GMF Başkan Yardımcısı: Çok ciddi risklerle karşı karşıyayız
13 Ağustos 2020Türkiye ile Yunanistan arasındaki tehlikeli gerilim tırmanırken, dikkatler ABD ve Avrupa Birliği'nin (AB) takınacakları tavra ve atacakları adımlara çevrildi.
Geçmişte Kardak krizinde devreye girerek Ege’de bir savaşı engelleyen ABD yönetimi, bu kez farklı bir tutum mu takınıyor? AB, gerilimin tırmanması halinde Lizbon Antlaşması’nın "saldırı anında dayanışma" hükmünü aktive ederek Yunanistan’a destek vermeye mi hazırlanıyor? Türkiye’nin Doğu Akdeniz hamleleri, Batı’da nasıl yankı buluyor?
Bölgedeki gelişmeleri ve bunların ABD ve AB’deki yankılarını yakından izleyen Alman Marshall Fonu (GMF) Başkan Yardımcısı Ian Lesser, DW Türkçe’nin sorularını yanıtladı.
Türkiye’nin dış politika hamlelerinin büyük rahatsızlığa yol açtığına dikkat çeken ve "kazaen de olsa, işler istenmeden kontrolden çıkarak çok kötü yerlere varabilir" uyarısında bulunan Lesser, "Eğer Türkiye ile Yunanistan arasında işler ters gidecek olursa, Türkiye’nin kendisini diplomatik olarak tamamıyla izole edilmiş bulacağı konusunda hiçbir şüphe yok" dedi.
Türkiye ile Yunanistan’ın savaşın eşiğine geldiği 1990’lı yıllarda ABD Dışişleri Bakanlığı’nda, Türkiye’den sorumlu siyasi planlama ekibinde yer alan Lesser, Türkiye’yi en iyi tanıyan Amerikalı uzmanların başında yer alıyor. GMF Başkan Yardımcısı ve Brüksel ofisi direktörü Lesser’e yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
DW Türkçe: Almanya’nın da diplomatik çabaları sonrasında Ankara-Atina hattında gerilimin düşmesi, diyalog sürecinin başlaması bekleniyordu. Ancak bu kez gerilim çok daha şiddetli bir şekilde tırmandı. Yunanistan’ın Mısır ile deniz yetki alanları anlaşması imzalamasını, Türkiye’nin sismik araştırma gemisi Oruç Reis’i, savaş gemileri eşliğinde Akdeniz’e gönderme hamlesi izledi. İki NATO müttefiki, sıcak bir çatışmanın eşiğinde. Gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ian Lesser: Maalesef, Türk-Yunan ilişkilerinde 90’lı yıllarda yaşananlara benzer bir süreç yaşanıyor. Uzun bir geçmişi olan, çözüme kavuşturulmayan, hem iki ülke ilişkileri hem de NATO için risk oluşturan ihtilaflara, bölgedeki enerji keşiflerinin ardından yeni ihtilaflar eklenmiş durumda. Türkiye askeri güç kullanma konusunda hep son derece ihtiyatlı hareket eden bir ülkeydi, 1974’te Kıbrıs gibi istisnalar var tabii, ama ağırlıklı olarak kendi topraklarını savunma amacıyla askeri gücünü kullanan bir ülkeydi. Oysa birkaç yıldır askeri gücünü geleneksel, savunma amaçlı olmayan bir şekilde, başka krizlere müdahale ve güç projeksiyonu hedefleriyle kullanıyor. Şu anda çok agresif bir zemine kayıldı. Üstelik artık geçmişten farklı olarak, bölgede ve dünyada, jeopolitik dengeler de değişti. Dolayısıyla Türkiye ile Yunanistan arasındaki krizin yönetimi ve kimin diplomasi sürecine müdahil olabileceği sorusunun yanıtı, geçmişte olduğundan çok farklı.
