Depremzedeler için TBMM'ye acil çağrı
30 Mart 2023TBMM'ye depremzedelerin ağır mağduriyetlerini hafifletmek için 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun'da değişikliği önerisi sunan Dr. Artuk Ardıçoğlu, neden Kanun'da acilen güncellemeye ve iyileştirmeye gidilmesi gerektiğini, DW Türkçe'ye anlattı.
Ardıçoğlu, Kanun'da ayrımcılığa yol açan, eşitlik ilkesine aykırı, hakkaniyet ile bağdaşmayan ve afetin yol açtığı mağduriyeti gidermeye yetmeyen maddeler bulunduğunu, acilen yapılacak değişikliklerle felaketin yol açtığı maddi kayıpların bir nebze de olsa hafifletilebileceğini kaydetti.
"Yaşanan bu korkunç felaket, maruz kalanların bireysel seçimlerinin sonucu olmadığı gibi, yalnız bırakıldıklarında aşabilecekleri bir karabasan da değil" diyerek dikkatlerini 14 Mayıs seçimlerine çevirmiş olan siyasetçilere çağrıda bulunan Ardıçoğlu, "Milletin meclisi, milletin yaşadığı bu büyük felakete gerçekten de çare üretmek istiyorsa, 7269 sayılı Kanun'da gerekli olan kısmi değişiklikler ivedilikle mecliste oylanarak kabul edilmelidir" dedi.
"Ülkece tekrar dizlerimizin üzerine çökmemek adına yeni düzenlemeler yapmaya ve mevcutlarla birlikte uygulanmasını sağlamaya mecburuz" görüşünü aktaran idare hukukçusu, siyasiler üzerinde kamuoyu baskısı oluşturulmasında ve kanunların uygulanmasının denetlenmesinde, vatandaşlara da büyük görevler düştüğünü sözlerine ekledi.
Dr. Artuk Ardıçoğlu'na yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
DW Türkçe: Milletvekillerine, "Vatandaş Çağrısı" başlığını taşıyan bir yazıyla, 7269 sayılı Kanun'da değişiklikler öngören kanun teklifi önerisi gönderdiniz. Ağır mağduriyet yaşayan milyonlar için bu Kanun'da güncelleme ve iyileştirmenin "ivedilikle" yapılması gerektiğine vurgu yaparak, "Bu, 27. Dönem milletvekillerine düşen son bir görevdir" ifadelerine yer verdiniz. Bu değişikliklerin yapılması neden aciliyet taşıyor?
Dr. Artuk Ardıçoğlu: Öncelikle şunu belirtmek lazım, sayıları ve yıkıcılıkları gitgide artan afetler ve Türkiye'nin deprem gerçeği, bütüncül düzenlemeler ve çözümler getiren yeni bir Afet Kanunu'nu kaçınılmaz kılmakta. Ancak bu kapsamlı çalışmanın sonuçlarını beklemeye takati olmayan mevcut mağdurlar var. Mevcut Kanun'da, gecikmeksizin yapılabilecek güncelleme ve iyileştirmelerle, en azından felaketin yol açtığı maddi kayıpları bir nebze de olsa hafifletecek çözümler üretilebilir. Milyonlarca insan, sevdiklerinin yanı sıra geleceklerini kısmen onarmalarını sağlayacak konutlarını, işyerlerini, yaşam alanlarını, geçim kaynaklarını kaybetmiş durumda.Yaşanan bu korkunç felaket, maruz kalanların bireysel seçimlerinin sonucu olmadığı gibi, yalnız bırakıldıklarında aşabilecekleri bir karabasan da değil.
Peki milletvekilleri ne yapmalı?
