"Seçimlerin kaderini muhalefetin adımları tayin edecek"
12 Ekim 2022Almanya'nın saygın düşünce kuruluşlarından Bilim ve Politika Vakfı (SWP), Türkiye'de 2023 yılında yapılması öngörülen seçimler ve sonrasına ilişkin muhtemel senaryolarla ilgili çarpıcı bir analiz yayımladı.
Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Berk Esen'in kaleme aldığı analizde, büyüyen ekonomik kriz ve AKP içindeki çatlaklar nedeniyle Recep Tayyip Erdoğan'ın bu sefer favori aday olmadığı, muhalefetin oluşturduğu ittifakın 20 yıldır ülkeyi yöneten Erdoğan'ı bu kez seçimlerde yenilgiye uğratabileceği vurgulanıyor.
Bununla birlikte analizde, "Belli ki Erdoğan savaşmadan pes etmeyecek" tespitine yer veriliyor, muhalefetin sert bir seçim yarışına hazır olması gerektiği, kazansa dahi, bunun parlamenter demokrasiye yumuşak bir geçişi garanti etmediği belirtiliyor.
Analizi ile ilgili olarak DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Dr. Berk Esen, "Yapısal faktörler nedeniyle aslında mevcut iktidar seçimi çoktan kaybetti. Fakat muhalefetin seçimi kazanmak için atması gereken adımlar, yani popüler aday ve somut program ortada yok" dedi.
Seçimlerin adil ve özgür bir ortamda cereyan etmeyeceğini, ancak Erdoğan'ın büyük seçim hilelerine başvuracağını düşünmediğini vurgulayan Esen, "Erdoğan açısından seçimleri kaybetmek tabii ki son derece kötü bir senaryo ama öte yandan seçimleri kaybedip iktidardan gitmemek, gitmemek için ağır hilelere başvurmak, muhalefeti bastırmak için şiddet kullanımına başvurmak, çok daha sıkıntılı bir senaryo. Çünkü artık ikincisine başvurduğunuz zaman hiç bir çıkış yolunuz kalmıyor" diye konuştu.
Esen, AB'nin seçimlere giden süreçte Erdoğan'a meşruiyet kazandırmaktan kaçınması, Erdoğan'ın seçimi kaybetmesi ancak bunu kabul etmemesi halinde de iktidarın demokratik şekilde devri için Türkiye üzerinde güçlü bir diplomatik baskı uygulanması gerektiğine işaret ederken, "Umarım Rusya örneği Avrupalı siyasetçileri biraz akıllandırmıştır" görüşünü aktardı.
Dr. Berk Esen'e yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
DW Türkçe: 2023'te yapılması öngörülen seçimlere ilişkin analizinizde, muhalefetin oluşturduğu ittifakın ilk kez Erdoğan'ı yenilgiye uğratabilme ihtimalinin bulunduğuna ancak bunun o kadar da kolay gerçekleşmeyebileceğine işaret ediyorsunuz. Sizce bu süreci belirleyecek dinamikler neler?
Dr. Berk Esen: AKP, yaklaşık 20 senedir neredeyse tek başına iktidarda. Partinin başında, bir hayli popüler ve yaşananlara rağmen popülaritesini sürdüren bir kişi var. Bu tarz popüler, güçlü, basını, sivil toplumu, üniversiteleri bu kadar baskı altına almış, bürokrasiyi, hukuk sistemini partizan bir şekilde kontrol eden bir iktidarı sandıkta devirmek kolay değil. Sadece Türkiye'de değil, benzer başka ülkelerde de bu zor gerçekleşiyor, çok sık olmuyor. Fakat bu tarz rejimlerin sona ermesine yol açan faktörlerin çoğu artık Türkiye'de ortaya çıkmış durumda…
Nedir bu faktörler?
