Diekmann: Türkiye’de genel yayın yönetmeni olmak tehlikeli
13 Haziran 2016Reklam
Sedat Ergin, 8 Eylül akşamı, apar topar İstanbul’daki CNN Türk televizyonunun canlı yayınına katılıp açıklama yapmaya başladığında, izleyicilerin adeta solukları kesildi.
Ergin, “Saldırı altındayız” dedi.
Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni’nin o anda kastettiği,
-> Basın özgürlüğünün saldırı altında olduğu
-> İfade özgürlüğünün
-> Düşünce özgürlüğünün
-> Editörlerin yanlış olduğunu düşündüklerini eleştirme hakkının
saldırı altında olduğu değildi.
Her ne kadar bunlar gerçek durumu anlatsa da, o an kastettiği bunlar değildi.
Sedat Ergin, kameraların karşısında, aslında tam olarak ne söylüyorsa onu kastediyordu.
İktidardaki İslami-muhafazakâr AKP’yi destekleyenlerden oluşan öfkeli bir güruh tam da o anlarda Hürriyet binasına zorla girmeye çalışıyordu.
Saldırganlar kamyonlarla gelmişlerdi. Taş ve sopaları vardı. Allahu ekber diye bağırıyorlardı ve Türkiye Cumhurbaşkanını öven sloganlar atıyorlardı.
Binanın girişinde bekleyen az sayıdaki, çaresiz durumdaki polis memurlarını kısa sürede etkisiz hale getirdiler. Haber merkezini neredeyse ele geçireceklerdi.
Özel güvenlik, son anda, kapıyı kapatmayı başardı.
O anlarda Sedat Ergin, yardım istemek için tek şansının yan binadan yayın yapmakta olan CNN TÜRK’ün canlı programına katılmak olduğunu anladı.
Bunu reklam için yapmadı. Bunu yapmak zorundaydı!
Sancılı geçen uzun dakikalar sonrasında nihayet daha fazla polis memuru binaya geldi.
Daha iki gün öncesinde, 200 kadar AKP destekçisi Hürriyet binasına saldırmış, camları indirmişti. Her nasılsa, gazeteye yapılan bu vahşi saldırıyla ilgili hiçbir şey yapılmadı.
-> Hükümet saldırıyla ilgili resmi bir kınama yapmadı.
-> Bir üzüntü ifade edilmedi.
-> Bir anlayış, bir dayanışma işareti gelmedi.
-> Yasalar uyarınca Türkiye’de de özgür olması gereken basına bir destek ifade edilmedi.
O anlarda protestocuların liderlerinden, AKP’li bir siyasetçinin şu sözleri kameralara yansıdı: “Bizim hatamız zamanında Sedat Ergin’e dayak atmamak olmuş.”
Sözkonusu siyasetçi hakkında hiç bir soruşturma açılmadı.
Tam tersine, daha yüksek bir pozisyona getirildi.
Şu anda Gençlik ve Spor Bakanlığı Bakan Yardımcısı. Bu onu resmi olarak rol modeli yapıyor.
Sedat Ergin’in bugün İfade Özgürlüğü Ödülü ile onurlandırılmasından dolayı çok mutluyum.
Deutsche Welle’yi bu kararı nedeniyle kutlamalı ve teşekkürlerimizi ifade etmeliyiz.
Bu ödüle daha fazla layık görülebilecek bir başka kişiyi bulmak zordur.
Sedat Ergin sadece yüksek karakter sahibi bir insan değil.
O sadece büyük bir genel yayın yönetmeni, 40 yıllık deneyime sahip olağanüstü bir gazeteci değil.
O aynı zamanda cesur bir insan. Her zaman da böyle oldu.
Bu nedenle de, Deutsche Welle’nin, bugün bu ödül takdim konuşmasını benden yapmamı istemesinden büyük memnuniyet duyuyorum, bunun için müteşekkirim.
Yalnızca Türkiye’nin, benim ve ailemin uzun yıllar zaman geçirdiği bir yer olmasından değil.
Aynı zamanda, 2004 yılından bu yana, yönetimi kurulu üyesi olarak da Hürriyet gazetesindeki meslektaşlarımla çok yakın bağ kurmuş olmamdan.
Türkiye’de genel yayın yönetmeni olmak tehlikeli, her zaman öyle oldu.
