1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

'Erdoğan Putin değil'

18 Haziran 2013

Rusya uzmanı gazeteci Cenk Başlamış yabancı medyanın son günlerde Başbakan Erdoğan'ı Rusya Devlet Başkanı Putin'e benzetmesinin doğru olmadığı görüşünde.

https://p.dw.com/p/18rLc
Russian President Vladimir Putin (R) and Turkish Prime Minister Tayyip Erdogan walk together after a news conference in Moscow's Kremlin July 18, 2012. REUTERS/Sergei Karpukhin (RUSSIA - Tags: POLITICS)
Fotoğraf: REUTERS

Türkiye’de yaklaşık bir ay önce İstanbul’daki Gezi Parkı’nda başlayan ve halkın bir bölümüyle iktidarı karşı karşıya getiren olaylar devam ederken, uluslararası medya Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’la Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında benzerlikler kuran yorumlar yapmaya başladı.

Aslında bu tür yorumlar yeni değil, geçmişte de iki lider arasındaki ortak yönleri sorgulayan çok sayıda değerlendirme yapılmıştı. Ancak, Erdoğan’la Putin arasında benzerlikler olduğu kadar hem ikisi hem de Türkiye ile Rusya arasında çok önemli farklar var.

İki lider 2002 yılında, yani Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) başına geçmesinden sonra tanıştı ve aralarında hemen kişisel bir sempati doğdu. İkisinin ortak yönleri arasında Erdoğan’ın İstanbul’un Kasımpaşa semtinde, Putin’in ise St.Petersburg’un benzer bir sosyal yapısı olan semtinde yetişmesi var. Spor da iki liderin ortak uğraşı arasında: Erdoğan’ın gençliğinde futbol oynadığı biliniyor, Putin ise gençliğinde başladığı ve kara kuşağa ulaştığı judoya günümüzde de devam ediyor.

Erdoğan iktidara 2002 yapılan seçimlerde oyların yaklaşık yüzde 35’ini alarak geldi. Putin ise, Rusya lideri Boris Yeltsin’in beklenmedik bir anda istifa etmesinin ardından 2000 yılı mart ayında yapılan seçimlerde yüzde 50’nin üzerinde oy toplayarak Kremlin’e geldi. Aralarındaki en önemli fark, Yeltsin’in “halef” olarak Putin’i göstermesi, buna karşılık Erdoğan’ın kimsenin halefi olmaması.

Bir diğer önemli fark ise, Putin’in “gizli devlet”in adayı olması ve Rusya’yı dağılmaktan kurtarma misyonu taşıması. Zaten KGB ajanı olan ve “Soğuk Savaş” döneminde Doğu Almanya’da casusluk yapan Putin hep devlet için çalıştı, devletin desteği hep yanında oldu. Buna karşılık Erdoğan’ın iktidara gelinceye kadar devletle hep sorunlu bir ilişkisi oldu, hatta 1990’ların sonunda 10 ay cezaevinde kaldı.

Demokrasi Putin için hiçbir zaman öncelikler listesinin en üst sırasında yer almadı, o daha çok ekonomik istikrara ve devletin yeniden güçlenmesine ağırlık verdi. Demokrasiyle 1992 yılında, yani bundan sadece 21 yıl önce tanışan Rusya’da Putin iktidarını sağlamlaştırmak amacıyla “kontrollü demokrasi” ya da “yönetilen demokrasi”ye başvurdu. Bu terimler, “halka ne kadar demokrasi gerektiğine devletin karar vermesi” anlamında kullanılıyor.

Rusya’nın demokrasideki deneyimsizliğine karşı Türkiye’de, belki Batı ile karşılaştırıldığında yeterli olmayan, ancak sonuçta 1950’lerden bu yana işleyen bir demokrasi var. Bir kaç kez askerî darbe nedeniyle kesintiye uğrasa da darbeciler bile sonunda sandıktan kaçamadı. Eleştirilecek yönleri çok olsa da Türk demokrasisi Rusya’nın çok önünde.

Putin iktidara geldiğinde muhalefeti bir engel olarak gördü ve saf dışı bırakmak için çaba gösterdi ve başarılı oldu. Rus muhalefeti aradan geçen 13 yılda halkın gözünde “kahraman” olan ne Putin’e dişe dokunur bir muhalefet yürütebildi ne de topluma ciddi bir alternatif sunabildi.

Erdoğan Putin gibi muhalefeti yok etmeye çalışmadı, ancak mecliste diğer görüşlerin de temsil edilmesine olanak sağlayabilecek yüzde 10 barajını aşağıya çekmeyi başaramadı. Erdoğan’ın şimdiye kadar girdiği her seçimde oylarının artırmasının bir nedeni de, muhalefetin güçsüzlüğü ve etkisizliği. Türkiye’nin en eski partisi olan ana muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), kendisine oy verenler tarafından bile sert şekilde eleştiriliyor. Hatta CHP son bir aydır yaşanan Gezi olayları sırasında ne yapması gerektiğine bir türlü karar veremediği için büyük olasılıkla toplumun gözünde puan kaybetti. Çok mümkündür ki, eğer ilk genel seçimde liberal muhalefet ciddi bir seçenek yaratırsa köklü CHP barajı geçmekte bile zorlanabilir.