İktidar partisinin içeriden zayıfladığını, eskisi kadar başarılı yönetilemediğini, seçmenleri heyecanlandırmakta zorlandığını görüyoruz. İktidar partisi kendi içinde bölündü, iki yeni parti kuruldu, bu partileri kuran insanlar daha önce AKP iktidarında başbakanlık, bakanlık yapmış popüler siyasetçiler. Ve AKP de zaten bu eksikliği kapatmak için MHP ile ittifak yapmak durumunda kaldı. Bu İslamcı gelenekten bir parti olarak AKP'yi, iktidarı zayıflatan önemli bir konu başlığı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, her ne kadar etkilerini kendi tabanı için belirli oranda dindirmeye çalışsa da, çok ağır bir ekonomik krizden geçiyoruz. Son olarak da muhalefet hiç olmadığı kadar bir araya gelmiş durumda, Altılı Masa ile formal bir mekanizma da ortaya çıkıyor ve belki daha önemlisi muhalefet partilerinden belediye başkanları Türkiye'nin en önemli şehirlerini 2019'dan beri kontrol ediyorlar ve dolaysıyla onlar üzerinden kaynak dağıtabiliyorlar, alternatif bir programı seçmenlere gösterebiliyorlar, hizmetleri yoluyla artık AKP seçmenine de dokunabiliyorlar. Bunlar Türkiye'de muhalefetin 2002'den beri hiç olmadığı kadar AKP iktidarını sandık yoluyla değiştirebileceğini gösteren önemli emareler.
Bununla birlikte analizinizde, "Erdoğan savaşmadan pes etmeyecektir" görüşünü kaydediyor, muhalefet partilerinin çok kutuplaştırıcı, çetin bir mücadeleye hazırlıklı olmaları gerektiğine işaret ediyorsunuz…
Seçimlere kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan sistematik olarak iktidarda kalmak için bazı hamleler yapacak. Seçimlerin kaderini ise, büyük ölçüde muhalefetin bu hamlelere ne kadar başarıyla yanıt vereceği tayin edecek. Bu nedenle artık dikkatlerin muhalefete odaklanması gerektiğini düşünüyorum. Seçimleri ilk defa kazanma fırsatı olan muhalefetin doğru hamleler yapması halinde seçimleri kazanabileceğini ama bunun için gerekli hamleleri yapmakta da zorlanacağını düşünüyorum…
Seçimlere az bir süre kalmasına rağmen muhalefet partilerinin aday belirleme konusunda bile mutabakatı sağlayamamış, bunu en sona bırakmış olmaları, somut bir program sunamamış olmaları eleştirilere konu oluyor. Muhalefetin oluşturduğu ittifak bocalıyor görünüyor. Sizin gözleminiz nedir?
Altılı Masa'nın aday belirlemeyi en sona bırakması bence iki temel sorundan kaynaklanıyor ve altı parti bu temel sorunları bir türlü aşamıyor. İlki, bu altı partinin büyüklük, güç ve seçmen sayısı olarak birbirinden çok farklı olmaları. Aslında masada muhalefetin yaklaşık yarısını temsil eden, yüz senelik tarihi olan CHP var, onun yanında yavaş yavaş sağda kalan, muhalif oyları toplamaya başlayan, hatırı sayılır bir desteğe sahip olan bir İYİ Parti var. Bu iki partinin yanında son derece küçük, ancak kurumsal kimliklerini, varlıklarını sürdürebilmek için belirli konularda sürekli taviz isteyen, seçmenler nezdinde sahip oldukları ağırlıktan daha fazlasını elde etmeye çalışan, dört parti var. Bu partiler arası bir rekabete ve ittifakın bir türlü tam olarak asıl netameli konularda müzakereye bile başlayamamasına yol açıyor. Bunun üstüne, ana muhalefet partisi genel başkanı olarak gayet tabii ki adaylık meşruiyeti olan ancak yeterli popülariteye sahip olmayan Kılıçdaroğlu da aday olmak istiyor. Ancak Kılıçdaroğlu, seçmenler nezdinde heyecan uyandıramıyor, bir türlü bir kampanya inşa edemiyor ama aday olmak istiyor ve adaylığı kurgulamak için Altılı Masa'dan bağımsız bir sürü başı sonu düşünülmemiş fevri çıkışlar yapıyor… Oysa bu partilerin önünde çok temel konu var ve geçen yedi aylık sürede, bu sorunların hiç biri konusunda somut, olumlu bir adım atıldığını göremedik.
Nedir bu temel konular?
