Bu bir dram. Dünyada şu an 100 milyondan fazla insan savaş ve şiddetten kaçıyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) verilerine göre Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, İkinci Dünya Savaşı sonrasının en büyük göç krizlerinden birine neden oldu.
Ukrayna, Suriye, Myanmar, Afganistan, Sırbistan… 1990’lardaki Balkan savaşlarından bu yana dünya düzenli olarak savaş ve toplu göçlere sahne oluyor. BM Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi'nin de net bir şekilde ifade ettiği gibi: Yerinden edilme artık kısa süreli ya da geçici bir olgu değil.
Bu dramın sonu da ufukta görünmüyor. Siyasilerin bunu açıkça söyleyecek cesarete sahip olması gerek. Çünkü mülteci politikalarının özü maalesef, herkesi memnun etmenin imkansızlığında yatıyor. Bir arada bir derede, iç ve dış politik çıkarlar arasında un ufak ediliyor.
"Göçün nedenlerini ortadan kaldırma" illüzyonu
Bir ülkenin sınırlarının tamamen açık ya da tamamen kapalı olması, fark etmiyor. Üzerinde uzlaşılabilir bir çözüm hiç yokmuş gibi görünüyor. Çünkü kontrolsüz göç, bir ülkenin kapasitelerinin zorlanması ve siyasi huzursuzluk tehlikesini beraberinde getiriyor.
Sınırlar kapatıldığında ise göç güzergâhları uzuyor, daha tehlikeli hale geliyor, kazanan insan kaçakçıları oluyor. Krizler ve savaşlar sona erdirilmedikçe kaçış ve göç devam ediyor.
Yakın geçmişimize baktığımızda siyasetçilerin bunu kabul edecek samimiyeti göstermekte zorluk çektiğini görüyoruz. Sıkça dile getirilen bir argüman, "menşe ülkelerde göçe yol açan etkenlere karşı mücadele edilirse savaş, şiddet, iklim değişikliği ve perspektifsizlik gibi nedenlerle kaçan insanların sayısı da azalır" şeklinde.
90'lardaki Balkan savaşları sırasında bu söylem, tartışmalı "iltica uzlaşması"na yol açtı. Alman Anayasasının 16'ncı maddesindeki iltica temel hakkı, 26 Mayıs 1993'te Federal Meclis'te yapılan oylamayla kısıtlandı. Yapılan değişiklikle, özellikle de "üçüncü ülke" düzenlemesiyle iltica başvurusunda bulunabilmek zorlaştırıldı, güvenli bir üçüncü ülke üzerinden giriş yapan siyasi takibat altındaki kişilerin iltica başvurusu hakları ellerinden alındı.
Bu yasanın kabulü sonrasında önceleri iltica başvurusu sayılarında belirgin düşüş kaydedildiyse de, birkaç yıl sonra kriz bölgelerinden Almanya'ya kaçan kişilerin sayısı yeniden artmaya başladı.
BMMYK verilerine göre 2012'de dünyada 42 milyon kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. Çoğu, kendi ülkeleri içinde başka noktalara kaçanlardı. 2021 sonu itibarıyla kaçış yolundaki insanların sayısı 89 milyona, kendi ülkeleri içinde kaçanların sayısı 53 milyona yükseldi.
Ukrayna'dan büyük kaçış
Savaş ve krizlerin para ve yasalarla engellenemeyeceği gayet açık. Ukrayna, Suriye ya da Balkanlarda kalkınma politikalarıyla, projelerle "göçün nedenlerine karşı mücadele etme" düşüncesi bir illüzyondur.
Ukrayna'dan kaçan kitleler bunun bir kanıtı. İçişleri Bakanlığı verilerine göre, Ukrayna savaşının başladığı 24 Şubat'tan bu yana sadece Almanya'ya bir milyondan fazla Ukraynalı geldi. Bu yılın Ocak-Ağustos ayları arasında Almanya'ya 115 bin 402 iltica başvurusu gerçekleşti. Başvuruların büyük çoğunluğu Suriyeliler ve Afganlar oldu.
Basit çözüm diye bir şey yok
Sığınmacıların ülkeye kabulü ve topluma entegrasyonlarında ağır bir görev üstlenen kent yönetimleri ve belediyelere desteğin acilen artırılması gerekir.
Ancak her şeyden önce siyasi samimiyet önemli. Çünkü sözde "basit" çözümler sadece siyasetin sağ ve sol yelpazesinde mevcut. İnsani bir mülteci politikasıyla, savaş ve şiddetten kaçan yüz binlerce insanın çektiği acı hafifletilebilir, ama kaçışın sebepleri durdurulamaz.
Avrupa Birliği bu tür bir ortak mülteci politikasında uzlaşabilirse bu, pek çok insanın hayatını kurtaracak son derece büyük bir ilerleme olur. Mülteci politikaları mucizeler getiremez ama savaşlar ve sürgünlerin açtığı derin yaralara merhem olabilir.
Astrid Prange de Oliveira