1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Hidrokarbon adası Kıbrıs

24 Kasım 2014

Gazeteci Kayhan Karaca, Kıbrıs izlenimlerini DW okurları ile paylaşıyor. 4 bölümlük yazı dizisinin ilk kısmında, Akdeniz’in Kıbrıs adasını çevreleyen bölümlerindeki yer altı kaynaklarının kullanımı sorununu ele alıyor.

https://p.dw.com/p/1Ds0T
Fotoğraf: AP

“Kıbrıs sorunu zaten karmaşıktı, hidrokarbon kriziyle şimdi daha da içinden çıkılmaz bir tünele girildi”. Kıbrıs’ta bugün adanın her iki tarafında kiminle konuşsanız, duyacaklarınız büyük ölçüde bu cümleyle özetlenebilir. Kıbrıslı Rum lider Nikos Anastasiades, önce Yunanistan Başbakanı Samaras, ardından da Kıbrıs’ın Rum tarafındaki siyasi partilerin onayını aldıktan sonra, Ankara’nın Doğu Akdeniz’deki doğal gaz sondaj çalışmalarına “müdahale etmesini” gerekçe gösterip Kıbrıslı Türklerle sürdürdüğü müzakereleri bu yıl ekim ayında tek taraflı askıya aldığını duyurmuştu.

Hidrokarbon meselesi, yani Akdeniz’in Kıbrıs adasını çevreleyen bölümlerindeki yer altı kaynaklarının kullanımı sorunu ilk olarak 2011 yılında gündeme gelmişti. Konu aslında, Ankara’nın, bugün sadece Rumlar tarafından temsil edilen ancak uluslararası planda adanın tek tanınan devleti konumunda olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, deniz sınırlarını belirlemek amacıyla Akdeniz’in kıyı devletleriyle anlaşma yapma hakkına karşı çıkmaya başladığı 2003 yılından bu yana gündemde. Ankara, Rumların tüm adayı temsil etmediğini ve sahip çıktıkları bazı bölgelerin Türk kıta sahanlığı ile çakıştığını söylüyor.

Türkiye, 2007 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan ettiği münhasır ekonomik bölgede petrol ve gaz arama için uluslararası ihale açmasına karşı çıkmıştı. 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre, bir kıyı devletin, kara sularının kenarından 200 deniz miline kadar münhasır ekonomik bölge ilan etme hakkı bulunuyor. Adada iki toplum arasındaki sorunu görmezden gelen Kıbrıs Cumhuriyeti, bugün olduğu gibi, 2008 yılında da, Türk savaş gemilerinin adanın güney sahillerinde kendi adına hareket eden Norveç araştırma gemilerini taciz ettikleri gerekçesiyle Birleşmiş Milletler düzeyinde protestoda bulunmuştu. Ankara, Norveç gemilerinin Türkiye'nin kıta sahanlığı içinde olduğunu savunup, Rumlardan uluslararası ihale çağrılarını sonlandırmalarını istemişti. Bu uyarıya kulak asmayan Kıbrıs Cumhuriyeti, İsrail parsellerinde de ruhsatlı olan Amerikan Noble Energy şirketine, kendi münhasır ekonomik bölge sınırları içinde gösterdiği, İsrail’le ortak çizgiye yakın olan fakat Ankara’nın itiraz ettiği alanda bulunmayan 12’nci parselde hidrokarbon arama ruhsatı verdi. Kıbrıs’a 185 km mesafede olan bu parsel kısaca “Afrodit” olarak biliniyor ve İsrail’in “Leviathan” parselinin hemen yanında bulunuyor. Parselde 200 bcm civarında doğal gaz bulunduğu yönünde hesaplar var. Bu da Kıbrıs’ın yıllık gaz ihtiyacının 200 katı.

Krize dönüştü

Hidrokarbon konusu, Afrodit parselinde sondaja başlanacağının duyurulduğu 2011 yılında gerçek anlamda krize dönüştü. Ankara, Rumların bu adımı atmaları halinde “her türlü önlemi” almaya hazır olduğunu duyurdu. Rumların 19 Eylül 2011 tarihinde Noble Energy şirketine adanın güney açıklarında araştırma sondajı yetkisi vermesinin ardından, Ankara da 21 Eylül’de misilleme olarak Kıbrıslı Türkler ile kendilerine ait kıta sahanlığını belirleyen bir anlaşma imzaladı. Bir gün sonra da Kıbrıs Türk yönetimi, Türkiye Petrolleri’nin (TPAO) kara ve deniz olmak üzere Kıbrıs’ın belli bölgelerinde petrol ve gaz aramasına onay veren bir karar aldı. Kıbrıs Cumhuriyeti bu karara misilleme olarak adanın güneyindeki diğer parseller için yeni bir ruhsatlandırma başlatacağını duyurdu ve Şubat 2012’de ikinci ihaleyi ilan etti. Türkiye bu ilana, kendi kıta sahanlığı içinde yer alan parsellerde “yetkisiz petrol ve gaz aramalarına hiçbir şart altında izin vermeyeceğini” belirterek tepki gösterdi. Konu bu yıl Rum lider Anastasiades’in, hidrokarbon konusuyla bağlantılı olarak Ankara’nın savaş gemilerini bölgeye göndermesini gerekçe gösterip, Kıbrıslı Türklerle müzakereleri terk etmesiyle tekrar gündeme geldi.