Seçimlere bu partiler nasıl girecek? Ortak listeyle mi girecekler, kabineyi oluşturacaklar mı? Kim hangi bakanlığı alacak? Seçimden sonra güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçerken nasıl bir takvim izleyecekler? Sanırım bu sorunların hiç birisini konuşmadılar. Konuşmuşlardır ama söylemiyorlardır diyebilirsiniz… Ama konuştuğum her siyasetçiye bunları soruyorum, konuştukları yönünde bir bilgi edinemedim…
"Erdoğan'a tepki o kadar çok ki zaten muhalefete oy verirler" diye düşünüyor olabilirler mi? Oysa sizin de makalenizde dikkat çektiğiniz gibi muhalefetin kazanması halinde yeniden parlamenter demokrasiye geçiş hiç de kolay bir süreç olmayacak. Bu sürece kimin liderlik edeceğini, hangi siyasi kadrolarla bunun yönetileceğini, nasıl bir program öngörüldüğünü ilan etmek, seçmene bunu değerlendirecek, gözlem yapabilecek bir süre tanımak, demokrasinin aslında en temel gerekliliklerinden değil mi?
Sıkıntı da bu. Yapısal faktörler nedeniyle aslında mevcut iktidar seçimi çoktan kaybetti. Fakat muhalefetin seçimi kazanmak için atması gereken adımlar, yani popüler aday ve somut program ortada yok…
Buna sebep olan nedenler ne sizce?
Şöyle de bir sorun var, biz zaten Türkiye'de ne bu kadar geniş bir koalisyon örneğine ne de başarılı olmuş bir koalisyon hükümeti örneğine tanık olduk. Üstelik, bu partiler siyaseten çok farklı geleneklerden geliyorlar. O farklılıkları aşıp ortak program da ortaya koymuyorlar. Son kertede bazı konularda özellikle ekonomi alanında uzlaşmanın daha kolay olacağını düşünüyorum. Türkiye ekonomisi o kadar kötü yönetiliyor ki, tahminim Merkez Bankası bağımsızlığını temeline alan ve kısa vadede enflasyonu düşürmek için adımlar atacak ve bu adımları atarken de artan fakirlik ve işsizliği çözmek için de devlet müdahalelerini gündeme alacak bir program düşünecekler. Göç meselesinde de benzer söylemler kullanmaya başladılar. Birkaç senelik planla, teşvikler yoluyla Suriyeliler ülkelerine dönmeleri için ikna edilmeye çalışılacak, Esad ile görüşülerek kapıları açması sağlanmak istenecek… Ancak bence asıl dış politika ve özellikle politik atamalar konusunda ciddi görüş ayrılıkları olacak, özellikle bürokratik atamalar çok büyük bir sorun olacak.
Analizinizde de Altılı Masa için üzerinde uzlaşı sağlanması en güç konunun siyasi, bürokratik atamalar olduğuna işaret ediyorsunuz. Neden?
Rejim değiştikten sonra yüzlerce yeni pozisyon açılacak. Partilerin hepsi bu pozisyonlardan pay kapmaya çalışacak. Eski rejimden herkesi tasfiye edemeyeceğiniz için kim nereye atanacak, bunu kim belirleyecek, bu artık tamamıyla muamma… Aday belirleme süreci bu bakımdan da önemli. Kemal Kılıçdaroğlu gibi çok popüler olmayan, kendi partisinin seçmenlerini bile heyecanlandıramayan birinin aday olma ihtimali ancak bu küçük sağ partilere verilecek ciddi bir taviz ile mümkün olabilir, onları bu taviz yoluyla ikna edebilir. Daha popüler aday çıkarsa, işte o zaman bu dört partinin etkisi daha düşük olur, CHP ve İYİ Parti süreci beraber yürütürler diye düşünüyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçimi kaybetse dahi iktidardan vazgeçmek istemeyeceğini, hatta anti-demokratik yollara başvurabileceğini iddia edenler var… Kimi siyasi gözlemciler ise iktidarın yargı, bürokrasi ve medyayı bu denli kontrol altında tuttuğu mevcut ortamda yapılacak seçimlerin de aslında adil ve özgür olarak nitelendirilemeyeceği görüşünde. Hatta iktidarın "dezenformasyon ile mücadale", basın örgütlerinin ise "sansür yasası" olarak nitelendirdikleri kanun teklifi ile iktidarın seçimler öncesinde basın üzerindeki baskıyı daha da artırmak istediğine işaret ediliyor. Sizin değerlendirmeniz nedir, mevcut koşullarda yapılacak seçimlerin özgür ve adil olmayacağı ile ilgili soru işaretleri için ne diyorsunuz?