Şayet milletin meclisi, milletin yaşadığı bu büyük felakete gerçekten de çare üretmek istiyorsa, 7269 sayılı Kanun'da gerekli olan kısmi değişiklikler ivedilikle mecliste oylanarak kabul edilmeli. 14 Mayıs'taki genel seçimleri ve 28. Dönem Meclisi'nin faaliyete geçmesi için izlenmesi zorunlu prosedürlerin tamamlanmasını beklemek, bu ihtiyacın aylar sonrasına bırakılması demektir. Halk olarak nasıl kenetlendiysek, siyasi parti mensubiyetinin ötesinde, olabildiğince milletvekilinin imzası ile verilecek kanun teklifi ve sonrasında kabulü, yaşanan büyük acının ortaklaşa üstlenildiğinin ve paylaşıldığının da bir göstergesi olur. Ayrıca acıları aşmada sergilenecek bu ortak tutum, seçim sürecindeki ülkemizde, siyasetin çatışmacı üslup ve pratiğinden uzaklaşılması için de fırsat sunabilir. 27. Dönem milletvekillerine düşen son bir görev de bu olmalıdır.
Seçimler dolayısıyla TBMM'nin kapanmasına çok az bir süre kaldı. Siyasette dikkatler seçimlere çevirmiş durumda. 27. Dönem milletvekillerini böyle bir inisiyatif almaları gerçekçi bir beklenti mi?
Gerçekliğini ve meclis iradesine yansımasını, bizlerin çabası belirleyecek. Mağduriyetlerin kısmen giderilmesi için hazırlanan, önce geçici madde 26 ile sınırlı olarak, akabinde sayın milletvekillerinin e-posta adreslerine gönderilen daha ayrıntılı önerilerin tam metninin medyada yer almasından sonra, bu ihtiyaçla ilgilenen ve kanun değişikliği teklifi hazırlığında olan değerli milletvekilleri oldu. Meclise sunulacak bu teklifin kanunlaşması için tabii diğer milletvekillerimizin de kabul oyuna ihtiyaç var. Halk olarak felaket karşısında siyasi görüşlerimizden bağımsız olarak nasıl omuz omuza verdiysek, milletvekillerimizden haklı beklentimiz de aynısı olmalı. Bu bakımdan geniş kesimlerin bu talebi sahiplenmesi ve özellikle medyanın demokratik işlevi gereği ısrarlı takipçisi olması çok önemli. Bugünün yapılabileceklerini yarına ertelemeden; yarınınkileri de hiç ötelemeden yapmalıyız. Zira ya yapacağız ya da gelecekte çok ağlayacağız.
Önerdiğiniz kanun değişiklerine neden ihtiyaç var?
7269 sayılı Kanun, deprem, yangın, su baskını, heyelan gibi tabii afetlerde, yapıları ve kamu tesisleri genel hayata etkili olacak derecede zarar gören veya görmesi muhtemel olan yerlerde alınacak tedbirler ve yapılacak yardımlara ilişkindir. Ancak Kanun 1959 tarihli ve altmış yılı aşkın bu süreçte, insan hakları alanında zihniyet değişimi ve haklar kataloğunda genişleme, sosyal devlet ilkesinin Cumhuriyetin temel bir niteliği olarak 1961 ve 1982 Anayasalarında yer alması, devletin pozitif yükümlülüklerinin ülkemizin de taraf olduğu uluslararası anlaşmalara ve yargı kararlarına yansıması gibi bir dizi gelişme yaşandı. Bu bakımdan Kanun günümüz ihtiyaçlarına, ekonomik şartlarına ve hukuksal kabullerine uygun olma vasfını artık kaybetmiştir. Örneğin Kanun'un 29'uncu maddesinde 'hak sahipliği' sadece yıkılan veya ağır hasar tespiti yapılan binalarda oturan 'ailelere' tanınmış. Değişiklik teklifinde, diğer önerilerin yanı sıra 'aile' ibaresinin 'malikler' şeklinde değiştirilmesi, 'işyerlerinin' ve 'orta hasar'lı yapıların bütünüyle Kanun kapsamına alınması var.
Kanun değişikliği zorunlu mu?