1996 yılındaki Kardak krizi sırasında, ABD devreye girmiş, iki NATO müttefiki arasında sıcak çatışma son anda önlenebilmişti…
Evet, Kardak krizi sırasında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrooke, son derece kritik bir rol oynamıştı. Ama o dönem, Türk ve Yunan ordularında, riskleri gören, gerilimin çok da tırmandırılmamasından yana olan liderler vardı. Bu, gerilimin düşürülmesine katkı sağlamıştı. Günümüzde geçmişte olduğundan çok farklı, güçlü ve ateşli milliyetçi söylem hakim. Gerilim ve milliyetçilik alevlendiriliyor… Çok ciddi risklerle karşı karşıyayız. Bakın, bölgede sadece Türkler ve Yunanlılar yok. ABD, Fransa ve Rusya da var… Kazaen de olsa, istenmeyen gelişmeler yaşanabilir, işler istenmeden kontrolden çıkarak çok kötü yerlere varabilir. Özetle bölgedeki durum çok ciddi.
Washington, Türkiye’ye sondaj faaliyetlerini durdurma çağrısı yapıyor. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun cuma günü Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Denias ile görüşeceği açıklandı. Son yıllarda Türk-Amerikan ilişkilerinin kötüleşmesi, Washington’ın Türk-Yunan sorunlarına bakışını da değiştirdi mi? ABD’nin gerilimin düşürülmesi inisiyatifini almamasını nasıl yorumluyorsunuz?
ABD’nin Türkiye’yi izlemekte olduğu stratejiden vazgeçirecek diplomatik ve siyasi ağırlığı var mı? Bana göre bu çok belirsiz. Bugün Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler hiç olmadığı kadar kötü bir noktada. Buna karşın ABD’nin Yunanistan ile ilişkileri çok güçlü. Tek başına bu bile, gerçekten büyük bir değişim yaşandığını gösteriyor. Şu açık: ABD’de, NATO’da ve AB’de, Türkiye’nin izlediği stratejiye ilişkin algı son derece negatif, son derece kötü. Batı’da Türkiye ile yakınlık, stratejik dengenin gözetilmesi konusunda uzun yıllara dayanan yaklaşım adeta çökmüş, buna atfedilen önem de tamamen silinmiş durumda. Eğer Türkiye ile Yunanistan arasında işler ters gidecek olursa, Türkiye’nin kendisini diplomatik olarak tamamıyla izole edilmiş bulacağı konusunda hiçbir şüphe yok.
Türkiye’nin müttefiklik ilişkilerinin "çökme noktasına" geldiğini söylediniz, bunu açar mısınız?
Özellikle Türkiye Cumhurbaşkanı ve danışmanları, yaptıkları açıklamalarda tek başına hareket eden, bağımsız, müttefikliğin olmadığı bir siyasete vurgu yapıyorlar. Tabii bu kavramları kullanmıyorlar ama kastedilen bu. Türkiye’nin Batı dışında alternatifleri olduğunu söylüyorlar… S-400 alımı, Suriye, Libya’daki hamleleri… Türkiye, bu adımların yol açtığı riskleri yönetilebilir görüyor olabilir ama hepsinin toplamı, Türkiye’nin Batı ile stratejik ortaklığını yıkımın eşiğine getirdi. Ama bu noktaya gelinmiş olunması bile, ne kadar üzücüdür ki, Türkiye’nin aslında bir politika değişikliğine gitmesi gerektiğini görmesini sağlayamadı.
Şimdi dikkatler cuma günü AB dışişleri bakanlarının yapacağı olağanüstü toplantıya çevrildi. AB dönem başkanı Almanya gerilimin tırmanmasının önlenmesi için çabalarını sürdürüyor… Ancak Yunan basınında Atina’nın, "bir üye devletin saldırıya uğraması halinde diğer üye ülkelerin yardım ve destek yükümlülüğünü" düzenleyen, AB’nin Lizbon Antlaşması’nın 42. maddesinin aktive edilmesini gündeme getirebileceği belirtiliyor. AB’de bu yönde bir uzlaşı sağlanabilir mi?