Önümüzdeki seçimleri bırakın, en azından 2015 seçimlerinden beri Türkiye'de seçimlerin adil ve özgür bir ortamda cereyan etmediğini görüyoruz. 2023 seçimlerinde de bu olacak. Bununla şunu kastediyorum: İktidar partisi, adayları, kamu kaynaklarını seçimleri kazanabilmek için sistematik olarak kullanacaklar. Seçimleri kazanmak için hem tüm vatandaşlardan toplanan vergiler çeşitli politikalar aracılığıyla kullanılacak, hem de bürokrasi kampanya döneminde iktidar partisi adayları için çalışacak. Ayrıca medyanın neredeyse yüzde 90'ının iktidarın kontrolü altına girdiğini görüyoruz. Dolaysıyla medyada da neredeyse tek taraflı bir kampanya yürütülecek. Ayrıca muhalefet partilerinin kampanya yapmasını sistematik olarak zorlaştıracak adımlar atılacak. Erdoğan'ın daha karar vermediğini düşünmekle birlikte seçimlere giden yolda HDP'nin kapatıldığına da tanık olabiliriz. Dolaysıyla seçimlerin serbest ve adil olmaması bir kenara belli partilerin seçimlere katılmasına izin verilmemesi de söz konusu olabilir. Ama bununla birlikte, ben seçimlerde kitlesel bir hilenin yapılabileceğini düşünmüyorum.
Evet analizinizde de buna vurgu yapıyorsunuz. İktidarın seçimlerde manipülasyona, hileye başvurmasının çok da mümkün görmediğinizi, bunun kendisi için de çok riskli olacağına dikkat çekiyorsunuz. Nedir bu riskler?
Türkiye yaklaşık 85 milyonluk, çok yüksek seçmen sayısına sahip bir ülke. Yaklaşık yüzde 1'lik bir oy çalmak için bile çok ciddi bir organizasyon gerekiyor. Seçimler kıl payı sonuçlanmayacaksa, çok fazla oyun hile ile el değiştirmesi gerekecek. Bunu yapabilmek için çok ciddi bir organizasyona ihtiyacınız var. Gayet tabii ki diyebilirsiniz ki bu kadar otoriter bir rejimde bürokrasi yardımcı olacaktır, tabii ki her zaman böyle bir risk var. Ama o noktada muhalefet partileri en azından sandıklarda bir ya da iki temsilci atayabilirlerse, bu kadar büyük bir operasyonun fark edilmeden gerçekleşmesi mümkün değil. Fark edildiği durumda da bunun hem yapan insanlar için uzun vadede çok ciddi etkileri olacaktır hem de fark edildiği zaman uluslararası kamuoyunda bu seçimin hiç bir meşruiyeti kalmayacaktır.
Uluslararası meşruiyet neden önemli?
Muhalif siyasetçiler iktidarı çok sert eleştirmekle birlikte, söylemleriyle hala seçimlere güven duyduklarını ifade ediyorlar ve seçimlere olan bu güven, iktidara bir meşruiyet kazandırıyor. Eğer iktidar bu son meşruiyeti de ortadan kaldıracak hamlelere girişirse, bu sefer muhalefet partilerinin seçmenlerini sokağa dökmek, kitlesel eylem yapma, iktidarı tanımama ve rejimi gayrimeşru ilan etme olanakları var.
Ağır bir ekonomik krizden geçerken hem içeride hem dışarıda zorlanan, zayıflayan bir iktidar böylesine bir fiili eylem içerisine girerse, yakalanıp, meşruiyeti tamamen elinden alınırsa bu iktidarın ayakta kalmasını güçleştirecek bir senaryo olur. Evet hile bir senaryodur ve evet muhalefet partilerinin bunu engellemek için sandık güvenliğine önem vermesi gerekiyor. Bu nedenle asıl muhalefetin atması gereken adımların önem taşıdığı görüşündeyim.
