İsrail-Filistin meselesinin 75 yıllık bir geçmişi var ama son iki ayda yaşananlar, bu 75 yıllık hikayenin en trajik bölümlerinden birini oluşturuyor. 7 Ekim'den bu yana hayatını kaybedenlerin sayısı, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarıyla birlikte Birleşmiş Milletler (BM) İnsani İşler Koordinasyon Ofisi'nin son 15 yılda kaydettiği rakamın yaklaşık iki buçuk katına yükseldi. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, bu tablo karşısında uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden durumlara mahsus yetkisini ilk kez kullanarak Güvenlik Konseyi'ne acil ateşkes sağlama çağrısında bulundu. Güvenlik Konseyi Başkanı ve Ekvador'un Daimi Temsilcisi José Javier de la Gasca Lopez Domínguez'e gönderdiği mektupta "İsrail ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları'nda dehşet verici insani acılara, fiziksel yıkıma ve toplu travmaya yol açtığını, Gazze Şeridi'ndeki siviller için hiçbir yerin güvenli olmadığını, insani ihtiyaçların da karşılanamadığını" söyleyen Guterres'in çağrısı çok yerinde, ama Gazze Şeridi'nde yüz binlerce sivil için iş işten geçti bile.
Avrupa Birliği ve ABD'nin terör örgütleri listesinde yer alan Hamas'ın kontrolünde olan Gazze Şeridi'ndeki Sağlık Bakanlığının rakamlarına göre, İsrail'in saldırılarında ölenlerin sayısı 16 bini aştı. BM de bu rakamın 15 binin üzerinde olduğunu, ölenlerin yüzde 40'ından fazlasının, yani en az 6 bininin çocuk olduğunu kabul ediyor. İsrail'de, Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları'nın 7 Ekim'de öldürdüğü 33'ü çocuk, bin 200 kişinin yası hâlâ tutulurken cinsel saldırı ve tecavüzler vakaları da kayda geçmeye başladı. Hamas o gün kaçırdığı 240 kişiden 130'unu da hâlâ rehin tutuyor. BM uzmanları, 7 Ekim ve sonrasında her iki tarafta savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlendiğine dair iddiaların hızlı, şeffaf ve bağımsız bir şekilde soruşturulması çağrısında bulunmuştu. Bu çağrı karşılık beklerken İsrail harekâtını, Gazze Şeridi'nin güneyini de kapsayacak şekilde genişletmekten çekinmedi.
Bu iki ay içinde BM rakamlarına göre, Gazze Şeridi'nde nüfusun yüzde 80'i yerinden edildi, sadece BM'nin Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı UNRWA'nın kamplarına sığınanların sayısı 1 milyon 100 bini buldu. Bu verilere göre, en az bir milyon 700 bin kişi Gazze Şeridi'nde güvenli bir yer arayışında. Yüzölçümü 365 kilometrekareden ibaret olan bir toprak parçasının yarısı kadar bir alana sıkışmış, çoğu daha önce yerinden edilip kendi yurdunda mülteci durumuna düşmüş insanlardan söz ediyoruz. Yarısını çocukların oluşturduğu bu nüfusun, temiz içme suyuna ve gıdaya erişimi de kısıtlı. Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) rakamlarına göre, Gazze'de Kasım ayı sonunda kayda geçen 44 bin ishal ve 70 bin solunum yolu enfeksiyonu vakası vardı. DSÖ Sözcüsü Margaret Harris, durumun ciddiyetini "Gazze Şeridi'ndeki sağlık ve sanitasyon sistemi yeniden tesis edilmezse, Gazze halkını bombalardan çok hastalıklar öldürebilir" sözleriyle anlatmaya çalışmıştı.
Hâl böyleyken "Hamas'ın sivillere yönelik saldırısını haklı şekilde kınayan bazı hükümetler, mesela Almanya hükümeti, Gazze Şeridi'ndeki binlerce sivilin hayatına mal olan harekâta hak ettiği tepkiyi gösterdi mi?" diye sormak gerekiyor. Bu sorunun cevabı hâlâ daha ve maalesef hayır.
