İstanbul yeni bir depreme hazır mı?
17 Ağustos 2016Marmara Bölgesi, 17 Ağustos 1999 sabahı saat 03.02’de merkez üssü Gölcük olan 7.4 büyüklüğünde bir depremle sarsıldı. 45 saniye süren depremde yaklaşık 18 bin kişi hayatını kaybetti, 24 bine yakın insan yaralandı. Yüzlerce kişi sakat kaldı. Yaklaşık 300 bin ev ve işyeri hasar gördü ya da çöktü. Yüz binlerce insan evsiz kaldı. Felaketin üzerinden bugün tam 17 yıl geçti. O dönem yaşananları ve gelecekte Türkiye’yi bekleyen riskleri Marmara Depremi ile Türkiye’de adını duymayanın kalmadığı dernek AKUT’un Yönetim Kurulu Başkanı Nasuh Mahruki’ye sorduk:
DW Türkçe: Gölcük’e ne zaman, kaç kişi ile ulaştınız?
Mahruki: 17 Ağustos’ta AKUT ekibi Avcılar’daydı. Fakat o sırada depremin asıl merkez üssünün Gölcük olduğunu öğrendik ve bütün ekipleri bölgeye kaydırdık. Ben Gölcük’teki ekibin başına geçtim. Depremin ertesi gecesi oradaydık. Gölcük’te AKUT gönüllüsü olarak baktığınızda toplam 10-15 kişiydik. Zaten 17 Ağustos 1999 depreminde bütün AKUT gönüllülerinin sayısı toplamda 120 idi. Ama asıl biz işi Türkiye’nin dört bir tarafından gelen binin üzerinde gönüllüyü organize ederek başardık.
O dönem bütün ülkede arama-kurtarmayı bilenlerin kapasitesi 220 kişiydi. Bunların yarısı sivil savunmaydı, 110-120’si de bizdik. Ama karşınızda 70 bin enkaz var. Burada çalışabilmek için şöyle bir yöntem geliştirdik: Binlerce insan yardım etmek için akın akın bölgeye geliyordu. “Hiçbir şey bilmiyoruz ama su veririz, taş taşırız, yemek yaparız, birisi ile konuşur onu rahatlatırız” diye geliyorlardı. Bir tane arama-kurtarma işini bilen kırmızı tişörtlü AKUT gönüllüsünün yanına, hayatımda ilk defa gördüğüm daha otobüsten yeni inmiş 3-4 kişi veriyordum. “Peşine düşün bu kırmızı tişörtlü ne diyorsa onu yapacaksınız” diyordum ve yolluyorduk enkazlara. Ve işte enkaz altından 220 kişiyi bu şekilde kurtardık. Sadece Gölcük’teki benim ekibim 43 kişiyi kurtardı.
DW Türkçe: Gölcük’teki arama kurtarma çalışmaları kaç gün sürdü?
Mahruki: Bir haftada bitti. Ondan sonra yardım dağıtım çalışmalarına başladık. AKUT gönüllüleri Değirmendere’de yardım için yollanan bütün malzemelerin toplandığı, karşılandığı, tahsis edildiği, ihtiyaca göre dağıtıldığı inanılmaz bir sistem kurmuştu. Ben bir hafta sonra oraya gittiğimde gözlerime inanamadım. Çünkü biz lojisitik bir ekip değiliz, böyle bir eğitimimiz, bir hazırlığımız yok. Normalde bütün bu insani yardım konularının sorumlusu Kızılay’dır. Ama Kızılay deprem döneminde çok geriden geldi. Plansızlık, hazırlıksızlık ve depoların yetersizliği nedeniyle bir sürü sorun çıktı. Kızılay daha sonra baştan sona yeniden yapılanmaya gitti zaten. Ama o dönem insanlar Kızılay’a güvenini yitirdi ve yardım malzemelerini Kızılay’a vermek istemediler. O dönemde biz 120 kişiydik ama Değirmendere’de kurduğumuz kampa binin üzerinde gönüllü katıldı. Bir 10 gün falan bu şekilde çalıştık. Ondan sonrada her şeyi kayıtları ile Gölcük Donanma Komutanlığı’na teslim ettik ve biz bölgeden çekildik. Aslında silahlı kuvvetler de burada lojistik anlamda çok iyi iş yapabilirdi ama Gölcük Donanma Komutanlığı çok ağır hasar almıştı ve onlar da kendi dertlerinden bir hafta kafayı kaldıramadı. İşte Kızılay’ın ve TSK’nın olmaması, o boşluğu AKUT’un doldurmasına yol açtı.