Makalenizde farklı senaryolar üzerinde duruyorsunuz. Kimi siyasi gözlemciler, AKP'nin seçim sonucunu kabul etmemesi durumunda muhalefetin seçmenlerini kitlesel gösteriler için mobilize edebileceği, Erdoğan'ın da kendi tabanını mobilize edebileceği, hatta SADAT gibi oluşumların devreye sokulabileceği endişelerini dile getiriyor. Siz ise böyle bir adımın Erdoğan için çok riskli olacağına işaret ediyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Türkiye, Belarus ya da Venezuela gibi ülkelerden farklı. Bu ülkeler, çok daha güçlü ideolojileri olan, bürokrasiyi, özellikle de orduyu güçlü bir şekilde kontrol eden, Batı'dan kopuk rejimler. Türkiye'de ise durum farklı, Türkiye hala NATO gibi bazı Batılı uluslararası kurumların üyesi. Batı'ya entegre bir ülke. Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından seçimleri kaybetmek tabii ki son derece kötü bir senaryo ama öte yandan seçimleri kaybedip iktidardan gitmemek, gitmemek için ağır hilelere başvurmak, muhalefeti bastırmak için şiddet kullanımına başvurmak, çok daha sıkıntılı bir senaryo. Çünkü artık ikincisine başvurduğunuz zaman hiç bir çıkış yolunuz kalmıyor. Türkiye 1950'den beri seçim yapma geleceğine sahip. Hile yapılmayan seçimlerin seçmenler gözünde büyük bir meşruiyete sahip.
Erdoğan'ın, Batı'ya alternatif arayışında olduğu, son dönemde özellikle Rusya, Çin, hatta Körfez ülkeleriyle bu nedenle yakınlaştığı, bu stratejisiyle de iktidarını muhafaza etmeye çalıştığı iddiası için ne dersiniz?
Evet Erdoğan, diğer seçimli otoriter ülkeler gibi, hem Rusya hem Çin ile yakın ilişkiler kurarak ayakta kalmaya çalışıyor olabilir. Ama Türkiye Macaristan, Sırbistan, Venezuela'dan çok daha büyük. Ayrıca ekonomiyi toparlatacak şekilde ne Çin ne de Rusya'dan finansal yardım alamayacağı da açık. Türkiye satın alınması çok daha güç bir ülke… Erdoğan her ne kadar seçimleri kazanabilmek için Rusya ile gaz ödemesini ertelemek, Çin'den, Körfez ülkelerinden para bulmak gibi stratejiler yürütse de işi zor. İktisadi ilişkileri bakımında Türkiye Batı'ya entegre olduğu için köprüleri atamıyor. Örneğin Rusya'ya uygulanan ambargoyu orasından burasından eğip bükmeye aşmaya çalışıyor, ama son kertede baskı görünce geri adım atıyor. Çünkü köprüleri atamıyor. Zaten Türkiye'de otoriter rejimin sandık yoluyla değişmesini sağlayacak yapısal faktörlerden biri de bu: Çünkü bu rejim uluslararası sahada yalnızlaştı ama aynı zamanda otokratik rejimlerden de yeterli desteği bulamıyor. Bu desteği alabilmesi için çok daha kapalı bir rejime gitmesi gerekiyor, ama o kadar kapalı bir rejimi Türkiye kaldırmaz. Çünkü Türkiye öyle kolay kolay kapanamayacak kadar heterodoks bir toplum. Belarus, Venezuela, Macaristan nispeten homojen toplumlar. Ayrıca özel sektörün canlılığı, serbest piyasa ekonomisinin geçmişi, bu saydığım ülkelerden çok daha eskiye dayanıyor. Dolayısıyla Türkiye'de kurabileceğiniz otoriter rejimin sınırları var. Muhalefet güçlendikçe, bir arada durdukça, doğru hamleler yaptıkça bu otoriter rejim daha da zayıflar. Muhalefetin gerekli adımları atıp atmayacağını da işte önümüzdeki süreç gösterecek.