Sorun aslında sadece Kıbrıs’la sınırlı değil. Ankara; Rumların, Kıbrıs Cumhuriyeti adına 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail ile imzaladığı münhasır ekonomik bölge anlaşmalarına karşı çıkıyor. Zira Doğu Akdeniz’de sular altında yatan rezervlerden kıyı ülkelerin hepsi azami pay kapmak istiyor. Nedeni çok basit: Dünya ticaretinin yüzde 30’unun geçtiği Akdeniz’de denizin altında 60 milyar varil hidrokarbon bulunduğu tahmin ediliyor. Bu da sadece Avrupa’nın yaklaşık 30 yıllık hidrokarbon ihtiyacına eşit. Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan Levant havzasında 3.45 trilyon metreküp doğal gaz ve 1.7 milyar varil petrol bulunduğu ve bunun dünyanın en büyük doğal gaz yataklarından biri olduğu da belirtiliyor. Enerji uzmanlarına göre, Nil Deltası ve Girit’e uzanan alandakilerle birlikte bu, Doğu Akdeniz’de toplam değeri 3 trilyon dolar olan 60 milyar varil petrole eşdeğer hidrokarbon bulunduğu anlamına geliyor.

Bugün sadece Ankara tarafından tanınan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, Rumların bir önceki liderleri Hristofyas döneminde Noble şirketiyle anlaştıklarını hatırlatıp, “O zaman kendilerini uyardım. Biz de adım atarız dedim. Dinlemediler. Biz de karşılık olarak TPAO’ya yetki verdik” diyor. Eroğlu, 2011 yılında hidrokarbon konusu gündeme geldiğinde, Türk tarafı olarak, bu konuda özel bir komisyon oluşturulması ve gazın Türkiye üzerinden ihraç edilmesi olmak üzere iki öneride bulunduklarını, ancak bu önerilerin Rumlar tarafından reddedildiğini de söylüyor.

Kıbrıs görüşmelerinde birkaç hafta önce Eroğlu tarafından “müzakereci” olarak atanan Ergün Olgun, Rumların hidrokarbon konusuyla büyük risk aldıkları görüşünde: “Hidrokarbon keşfi her zaman sorunlara yol açmıştır. Mesela Sudan örneğine bakın. Bu konu ülkeleri toprak çatışmasına kadar götürebilir. İşbirliği içinde çözümlenebilirse daha iyi”. Olgun'un Sudan örneği oldukça çarpıcı zira, Sudan’da 1970’lerde petrol keşfedilip ilk kuyular açılmış, 1983-2002 arası iç savaş yaşanmış, 2002-2011 arası barış müzakereleri yürütülmüş, 2011 yılında ise ülke bölünmüş ve Güney Sudan bağımsızlık ilan etmişti. Olgun, sadece Kıbrıs değil birçok ülkenin “işin içinde” olduğunun altını çizip, “Petrol şirketleri kuruşu kuruşuna hesap yapar. Herkes için çıkar hesabı var” diyor. Fakat iyimserliğini de koruyor: “Bu konu rasyonel insanlar için katalizör de olabilir. Avrupa’ya enerji yollarını çeşitlendirmek için fırsat doğabilir. Hidrokarbon dahil tüm sorunlar masada çözümlenmeli. Biz masadayız”.

Kuzey Kıbrıs Başbakanı Özkan Yorgancıoğlu, geçmişte “zenginliklerimizi Türklerle paylaşmak istemiyoruz” politikası güden Rumların şimdi “biz çok zayıfız anlaşma lehimize olmayabilir” güdüsüyle hareket ettikleri görüşünde. Yorgancıoğlu, Kıbrıs sorununa çözümün “doğal kaynakların her iki halk için kullanılması ve güvenli biçimde dünya pazarlarına yollanmasını sağlayacağını” da söylüyor.