-> Sedat Ergin'den önce bu görevi yapanlardan meslektaşlarımızdan biri öldürülmüştü.
-> Bugün Sedat Ergin’in kendisi özgürlüğünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya
Türkiye Cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle İstanbul’da yargılanıyor.
Hürriyet’in internet sitesinde Cumhurbaşkanı’nın ifadelerini hatalı bir şekilde alıntıladığı iddia ediliyor. Gazete bu konuyla ilgili hemen özür dilemişti.
Ancak buna rağmen Genel Yayın Yönetmeni Ergin’e karşı dava başladı.
Eğer suçlu bulunursa dört yıl hapis cezası ile karşı karşıya kalabilir.
Meslektaşlarımızın karşı karşıya bırakıldığı haksızlığın iyice anlaşılması için şunu tekrarlamama izin verin:
Genel yayın yönetmeni, haber merkezine iki kez taş ve sopalarla vahşice saldırılmasına karşın bugün kendisi dört yıl hapis cezası tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyor. Tek bir haber nedeniyle dört yıl.
Dava başladığında Sedat, karamsar bir tablo ortaya koymuş ve “2016 yılında Türkiye’de basın özgürlüğü mahkeme koridorlarıyla sınırlı” demişti.
Günlük 360 bin tiraja sahip olan Hürriyet, Türk toplumundaki, merkezdeki seküler kesimler için lider bir medya kuruluşu.
Hürriyet’in haber merkezi çalışanları ve gazetenin cesur yayıncısı Bayan Vuslat Doğan Sabancı geri adım atmayacaklarını ilan ettiler.
-> Onların sesleri kesilmeyecek.
-> Devam edecekler.
-> Her şeye rağmen.
Sedat Ergin ve meslektaşları haberciliğe devam etmek istiyorlar. Objektif, serbest ve bağımsız bir şekilde. Tıpkı Hürriyet’in 70 seneden bu yana yaptığı gibi.
Onların bu kararlılıklarının bir nedeni de hapis cezasıyla tehdit edilen tek kişinin Sedar Ergin olmaması.
Onun selefi ve aynı zamanda BILD köşe yazarı Ertuğrul Özkök de cumhurbaşkanına hakaret ettiği iddiasıyla yargılanıyor.
Almanya'da gazetecilik yapan bizler için siyaseti ve temsilcilerini eleştirmek önemlidir ve doğrudur. Ama gelin dürüstçe konuşalım: bu ülkede biz gazeteciler bunu yaparken nasıl bir risk alıyoruz? Ne mutlu ki, bizim için risk bulunmuyor. Hiçbir risk bulunmuyor.
Ancak Berlin veya Bonn’dan sadece üç saatlik bir uçuş uzaklığında olan Türkiye’de gazeteciler her gün, her şeylerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyalar.
Bu bizlere basın özgürlüğünün ne kadar kıymetli ve ne kadar büyük bir değer olduğunu güçlü bir şekilde gösteriyor.
Türk meslektaşlarımız, işlerini, vücut bütünlüklerini, sağlıklarını, özgürlüklerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyalar. Hayatlarını ortaya koyuyorlar. Tıpkı Sedat Ergin gibi meslektaşlarımız.
Gelin gerçeklere, olgulara birlikte bakalım:
- Hürriyet’i yayımlayan Doğan Medya Gurubu’nun 2009 yılında yaklaşık 2,5 milyar dolarlık bir vergi cezasıyla baskı altına alınması belki de Doğan gurubunun bağımsız gazetecilik için ödemek zorunda bırakıldığı bedelin en açık kanıtıdır. Bu temelsiz para cezası Guiness Rekorlar kitabına girecek kadar büyük bir miktardı ve grubun sahip olduğu tüm varlıkların değerini de aşıyordu.
- Bağımsız bir kuruluş olan Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü, dünya basın özgürlüğü sıralamasında Türkiye’yi 180 ülke arasında 151’nci sırada görüyor. Bu Türkiye’nin son on yılda 53 basamak gerilemesi anlamına geliyor.