Netanyahu'nun meşru müdafaanın ötesine geçen adımları
Almanya, nasyonal sosyalist geçmişinden dolayı İsrail'e, hükümette kimin olduğuna ve politikalarına bakmaksızın destek sunmakta. Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, 2008 yılında İsrail parlamentosu Knesset'te yaptığı konuşmada "Benden önceki tüm hükümetler ve başbakanlar, Almanya'nın, İsrail'in güvenliği konusunda tarihi sorumluluklarına bağlı kalmışlardır. Bu tarihi sorumluluğu her şeyin üzerinde tutarız" demiş, "İsrail'in güvenliği, Almanya için hikmet-i hükûmettir" diye eklemişti. Merkel'in halefi Başbakan Olaf Scholz da Hamas'ın 7 Ekim saldırısından sonra Tel Aviv'e yaptığı ziyarette doğrudan "İsrail'in ve vatandaşlarının güvenliği, devlet için hikmet-i hükûmettir" ifadesini kullanarak Almanya'nın bu pozisyonunu yineledi.
Scholz'un, saldırıdan beş gün sonra sarf ettiği "Gazze Şeridi'ndeki sivil halkın çektiği acı ve sıkıntılar daha da artacak. Hamas da İsrail'e yönelik saldırılarıyla bunun sorumluluğunu taşımaktadır" sözleri, Netanyahu için meşru müdafaa hakkının ötesinde adımlaratmak açısından da bir nevi açık çek anlamına geldi. ABD yönetiminin tavrı da aynı yöndeydi. ABD'nin BM Daimi Temsilcisi de İsrail harekatının daha ilk günlerinde "Gazze'deki bu ciddi insani krize Hamas'ın kendi eylemleri neden oldu. Hamas çok fazla gereksiz acıya, ölüme ve yıkıma neden oldu" diye konuşmuştu. Bu tutum, Gazze Şeridi'nde bundan sonra olacakların faturasının sadece Hamas'a kesileceğinin güvencesi oldu.
Aynı tavır, Gazze Şeridi'ndeki hastane saldırılarını da yalnızca İsrail'in argümanlarına kulak verenlerin gözünde meşru kıldı. Rakamlar vahim. DSÖ'nün verilerine göre, 7 Ekim'den bu yana İsrail tarafından Gazze Şeridi'nde 164 ve Batı Şeria'da 171 olmak üzere sağlık hizmetlerine yönelik toplam 335 saldırı gerçekleşti. (DSÖ verilerine göre, Hamas da 7 Ekim'de İsrail'in sağlık hizmetlerine yönelik 33 saldırı gerçekleştirmişti.)
İsrail, Gazze Şeridi'ndeki hastanelere yönelik saldırılarını, Hamas'ın buraları önemli komuta merkezi olarak kullandığını söyleyerek savunuyor ancak kanıt olarak sunduğu görüntüler, bu iddianın hakikati ne ölçüde yansıttığı konusundaki tartışmaları bitirmiş değil. Diyaliz hastalarının, erken doğmuş bebeklerin hayata tutunduğu ve binlerce kişinin de sığındığı El Şifa Hastanesi örneğinde olduğu gibi. Eski İsrail Başbakanı Ehud Barak, gazeteci Christiane Amanpour'un sorularını yanıtlarken, bu tünellerin Hamas tarafından kullanıldığını tekrarlamış ancak El Şifa'nın, iddia edildiği gibi, ana komuta ve kontrol merkezlerinden biri olup olmadığını bilmediğini söylemişti.
Temel haklar eşit savunulmuyor
Gazze Şeridi'ndeki durumu, DSÖ'nün uyarısını ve karşı karşıya kalınan büyük felaketi duymayan, görmeyen kimse kalmış olabilir mi? Hâl böyleyken herkesin yaşam hakkı başta olmak üzere temel haklarını eşit şekilde savunamamak neden? Her fırsatta İsrail'e karşı tarihsel sorumluluğunu dile getiren Almanya hükümeti, söz konusu Gazze Şeridi'nde yaşayan siviller olduğunda aynı sorumluluğu hissetmiyor mu? Dünyanın neresinde olursa olsun, sivillere yönelik böyle toplu bir cezalandırmaya seyirci kalmanın da ağır tarihsel bir sorumluluk getireceği ne zaman anlaşılacak? Belki, BM Genel Sekreteri Guterres'in bu durumun "Filistinliler ve tüm bölgenin barış ve güvenliği için geri dönüşü olmayan etkileri olacağı" konusundaki uyarısı, bu gerçeğin anlaşılmasına yardımcı olur.