İngiltere’de yaşanan “Windrush Skandalı” bu anlamda önemli bir örnek teşkil ediyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan işçi açığını kapatmak üzere eski İngiliz kolonisi ülkelerden gelen göçmenler, 2018’de gerekli belgelerinin olmadığı gerekçesiyle sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış, skandal olayın basına yansımasının ardından büyük tepkiye neden olmuştu.
"Sorun azınlıklarla nasıl ilişki kurulduğunda"
Londra’dan Kriminolog Ben Bowling, Avrupa’da kolluk kuvvetlerinin içinde bireysel ve kurumsal ırkçılığın çok yaygın olduğunu ifade ediyor, fakat ABD’de her yıl 1000 kişinin ölümüne sebep olan polis şiddetinin daha aşırı boyutlarda olduğunun altını çiziyor.
Ben Bowling’e göre, problem polisin azınlıklarla ve marjinal gruplarla nasıl bir ilişki kurduğuyla alakalı. Bowling "İngiltere’de polisin siyah ve Asyalı nüfusa nasıl davrandığı ortada. Bu durum Almanya, Fransa gibi azınlıkların dışlanıp, problem olarak tanımlandığı her Avrupa ülkesinde geçerli" açıklamasını yapıyor.
Bowling, ayrımcılığın kolluk kuvvetlerinin tutumu dışında ekonomi, eğitim ve aile yapısıyla alakalı olduğunu belirtiyor. Avrupa ülkelerinin, geleceğin çok kültürlü olacağı gerçeğini kabullenip, toplumdaki her bireyin eşit fırsata sahip olması gerektiğinin farkına varması gerektiğini de sözlerine ekliyor.
"Kendimden utanıyorum"
Ancak Avrupa, bu tahayyülden oldukça uzakta. Avrupa nüfusunun yüzde 10’unu oluşturmalarına rağmen, Avrupa Parlamentosu’nun 705 üyesinden sadece 24’ü Afrika ve Asya kökenli. Yeşiller Partisi’nden İsveçli Alice Kuhnke bu üyelerden biri. Kuhnke "Utanıyorum, çünkü Avrupa’daki insanları gerçekten temsil etmiyoruz. Bu yüzden gelecekte parlamentonun farklı görünen ve farklı kökene sahip daha fazla üyesi olmalı" diyor.
Kuhnke, 2008'den beri askıda olan AB’nin ırksal ayrımcılığa ilişkin direktifinin raportörlerinden. Sosyal konularda her vatandaşa eşit muameleyi öngören kanun teklifi, pek çok üye ülke tarafından engellendi. Avrupa ülkelerinin yarısı ırkçılıkla mücadele etmek için bir eylem planına sahip değil. Kuhnke son protestoların Avrupa Birliği’ndeki farkındalığı arttıracağı konusunda ise umutlu: "Bu süreç, eşitliğe dair söylenen süslü kelimelerle son bulmamalı, AB kanunlarına da yansıtılmalı."
Barbara Wesel / Brüksel
©Deutsche Welle Türkçe