DW Türkçe: En zor ya da en uzun operasyon hangisi olmuştu?
Mahruki: Orada biz aynı anda birden fazla operasyonda çalıştık. Hatta ilk 5 gün ben toplamda 6 saat uyudum ve en sonunda çok zor bir kurtarmayı bitirdikten sonra gittim ve bayıldım. En son 35 saat bir çocuğu kurtarmak için uğraştık. Çok kötü ve teknik olarak çok zorlu bir yerdeydi. İki bacağı birden enkaz altındaydı ve üzerinde 5 kat bina vardı. Beş katı çocuğun üzerinden tek tek kaldırdık. En sonunda bir şekilde çıkarttık ama ne yazık ki iki bacağı da daha sonra kesildi. Bir bacağını en azından kurtarırız diye çok mücadele ettik ama ne yazık ki o dönemde hastaneler de çok alt üst durumdaydı. O süreçte çocuğu ancak iki bacağını keserek kurtarabildiler. Hem psikolojik hem de fiziksel olarak çok zor bir işti.
DW Türkçe: Peki bu depremin üzerinden 17 yıl geçti. O dönemden bu yana yeni bir depreme hazırlıklı olmak adına neler yapıldı? Neler eksik kaldı?
Mahruki: Valla olumlu anlamda bir şeyler yapıldığını söylemek biraz zor ve aşırı iyimserlik olur. Tek söyleyebileceğim çok güçlü bir arama-kurtarma yapılanması var Türkiye’de şu anda. Elinde binlerce personeli olan AFAD var, yine elinde binlerce doktoru olan kuruluşlar var, bu çok önemli bir kazanım elbette. Onun dışında çok sayıda sivil toplum kuruluşu var, silahlı kuvvetlerin çok nitelikli ekipleri var. Bunların hiçbiri 17 Ağustos’tan önce yoktu. Tamamı 1999 depreminden sonra kuruldu. AKUT örnek alınarak yüksek standartlarla kuruldu.
Ama öte yandan mevcut yapı stokları büyük bir sorun olarak kaldı. Hala yıkılma riski bulunan, yıkıcı bir depremde ayakta kalamayacak dünya kadar bina var. İstanbul’un nüfusu sürekli artıyor, boş alanlar sürekli imara açılıyor. Hatta deprem toplanma alanları bile imara açıldı, AVM’ler, rezidanslar yapıldı. Deprem vergisi diye toplanan paralar bile amacı dışında kullanıldı. Bu paraların hesabı sorulduğunda uzun süre cevap vermediler, en sonunda Maliye Bakanı Mehmet Şimşek “Köprü yaptık o paralarla” dedi. Yani maalesef depremden almamız gereken dersi alamadık. O kadar acı çektik, milyarlarca dolar paramız gitti, uzun süre kendimize gelemedik, stresimizi atamadık, travmasını atlatamadık. Ama ne yazık ki almamız gereken dersleri almadık.
DW Türkçe: Bilim insanları Marmara Denizi içinde 7 ve üzeri büyüklükte bir deprem olacağını belirtiyorlar. Acaba bunu fay hareketlerini izleyerek önceden bilmek mümkün mü?