Nikos Anastasiades ise “doğal kaynaklar devletin malıdır” diyor. Adada tanınmış resmi tek devlet Kıbrıs Cumhuriyeti olduğundan, doğal kaynaklar konusunda hareket etme yetkisinin kendilerinde olduğunu savunuyor. Rum lider, “Hristofyas ve Talat döneminde hidrokarbonun merkezi hükümetin yetkisinde olduğu konusunda görüş birliğine varılmıştı. Hristofyas ve Eroğlu da hidrokarbon gelirlerinin dağıtımı konusunda bir formül üzerinde uzlaşmıştı. Dolayısıyla, eğer Türkiye Kıbrıslı Türklerin haklarını korumak istiyorsa, Kıbrıs sorununa en kısa sürede çözüm için katkıda bulunmalıdır”. Anastasiades, hidrokarbon meselesinde haklı olduklarını göstermek amacıyla, Kıbrıslı Türklerin de olası gaz ve petrol gelirlerinden yararlanacaklarını ve hidrokarbonların işletilmesinden kaynaklanacak gelirlerin dağıtımı için bir fon dahi oluşturacaklarını söylüyor. Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türkleri hidrokarbon konusundan dışlamadıklarını göstermek amacıyla, elde edilecek gelirlerin bir bölümünün adanın kuzeyinin “ekonomik kalkınmasında kullanılacağı” vaadinde de bulunuyorlar.

Rumlar, sadece 12 numaralı parselden çıkarılacak hidrokarbonun işletme maliyeti açısından yeterince kârlı olamayacağının farkındalar. Tek başlarına bu işin altından kalkamayacaklarının da bilincindeler. Bunu açıkça söylüyorlar da. Bu nedenle İsrail, Mısır ve Lübnan’ın da dahil olacağı ortaklıklar peşindeler. Hatta “Adada çözüm sonrası hedef hidrokarbonda Türkiye’yle de işbirliği” diyorlar. Adının açıklanmasını istemeyen üst düzey bir Kıbrıslı Rum diplomat, “Adada iki toplum arasında çözüm olmadıkça hidrokarbon yasal hükümetindir. Fakat bu Kıbrıslı Türklerin pay sahibi olmadıkları anlamına gelmez. Hidrokarbonu uluslararası pazarlara aktarmak amacıyla konuya bölgesel perspektiften bakıyoruz. Yapabileceğimiz tek şey, mesafe nedeniyle, geçici çözüm olarak, Mısır’a doğalgaz tedarik etmek olabilir. Rezervleri olsa da Mısır’ın önemli miktarda doğalgaz ihtiyacı var”.

Kriz yakında yoğunlaşacak'

Kıbrıs sorununun her iki tarafta da yakın takipçilerinden olan Kıbrıs Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Niyazi Kızılyürek, hidrokarbon konusunun iki toplum arasındaki müzakerelerin parçası haline gelmekte olduğu düşüncesinde. Kızılyürek, “Doğalgaz Türkiye’nin dikkatini çekiyor. Ankara gaz konusunun müzakerelerde pazarlık konusu haline gelmesinden yana. Bu krizin yakın gelecekte daha da yoğunlaşacağını öngörüyorum. Fakat bir noktadan sonra müzakere edilir. Uzun vadede Kıbrıs Türkiye’yi gaz konusundan dışlayamaz. Oyunun sonunda İsrail ile Türkiye arasında işbirliği gerçekleşebilir” diyor. Kızılyürek buna karşılık, Türkiye’nin kendi gaz arama-çıkarma olanaklarına sahip olmadığını ve küresel şirketlerin KKTC tanınmadığı için Ankara’nın tezlerine yanaşmayacaklarını not edip, “O halde Türkiye’nin çıkarı federal çözümde yatıyor. Ayrı bir Kıbrıs Türk devleti elde etmekte değil” görüşünü savunuyor.

Sonuç olarak, Kıbrıs sorunu bugün bir de bölgesel enerji denkleminin parçası haline gelmiş durumda. Bunu, bölgesel enerji denklemi Kıbrıs sorununun parçası haline geldi şeklinde de okuyabilirsiniz. Öyle ki kimi uzmanlar daha şimdiden Kıbrıs’ı “hidrokarbon adası” olarak tanımlıyor. Elbette, Suriye, Lübnan, Filistin ve hatta Mısır’da bugün yaşanan ve bundan böyle yaşanacak siyasi gelişmeler Doğu Akdeniz’deki enerji denklemini derinden etkileyecek görünüyor. Yıllar boyu Kıbrıs sorunu konusunda perde arkasından hareket etmekte tercih kılan ABD’nin durup dururken Kıbrıs Cumhuriyeti’nden “stratejik ortak” olarak söz etmesi tesadüf olabilir mi? ABD’ye ek olarak İsrail ve Mısır gibi bölgesel güçlerin, Rusya’nın ve Avrupa’nın dev petrol şirketlerinin de denkleme dahil olduklarını hatırlatmakta fayda var.

© Deutsche Welle Türkçe

Kayhan Karaca