Çatışmaların siyasi maliyeti ne olacak?
1 Şubat 2016Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde uygulanan sokağa çıkma yasakları bugün Diyarbakır’ın Sur ilçesinde ikinci ayını doldurdu. Şırnak’ın Cizre ilçesinde ise 50 gündür sürüyor.
İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) geçen ay açıkladığı rakamlara göre, son 6 ayda Güneydoğu’daki 7 kentin 21 ilçesinde uygulanan sokağa çıkma yasakları ve operasyonlar sırasında, 200'e yakın sivil yaşamını yitirdi. İHD’ye göre, ölen sivillerden 29’u çocuk, 39’u kadın.
İHD ölen asker, polis, korucu ve PKK’lının toplam sayısının ise bine yaklaştığını belirtiyor.
İnsan hakları savunucuları çatışmalardan 1 - 1,5 milyon kişinin etkilendiğini söylerken, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) birkaç gün önce Genel Başkan Vekili Mehmet Ali Şahin imzasıyla milletvekilleri ve parti örgütlerine gönderilen “Terörle Mücadele ve İç Güvenlik Raporu”na göre, 93 bin kişi göç etmek zorunda kaldı.
Meclis’te temsil edilen 4 siyasi partinin milletvekillerine, olası siyasi sonuçları ve partilerinin yaklaşımlarını sorduk.
"Batıda toplu bir itiraz yok"
Orhan Miroğlu, AKP Mardin Milletvekili: "Bölge milletvekillerimiz olsun, bakanlar olsun, partimizle ilgili olan aydın kesimler, akademisyenler olsun; şu an bölgede bu siyasi sürecin hepimizin, Türkiye'nin lehine sonuçlanabilmesi için büyük bir çaba gösteriyoruz.
Bu çatışmanın ülkenin önüne konulması, daha doğrusu Kürt halkının önüne bir seçenek olarak konulması, bence sonuç vermemiştir. Kürtler'in Türkiye'ye duydukları aidiyet duygusunu zayıflatmak, bence bu hendek savaşını öne çıkaranların yegane amacıydı. Ama burada ters bir sonuç yarattı. Yani, halkın tabii bazı konularda eleştirel baktığı söylenebilir, ama bence aidiyet duygusu zayıflamamıştır.
Yani şöyle söyleyelim, Kandil’den yapılan açıklamalarda sürekli metropolde yaşayanlar bir direnişe, bu eylemleri destekleyemeye davet edilmiştir. Ama ciddi anlamda bir tek eylem, bir toplu itiraz söz konusu olmamıştır batıdan. Nüfusumuzun, yani Kürtler'in demek istiyorum, yüzde 60'a yakını metropollerde yaşıyor. Yani, metropoldeki Kürtler'in de bu konuda itirazları açık ve nettir, herhangi bir destek vermemiş olmak anlamında.
Dolayısıyla aidiyet duygusu değil ama, ihmal edilmişlik, 90'lı yılların travmalarını hatırlayarak söyleyelim, devletin vazifelerini yerine getirmemiş olmasından kaynaklanan birtakım zayıf bağlar söz konusu. Ama bu zayıf bağları da onarmak, hep beraber bu dönemi, tabii ki bu dönemin içinden çıkmak ve 90'lı yılların ikinci bir tecrübesi olmasını engellemek, bu sürecin, elbette hükümetin en temel görevidir. Sadece hükümetin değil, bence Türkiye sivil toplumunun -Türküyle Kürdüyle- hepimizin görevidir."
"Eski sürecin başlaması olanaklı değil"
Sezgin Tanrıkulu, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili: "Türkiye bu meseleyle bağlantılı olarak yakın döneminin en derin insan hakları ihlalleri ortamını yaşıyor. 7 Haziran’dan bu yana vahim bir tabloyla karşı karşıyayız. Bunun siyasi sonuçlarından daha önce, çok ağır insani sonuçları var.
Öncelikle bu kadar çok insani dram sonucu, yurttaşlarımızın aidiyet bağları ve duygusal bağları konusunda büyük bir kırılma yaşanıyor. Bu kırılmanın hangi siyasal sonuçlara yol açacağını yakında göreceğiz. Parlamentonun tutum almadığı, AKP’nin desteğiyle yürütülen bu derin devlet politikasının maliyeti insani olarak ağır oldu ama, siyasi maliyeti de ağır olacak.
Şimdi ölüm üzerinden sertleşen, milliyetçileşen, kutuplaşan nefret söylemi yüzünden birbirinden ayrılan ve tam ortasından bölünen bu toplumu konsolide etmeye çalışan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kendi başkanlığı nedeniyle bu sorunu böyle götürme eğiliminde. Bununla kendisini destekleyen kesimleri koruduğu gibi, aşırı milliyetçi ve hatta ırkçılığa varan bir kutuplaşma yarattığı için de bunun üzerinden kendi başkanlığını inşa etmeye çalışıyor. Dolayısıyla eski sürecin (çözüm sürecinin) yeniden başlaması veya kaldığı yerden devam etmesini, ben şu aşamada pek olanaklı görmüyorum.