Bu felaketi yaşamış ve etkilerini yaşamaya devam eden yüzbinlerce kişi için, evet zorunlu. Orta hasarlı binalar Kanun'un mevcut hükümlerine göre, yıkık ve ağır hasarlı binalardan ayrık tutulmuş durumda. Güçlendirme kredisinden yararlanabilirler. Ancak bu tür binaların da yıkılacağı ve konut veya kredi imkânı verileceği açıklandı ki doğru olan da bu. Ama uygulamalarınız mevzuattan kaynaklanmalı. Bunun için de ya uygulama mevzuata aktarılmalı ya da mevzuat doğrultusunda uygulama yapılmalı. Kişiler, kamu görevlilerinin takdir ve tensiplerine göre yaşayan değil, kanuni haklarını kullanan vatandaşlar olmalı. Bu hakların kullanılması, hayata aktarımı için verilmiş yetkilerin kamu görevlilerince gereği gibi ifa edilmemesi halinde ise idarenin mali sorumluluğu ve kamu görevlileri bakımından da etki ve düzeyine göre idari, hukuki ve cezai sorumluluğu doğmalı.
Benzer durum işyerleri için de geçerli. Mevcut halde dükkan ve fırın gibi esnaf işletmeleri için belirli imkanlar tanınmış. Ancak bölgenin tekrar ve bir an önce ayakları üzerinde durması, ekonomik faaliyetlerin fiziki mekanlarının inşasına ve işler kılınmasına bağlı olduğundan, işyeri ibaresine kanun metninde yer verilmek suretiyle hukuken talep edilebilir bir hak olması sağlanmalıdır.
29'uncu maddedeki "aileler" yerine "malikler" ibaresine yer verilmesi gerektiğine dikkat çekiyorsunuz. Bu neden önemli?
Mevcut Kanun uyarınca sadece "aileler" hak sahipliğinden yararlanabiliyor. Bu sınırlılık ise zaman içinde değişen sosyal yapı ve anayasal düzenlemelerle uyumluluğunu kaybetmiştir. Zira aile kavramı, hukuksal bir ifade olarak resmi "evlilik birliğinin" kurulması ve devamını esas alır. Yalnız yaşanmaktaysa, resmi evlilik birliği kurulmadan birlikte yaşanmaktaysa veya ölüm, boşanma gibi sebeplerle evlilik sona ermişse hukuken aile de yok demektir. Bu durumda olan kişiler hak sahibi olarak nitelendirilemeyecek ve buna bağlı olarak Kanunla tanınan konut veya inşaat kredisi gibi yardımlardan yararlanamayacaktır. Bu ayrımcılık yaratan durum, 1982 Anayasası m. 10'da yer alan eşitlik ilkesine aykırı, afetin yol açtığı mağduriyetlerin giderilmesi amacını gerçekleştirmeye elverişli olmayan bir sınırlamadır. Anılan Kanunun amacı ailenin korunması değil, afet mağdurlarının korunmasıdır.
6 Şubat depremlerinden etkilenen bölgelerde DASK olarak bilinen zorunlu deprem sigorta poliçesi oranının yarının da altında olduğuna dikkat çekerek, "sigorta yaptırmayanların sigorta tazminatı alamama ceremesini yeterli görmeyerek, yıkımların tüm mali yükünün bu kişiler üzerinde bırakılmasının hakkaniyetli bir çözüm olmadığına" vurgu yapıyorsunuz. Önerdiğiniz çözüm ne?
DASK yaptırmamış olmanız, sigorta tazminatı alamamanız dışında başkaca bir sonuç doğurmamalıdır. Hele ki bu sistem tam olarak yaygınlaşmadan, risk azaltıcı bir yöntem olarak işlerlik kazanmadan kişileri çifte cezalandırmamalısınız. Afetin perişan ettiği haneleri kamusal imkanlardan yararlandırmamak adaletli olmaz. Devletin pozitif yükümlülükleri, tek bir cümle ile yok sayılamayacağı gibi toplumsal dayanışmayla da bu bağdaşmayacaktır. Kaldı ki Kanun'a altı yıl önce eklenen ve sonrasında dört kez yeni afetler ve sayısız yerleşim yeri ilave edilen geçici madde 26 ile hak sahipliği önündeki zorunlu deprem sigortası engeli daha önce defalarca aşılmıştır. Bu benzersiz felakette de kanun koyucu aynı mülahazalarla benzer bir hüküm kabul etmelidir. Aksi, hakkaniyete de eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir yıl içinde deprem bölgesinin yeniden inşa edileceği yönündeki açıklamasını, rekabete ve şeffaflığa imkan tanımayan ihale süreçleri, ve yine tartışmalı temel atma törenleri izledi… Siz ise 7269 sayılı Kanun'a ek 14'üncü madde teklifinizin gerekçesinde, bölgede yapılacak imar uygulamaları ve yapım işlerinde şeffaflığın öneminin altını çiziyorsunuz. Şeffaflık neden önemli?