Putin zaten hep “devletçi” olduğu için devlet kurumlarıyla, örneğin orduyla ya da gizli servisle bir hesaplaşmaya kalkışmadı. Buna karşılık Erdoğan iktidara gelmesinden hemen sonra ordunun üst yönetimiyle, özellikle “postmodern darbe girişimi” olarak adlandırılan 28 Şubat 1997’deki askerin siyasete müdahalesinin sorumlularıyla  mücadele etti. Bugün Türk ordusundaki komutanların pek çoğu darbe girişimi suçlamasıyla tutuklu buluyor, o kadar ki Erdoğan’ın kendisi bile, “Atayacak general bulmakta güçlük çekiyorum” diyor.

Medya, iki liderin de en çok eleştirildiği konuların başında geliyor. Putin, işbaşına geldiğinde yaratmak istediği “kontrollü demokrasi” çerçevesinde iktidarını eleştiren medya patronlarına savaş açtı. Ülkenin ilk özel kanalı olan NTV ile liberal Sevodniya gazetesinin de sahibi olan ünlü işadamı Vladimir Gusinski’nin MOST Grubu’na ait medya holdingi dağıttı.

Cenk Baslamis, freelance correspondent of DW Turkish -Description : profile photo of Cenk Baslamis, freelance correspondent of DW Turkish -Date when the picture was taken : 18.10.2010 -Place where the picture was taken: Istanbul
Cenk BaşlamışFotoğraf: DW

Erdoğan’ın iktidara gelmesinden önce, biraz da onu küçümser şekilde kendisinden ilk adıyla, “Tayyip” diye söz eden Türk medyası başbakanlık koltuğuna oturmasından sonra biraz tutum değiştirdi. Erdoğan’ın, medya ile ilk takışması partisinin adı konusunda oldu ve gazetelerle televizyonlar Başbakan’ın ısrarı ve tepkisi üzerine bir süre sonra “AKP” kısaltması yerine partinin siyasi temizliğine vurgu yapan “AK Parti”yi kullanmaya başladı.

Putin, Rus-Çeçen savaşları sırasında sertlik yanlısı bir tutum takındı ve ayrılıkçı gruplarla diyalog kurmadı. Buna karşılık son zamanlarda Erdoğan, 1980’lerden bu yana devam eden Kürt sorununu çözmek için adımlar atmaya başladı.

Erdoğan’ın, 28 Şubat sürecine destek vermekle suçladığı, ünlü işadamı Aydın Doğan’a ait Doğan Holding’e bir milyar doları aşan vergi cezaları kesilmesini kimi yorumcular “medyaya gözdağı” olarak niteledi. Doğan’la iktidar arasındaki çekişme, Doğan Holding çatısı altındaki köklü gazete Milliyet ve Vatan’la çok seyredilen Kanal –D Televizyonu’nun satılmasıyla son buldu. Günümüzde, medya kuruluşlarının çoğunun iktidarla iyi ilişkiler içinde bulunan işadamlarına ait olduğu eleştirileri var. İster bu yüzden, isterse otosansürün sonucu olsun haber kanallarının ilk günlerde Gezi Parkı olaylarını görmezden gelmesi, hatta penguenlerle ilgili belgesel yayımlaması kamuoyunda tepki çekti.

İki liderin benzer bir yönü, muhafazakâr olmaları ve topluma bu hayat tarzını salık vermeleri. Gezi olaylarına katılan gençlerin bir bölümü Erdoğan’ın hayat tarzını kendilerine dikte ettirmeye çalıştığını düşünüyor.

Özetlemek gerekirse, Rusya’da Putin “tek adam”, ağzından çıkan her söz “emir” niteliğinde, genç Rus demokrasisinin Putin’i dengeleyebilecek  etkili hiçbir kurumu yok ki, buna önüne gelen her yasayı onaylayan Rusya parlamentosu da dâhil. Türkiye ise, Erdoğan’a yönelik “otoriter” eğilimleri olduğuna ilişkin eleştirilere karşın daha köklü bir demokrasi geleneğine, işleyişine yönelik eleştiriler olsa da kurumlarına ve Rusya'ya oranla nispeten daha güçlü bir sivil topluma sahip. Yani, iki lider arasında farklılıklar ilk bakışta göründüğünden çok daha fazla.

©Deutsche Welle Türkçe

Haber-Analiz: Cenk Başlamış

Editör: Ahmet Günaltay

"DW Türkçe'yi Facebook (https://www.facebook.com/dwturkce), Twitter (https://twitter.com/dw_turkce) ve Youtube (http://www.youtube.com/deutschewelleturkish) üzerinden de takip edin!"