Biz bu sürecin yanlış yönetildiği noktasındaki siyasi tezlerimizi parlamentoda ve dışında da dikkatlere sunmaya devam edeceğiz. Ancak bu ortam Türkiye bakımından sürdürülebilir değil. Bunun siyasi bedelinin çok ağır olduğunu da umarın Erdoğan çok yakında anlar."
"Sürecin Türkiye'deki bir bedeli"
Oktay Vural, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) İzmir Milletvekili, Grup Başkanvekili: "Sonuçları değerlendirirken bu sürece nasıl gelindiğini görmek gerekiyor. PKK bölgeye mühimmat, silah yığmış, adeta cephe oluşturmuş, tüneller, hendekler kazmış, fiili olarak bir başkaldırıya bir toprak parçasında egemenlik oluşturmak amacıyla Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğine yönelik bir kalkışma hazırlıkları yapılmış. Gerçekten adeta sokaklar, ilçeler bir iç savaşın bir parçası durumuna getirilmişti.
Bu çok ciddi olarak bir iç güvenlik zafiyetidir. Bu sonuç, terör örgütünün gücünün neticesinde meydana gelmiş bir sonuç değildir. Doğrudan doğruya Türkiye devletini yöneten zihniyetin bir terör örgütüne zemin oluşturması politikaları neticesinde meydana gelmiştir.
Aslında siyasi sonuçları itibarıyla bakıldığında, bir bakıma bu siyasi sürecin Türkiye’deki bir bedelidir. Türkiye’de terör örgütü muhatap alınırsa, müzakere edilmek yoluyla halkın temsilcisi konumuna düşürülürse, gelinecek nokta budur.
Öncelikle orada bir güvenlik temin edilmesi lazım. Göç eden vatandaşlarımızın göç ettikleri yerlerdeki ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor. Özellikle terör örgütünün orada yer edinmemesi için bir güvenlik şemsiyesi oluşturacak, etkili bir tedbirler zincirinin oluşturulması gerekiyor. Bir kamu düzeni oluşturulması gerekiyor.
Terörle mücadelenin oluşturduğu zararları ortadan kaldıracak tedbirler almak lazım. Sadece asayiş yönüyle değil, günlük hayatın, ekonomik ve ticari hayatın çalışmasını ve bir daha müdahale edilemeyecek noktaya gelmesini temin etmek lazım. Bu bakımdan, buraya daha kapsamlı politikalarla yaklaşılması gerektiğini düşünüyorum."
"Erdoğan başkanlık yolunda"
Mithat Sancar, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Mardin Milletvekili: "Hükümetin kapsamlı bir savaş politikası yürüttüğü ortada. Aslında doğrudan hükümetten söz etmek yerine, yeni devlet koalisyonu demek daha doğru. Yani, 7 Haziran’dan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başında bulunduğu yeni bir devlet koalisyonu kuruldu. Bu koalisyonun içinde MHP’nin temsil ettiği anlayış da var, eski derin devlet kurumları ve odakları da var. Savaş üzerine bir koalisyon oluşturuldu. Erdoğan karşılığında, başkanlık yolunda yürüme onayı aldı.
Bu koalisyon, şu anda politikalarında ısrar edecek gibi görünüyor, ama bunun sürdürülemez olduğunu her geçen gün biraz daha açık görüyoruz. Büyük tahribatlar yaratıyor. Hem insani, hem siyasi çok ağır bedeller yaratıyor. Türkiye’de birlikte yaşama umutlarını zedeliyor ve otoriter rejime doğru gidişin yolunu iyice açıyor. Buna tabii ki dur demek gerekir, ama şu an savaş politikalarında bu koalisyon devam etme kararlılığı sergiliyor. İşaretler bu yönde.
Türkiye’deki açık otoriterleşme, Kürtler açısından da birlikte yaşama umudunun ve isteğinin giderek zedelenmesi gibi çok net sonuçlar yaratacak ve yaratmakta görünüyor. Bunu durdurmak lazım. Bunun yolu, Türkiye'de sorunun diyalog ve müzakereyle çözümlenmesi ve tüm Türkiye için de yeni bir demokrasi ve barış hareketinin güçlenerek sahneye çıkmasıdır.
Bizim izlediğimiz strateji, açıkça şu: Sürekli çağrı yapıyoruz, çatışma ve savaş çözüm olamaz diyoruz. Biz kurumsal bir müzakere süreci ve barış ve demokratikleşme içerisinde bir yol haritası öneriyoruz ve yeni anayasa çalışmalarının da buna vesile olmasını istiyoruz. Çalışmalarımızı da buna göre yoğunlaştıracağız. "
© Deutsche Welle Türkçe
Kürşat Akyol / İstanbul