Şeffaflık, açıklık bilgiye erişim demek. Anayasal bir hakkımız olan bilgi edinme hakkımızın olmazsa olmazı. Bölgede yeniden yapılacak imar uygulamaları ve yapım işlerinde, kamunun bilgi sahibi olması ve şeffaflığın sağlanması için tüm ihale işlemleri ile dokümanları ve akdedilecek idari sözleşmelerin ve özel hukuk sözleşmeleri ile eklerinin idarenin internet sayfasında kamunun açık erişimine sunulması gerekmekte. İdarenin mali kaynaklarının verimli ve etkin kullanımı, özellikle bu faaliyet ve hizmetlerden doğrudan veya dolaylı olarak yararlanacakların bilgi edinmesi ve gerektiğinde katılımları ile sağlanabilir. Özellikle muhatapların ve uzmanların karar süreçlerine katılımı en uygun çözümlerin geliştirilmesi için elzemdir. Şeffaflık sizin de belirttiğiniz tartışmaları sonlandırmak, idari faaliyetlere güveni tesis etmek ve en uygun çözümleri geliştirmek için şart. İdari makamlar perdelerini açmadığı sürece maalesef bu tartışma girdabından kurtulup; işin kendisini, hukuki, bilimsel ve teknik boyutlarını konuşamayacağız, değerlendiremeyeceğiz.
Milletvekillerine gönderdiğiniz yazıda, "Bu yıl yüzüncü yılını kutlayan Cumhuriyetimiz, onlarca afet sonucu yüzbinlerce vatandaşının ölümüne, sakat kalmasına engel olamamış, yitenlerin acısıyla yaşamaya mahkûm olanlara etkili çareler sunamamıştır" değerlendirmesine yer vererek, afet risklerinin önlenmesi ve afete müdahale ile ilgili olarak daha kapsamlı yeni yasal düzenlemelere gidilmek zorunda olunduğuna da dikkat çekiyorsunuz. Nedir bu düzenlemeler?
Cumhuriyet rejimimizin vazgeçilmez, değiştirilemez; insan haklarına saygılı, demokratik, sosyal, hukuk devleti niteliklerinin birleştiği ve bu ilkelerin ürünü, önceliği risk azaltmaya, afetlerin önlenmesine veren kanunlar gerekli. Doğaya verdiğimiz tahribata da bağlı olarak sayıları, çeşitleri ve yıkıcılıkları giderek artan doğa olayları meydana geliyor. Kaçınılmaz her doğa olayının kaçınılabilir bir afet yaratmaması için devletin, toplumun ve bireylerin yapabileceklerinin sistemli ve bütünsel olarak düzenlendiği, mevzuatta dağınık haldeki hükümlerin bir araya getirildiği yeni bir afet yönetimi kanununa ivedilikle ihtiyaç var. Risklerin azaltılmasına odaklanmış; öncesi, sırası ve sonrasında yapılacakların görev ve yetki karmaşasına izin vermeyecek şekilde açıkça düzenlendiği bir yasa gerekli.
Afet sorumluluk hukukunun temeli olacak bir yasaya değinmişsiniz, bundan kastınız nedir?