Makalenizin sonunda, seçimlerin AB-Türkiye ilişkilerinin geleceği için büyük önem taşıdığına, özellikle seçim gecesinin AB tarafından yakından izlenmesi gerektiğine, Erdoğan'ın seçimi kaybetmesi ancak bunu kabul etmemesi halinde de iktidarın demokratik şekilde devri için AB üye ülkelerinin Türkiye üzerinde güçlü bir diplomatik baskı uygulaması gerektiğine işaret ediyorsunuz…
AB, Türkiye'nin en önemli ticaret partneri, Türkiye yıllardır birliğe üye olmaya çalışıyor, başta Almanya olmak üzere birçok Batı Avrupa ülkesinde çok yüksek sayıda Türk göçmeni yaşıyor, Türkiye NATO üyesi, tüm bunlar çok ciddi siyasi, askeri, ekonomik hatta kültürel ilişkiler, bağlar olduğunu gözler önüne seriyor. AB'nin ne olursa olsun bu süreci çok yakından izlemesi gerekiyor. Göçmen meselesi veya Rusya'nın Ukrayna işgali nedeniyle Türkiye'ye ihtiyaç duyup son dakikada seçimlere gittiğimiz bir noktada, Erdoğan'a meşruiyet kazandırmamaları gerekiyor. Merkel bu hataya 2015 seçimleri öncesinde düştü. O nedenle AKP'nin seçimi kazandığını iddia etmeyeceğim. Ama AB'nin önümüzdeki 8 ayda Erdoğan'a iç siyasette kullanabileceği bir malzemeyi vermemesi gerekiyor. Seçim akşamından yaşanabilecek bazı senaryolarda AB'nin tavrı çok net olmalı. Otoriterleşme seviyesinin çok arttığı bir noktada "Aman Türkiye Ukrayna savaşında çok kritik bir role sahip" gibi ifadelerde bulunup, uzun vadede Türkiye'yi tamamen kaybedebilecekleri bir adım atmamaları lazım. Bunun özellikle altını çizmek istiyorum.
Türkiye'de iktidarın değişmesi halinde, Avrupa ile ilişkilerin düzelmesi için de her iki tarafa da sorumluluk düştüğünü vurguluyorsunuz. Yeni hükümetin ekonomik kriz ve göç sorununu çözme, yeniden parlamenter demokrasiyi tesis etme hedefleri için, Batılı müttefiklerinin siyasi ve finansal desteğine ihtiyaç duyacağına dikkat çekiyorsunuz. Avrupa'nın içinden geçmekte olduğu sorunları düşündüğümüzde, bu konuda iyimser misiniz?
Muhalefetin seçimi kazanıp iktidara geldiği senaryoda AB ile özellikle toplumlar arasında bağları güçlendirecek, ilişkiyi yoğunlaştıracak adımların atılması gerekiyor. Özellikle son dönemde Almanya'dan Schengen vize taleplerine red kararı geliyor, bu dehşet verici ölçüde yanlış bir politika. Türkiye'deki sivil toplumun güçlendirilmesi, ticari ilişkilerin daha fazla geliştirilmesi lazım. Ayrıca AB'nin Türkiye'den göçmen politikalarında olduğu gibi mütemadiyen taviz koparamayacağını, bunun artık Türkiye tarafından kabul edilmeyeceğini de şimdiden varsayması gerekiyor. Aynı şey Türkiye-Yunanistan meseleleri için de geçerli. Evet Türkiye de zaman zaman çok maksimalist pozisyonlar alıyor ama Yunanistan da benzer maksimalist pozisyonlar alıyor. Bu tarz konularda Türkiye'nin tamamen havlu atıp önüne konan her şeyi kabul etmeyeceğini bence şimdiden varsaymaları ve adil müzakere koşullarını sağlamaları gerekiyor. Bu, uzun vadede AB için de hayırlı olur. Türkiye gibi genç nüfusa sahip büyük bir ülke kaybedilirse bunun Türkiye için olduğu gibi AB için de ağır bedelleri olur… Umarım Rusya örneği Avrupalı siyasetçileri biraz akıllandırmıştır.