- Hürriyet yazarı Ahmet Hakan evinin önünde dört kişi tarafından dövüldü. Bunlardan üçü AKP üyesiydi. Burnu ve kaburgaları kırılan Hakan hastaneye kaldırıldı. Saldırıdan iki hafta önce polis koruması talep etmişti. Ancak beyhude…
- Bazı gazeteler devlet tarafından atanan kayyumlar tarafından kontrol ediliyor. Daha önce bağımsız ve eleştirel olan gazeteler kayyumların görevlendirilmesinin hemen ardından bir anda ülkedeki koşulları över hale geliyor.
George Orwell bundan daha iyisini herhalde hayal edemezdi.
- 2011- 2014 yılları arasında Türkiye’de 150 kez yayın yasağı kararı alındı.
- BILD için çalışmakta olan Yunan fotoğrafçı Giorgos Moutafis’in Türkiye’ye girişine izin verilmedi.
- Havalimanında 12 saat süreyle alıkonuldu ve sınır dışı edildi. Ona “listede” olduğu söylendi.
Bunun nasıl bir liste olduğunu hiçbir zaman öğrenemedi. Şeffaflığın olmaması, hukuk devletiyle taban tabana zıttır. ARD muhabiri Volker Schwenck ve başka gazeteciler de Türkiye sınırlarından geri çevrildiler.
- Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın verilerine göre 2013 yılında, İstanbul’daki Gezi parkı protestolarını haber yapan gazetecilerden 247’si işten çıkartıldı.
- Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ı da unutmayalım. Kendisi 6 yıl, meslektaşı Erdem Gül 5 yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Haklarındaki suçlama, gizli belgeleri yayınlamaları.
Peki şimdi ne olacak? Çözüm ne? Bizler neler yapmalıyız?
Almanya ya da AB’nin, Türk meslektaşlarımıza baskıları eleştirmediğini iddia etmek çok da doğru olmaz.
Evet, eleştiri var. Ancak şahit olduğumuz inanılmaz haksızlık karşısında bu eleştiriler gerçekten de yeterli düzeyde mi?
Almanya ve AB olarak kendimize şunu sormalıyız: Bizler pragmatik nedenlerle, bir NATO üyesi ve AB üyeliğinin daimi adayı Türkiye’ye yönelik eleştirilerimizde çok mu yumuşak kalıyoruz.
Ve şu nahoş soruyla da yüzleşmemiz gerekiyor: Avrupa Türkiye ile yaptığı mülteci anlaşması nedeniyle kendisini şantajlara boyun eğer hale mi getirdi?
Eğer AB bugün net bir tavır alamıyorsa, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü değerleri için açık ve güçlü bir mesaj veremiyorsa, bu AB ne ölçüde Türk Hükümetinin avuçlarının içinde?
Burada sözünü ettiğim, bu değerleri dikkate almayan herkese yönelik bir mesajdır. Aynı zamanda Türkiye’de hakları için her şeyi göze alarak mücadele eden herkese destek verecek bir mesajdır.
Almanya ve AB'nin yerine getirmesi gereken bir görevi var:
Yorulmadan ve bıkmadan Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünün şu an içinde bulunduğu korkunç durumla ilgilenmeye, bu konuya eğilmeye devam etmeliyiz. Bunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde yapmalıyız.
-> Hürriyet Türkiye'de kalan son birkaç güçlü sesten biridir.
-> Özgürlük meşalesidir. Özgür dünyanın son kalelerinden biridir.
Türkiye toplumu özgür ve bağımsız medyayı hak ediyor.
Ve gazeteciler de daha ilk cümleleriyle birlikte hapis cezası tehlikesine girmeyeceklerinden emin olmayı hak ediyorlar.
Bu arada “Hürriyet” demek, özgürlük demektir. Evet bugünkü koşullarda, bu gerçek durumu yansıtmıyor. Daha çok, daha iyi zamanları hatırlatıyor ve bu yöndeki umudu ifade ediyor.
Sedat Ergin ve cesur editörleri çalışmalarına devam ettikçe ve susturulmadıkça Türkiye’de daha güzel günlerin olacağı umudumdan vazgeçmek istemiyorum.
Gelin, cesur meslektaşlarımızın güçlü seslerinin hiçbir zaman susmamasından emin olmak için her şeyi yapalım.
Sevgili Sedat, Hürriyet’te sizler, kendinizle gurur duymalısınız.
Sizi kalpten tebrik ederim.
© Deutsche Welle Türkçe
Kai Diekmann
#link:http://www.dw.com/en/global-media-forum/global-media-forum/s-101219#
Reklam