Mahruki: Tabii. Binlerce yıllık bir deprem birikimi var gezegende. Bütün bunları bir de akademik bilgiyle, ölçme, değerlendirme ile ABD, Singapur, Japonya, Avrupa’daki bütün bilim insanlarının bilgisini üst üste koyduğunuzda ortaya bir fotoğraf çıkıyor. Bu fotoğraf sonuçta bu fay hatlarının aktif olduğunu söylüyor. Zaten bunun için uzman olmaya da gerek yok. Türkiye’de fay hatları Bingöl-Erzincan taraflarından Doğu Anadolu Fay Hattı’ndan başlıyor, yukarı doğru çıkıp sonra Kuzey Anadolu Fay Hattı ile devam ediyor. Ve 1939 Erzincan Depremi’nden, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’ne kadar 6 tane büyük depremle kırıla kırıla Gölcük’e kadar geliyor. Buradan sonra yedinci kırılmada da Marmara Denizi’nin içinden Boğaz’ın altından devam edecek ve Yunanistan’a doğru gidecek. Bunu bekliyoruz şu anda. Bunun da ölçüm ve değerlendirmelere göre 30 yıl içerisinde olması bekleniyor.
DW Türkçe: Peki İstanbul, beklenen 7 büyüklüğünde bir depreme hazır mı sizce?
Mahruki: Ne münasebet! Alt üst olur! Yani Allah korusun öyle bir deprem yaşarsak İstanbul alt üst olur. Çünkü yapılması gerekenler yapılmadı. Eğer birileri bu işi gerçekten rant devşirmek için değil de Türkiye’ye, İstanbul’a, insanlara faydalı olmak için yapsaydı, bu 17 senede yıkılması gereken binaların yani İstanbul’un dörte birinin yıkılıp yeniden yapılması gerekirdi. Mahalle mahalle İstanbul’un riskli binaları yıkılıp, oralara yukarı doğru büyüyen, daha sağlıklı, alt ve üst yapısı, otoparkı, park ve bahçesi olan, tüm kültür sanat aktiviteleri için alanları olan yerler yapılabilirdi. Bunların hiçbirisini yapmadılar, sadece buldukları her boş alana yeni binalar diktiler. Çünkü buradan çok büyük bir rant elde ediliyor. Tamamen arazi mafyası üzerine kurulmuş bir sistem var İstanbul’da ve ne yazık ki bundan kurtulamıyoruz. Normalde bir kuruş etmeyecek kamu arazisi, sadece 30 kişi imza attı diye, bir belediye meclis kararı ile milyarlarca dolar edebilecek bir rakama çıkarılabiliyor. Gayri ahlaki ama yasaya uygun.
DW Türkçe: Ama aslında hala çok geç kalınmış değil. Şu andan itibaren ivedilikle neler yapılmalı sizce?
Mahruki: İstanbul’un nüfusu azaltılmalı. İlk yapılacak şey İstanbul’un bu nüfusunu azaltacak politikalar geliştirilmek olmalı. O politikalar da Anadolu’da başlamalı. İstanbul’un kurtuluşu Anadolu’da başlar. Anadolu’da yeni cazibe merkezleri, sıfırdan bomboş araziye, kamu binaları, hastanesi, okulu, park-bahçesi ile konutları olan baştan sona sıfırdan yeni kentler kurulması gerekiyor. Ve nüfusu o kentlere taşıyacak şekilde politikalar üretilmesi gerekiyor. Yani üretimi de sanayiyi de Anadolu’da değişik yerlere kaydırmaları gerekiyor.
Daha sonra mevcut yapı stokları azaltılmalı. Hala daha üst üste binalar yapılıyor İstanbul’da. Bu kadar bina ihtiyacımız yok bizim.
“Zararın neresinden dönersen kârdır” diyenlerdenim. Karamsar değilim ama fotoğrafın korkutucu olduğu ve yıkıcı bir deprem senaryosunda 1999 depreminde yaşadığımızdan çok daha büyük acılar yaşayacağımız da apaçık ortada.
© Deutsche Welle Türkçe
Söyleşi: Başak Demir