Gerçekten de, gerilimde belirli bir noktaya gelinmesi durumunda, evet, aktive edilir. Yunanistan’ın askeri destek beklentisinden öte siyasi bir dayanışma beklentisi var. Ama Almanya ve diğerlerinin bu aşamaya yaklaşılmaması için gösterdikleri çabalar zaten anlaşılır. Eğer böyle bir aşamaya gelinecek olunursa bu bölgede, İsrail-Arap savaşları, Türkiye’nin Kıbrıs harekatından sonraki en büyük kriz olur…
Türkiye, Akdeniz’in diğer önemli ülkeleri Mısır ve İsrail ile de uzun süredir büyük sorunlar yaşıyor. Son aylarda emekli bazı Türk diplomat ve askerlerin, bu konuda eleştirileri dikkat çekiyor. "İdeolojik olmayan, rasyonel çıkarlara dayalı bir dış politika izlenmesi" beklentisini dile getiriyorlar, bu ülkelerle diyalog başlatılmasını öneriyorlar. Ancak birçok uzman, Erdoğan’ın ideolojik yaklaşımı nedeniyle bunun zor olduğunu savunuyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tamamen objektif bakacak olursanız şunu kolayca görebilirsiniz: Türkiye aynı anda, çok fazla cephede, aşırı, zorlayıcı politikalar izliyor. Bunun sonunun iyi olması mümkün görünmüyor. Geleneksel olarak Türk ordusunun da görüşü bu şekilde olurdu… Son dönemde ise Türkiye’nin güç projeksiyonunun sınırları ve bu askeri gücün nasıl orantılı bir şekilde kullanılabileceğine ilişkin anlayışın kaybedildiğini düşünüyorum. Türkiye’nin, Libya’dan Suriye’ye, Mısır’dan İsrail’e, dış politikasındaki tüm hamlelerine kuşbakışı baktığınızda, bunların ciddi bir şekilde, aslında Cumhurbaşkanı ve etrafındaki kişilerin, İslamcılık ve milliyetçiliği de içeren dünya görüşleri ile şekillendirildiğini düşünmeden edemiyorsunuz… Bu Türkiye’nin geleneksel tutumunu yansıtmıyor. Ama yıllardır iç politikayı kimlik politikaları ile canlandırma, yönlendirme çabası, hiç de sürpriz olmayan bir şekilde Türk dış politikasının da kimlik politikaları ile şekillendirilmesine yol açıyor.
Türkiye bir yandan korona salgınının yol açtığı zorlukları göğüslemeye çalışırken, ekonomisi de Türk Lirası’nda yaşanan değer kaybı ile daha da zorlu bir sürece girmiş durumda. Libya, Suriye ve Irak’taki askeri operasyonlar, şimdi de Doğu Akdeniz’de tırmanan gerilim… Bir hayli yüksek maliyetli bu dış politika sizce ne kadar sürdürülebilir?
Eğer ben şu anda Ankara’da bir yetkili olsam, mevcut koşullar altında bu politikaların sürdürülebilir olmaması nedeniyle oldukça endişeli olurdum. Türk ekonomisi üzerindeki baskı zaten ciddi boyutta. Türk hükümeti, IMF desteğine başvurmayacağını söylüyor. Ancak gelecekte IMF’ye ihtiyacı olması halinde, bunun için Batılı müttefiklerinin de desteğini alması gerekecek. Türkiye izlediği politikalarla tam tersi istikamette ilerlediği için, Batılı ülkelerde de Türkiye’ye dönük daha az dayanışma ve sempati hissediliyor. Pek çok sektörde yatırımcılar kaçıyor…
Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan, "IMF'den destek istenmeyecek" dediğine göre bir planı, bir bildiği, destek alabildiği bir kaynağı var…
Evet, Katar ve diğer başka yerlerden etki var. Ama bu da bir yere kadar. Türkiye’nin gerçek ekonomisinin yeniden nasıl canlandırılabileceği sorunsalı ortada duruyor. Bu da uluslararası yatırımcıların, bilinen geleneksel kriterlere dayanarak yaptıkları, Türkiye’de risk ve fırsatlar konusundaki değerlendirmelerine bağlı olmaya devam ediyor.
Değer Akal
© Deutsche Welle Türkçe