Her büyük afet sonrası can kayıplarına, yaralanmalara, maddi ve manevi yıkımlara yol açanların hukuki, idari, mali ve cezai sorumlulukları en önemli gündem maddeleri arasında yer alıyor. Ancak bir süre sonra bu cana mal olmuş, canlar yakmakta olan konu gündemden düşüyor. Oysa bu konunun genel olarak ceza hukuku, özel hukuk ve idare hukuku boyutu, bir de bu sayılanların kendi içinde bir dizi alt ayrımı ve tartışması var. Bu nedenle uzmanların yer aldığı komisyonlarda tartışılmış, daha bir belirlilik kazanmış afet sorumluluk hukukunun temeli olacak bir yasa da mevzuata kazandırılmalıdır. Mali ve cezai sorumluluğun özel hükümlerle düzenlendiği; yargısal sürecin, yargı kolları arasında takılı kalmadan, zamanaşımına mahal vermeden ve makul sürede sonuçlanacak şekilde usul kurallarına bağlandığı bir yasa gerekli.
6 Şubat depremlerinden sonra kaldırılmış olan afet fonunun tekrar ihdas edildiğine işaret etmekle birlikte bunu düzenleyen kanunda eksiklikler olduğuna vurgu yapıyorsunuz. Peki, bir kez daha deprem vergisi olarak adlandırılan "özel iletişim vergileri" konusunda yaşananların tekerrür etmemesi için ne yapılmalı?
Bu çapta gerçekleşmiş bir felaket ve tüm ülke diken üstünde beklediğimiz afet muazzam kamu kaynaklarının bu alana özgülenmesini gerektiriyor. Hem mevcut afet için yapılanlar ve yapılacaklar hem de gelecekteki riskleri azaltmak için kentsel dönüşüm projeleri dahil yapılması zorunlu olanlar, vergi gelirleriyle birlikte uluslararası finansman da dahil farklı finansman araçlarının bir araya getirilmesini de zorunlu kılıyor. 7441 sayılı Kanun ile, daha önce kaldırılmış olan Afet Fonu, Afet Yeniden İmar Fonu adıyla yeniden kuruldu. Ancak bu Fon, haklı olarak sadece mevcut felaketin etkilerinin kısa süre içinde giderimini hedeflemiş. Risk azaltıcı değil, afet sonrası onarıma odaklanılmış. Aynı çıkarılması gereken Afet Kanunu'nda olduğu gibi geniş katılımlı ve müzakereye açık bir usulle ve bütüncül bir yaklaşımla kamu maliyesi ve anayasa hukuku ilkeleri ile uyumlu bir Afet Fonu Kanunu'na da ihtiyaç var. Özel iletişim vergisi örneğinde olduğu gibi, afet gerekçesiyle toplanan kamu gelirlerinin diğer kamu hizmetlerine aktarılmadığı bir Afet Fonu kurgulanmalı. Gelirleri, hesabı, harcanması, şeffaflığı gerek Sayıştay gerekse de toplumsal denetiminin özel usullerine bağlanmalı. 800 yıl öncesinden, Magna Carta'dan beri kamu gelirlerinin toplanmasında ve harcanmasında halkın söz sahibi olması, demokrasinin anayasal esaslarından biri olmuş.
Sizin de yazınızda dikkat çektiğiniz gibi aslında 6 Şubat depremleri konunun uzmanları için beklenmedik bir doğa olayı değildi. Ayrıca devletin her kademesinde, depremin bir afete dönüşmemesi için nelerin yapılması gerektiği ile ilgili nice risk azaltma planları, strateji belgeleri, raporlar mevcuttu. Ama depremin bir afete dönüşmesi önlenemedi…
Evet, söylenmemiş söz, yazılmamış bilgi yoktu. Bu büyük felaketi yaşamamıza sebep olacak sayıda kamu görevlisi ve birey, o veya bu saikle, menfaatine olmayan bilgiyi, mevzuat hükümlerini eğdi, büktü, görmezden geldi. Ama gelecekte ülkemizi kaçınılmaz surette bekleyen depremlerde de afet sözcüğünü kullanmamak, ülkece tekrar dizlerimizin üzerine çökmemek adına yeni düzenlemeler yapmaya ve mevcutlarla birlikte uygulanmasını sağlamaya mecburuz. İnsan hayatının korunmasının en üst değer olduğunun kabulüyle; yeter artık demek için, yarın da aynı acıları, kayıpları yaşamamak için, bir avuç sorumlu bulup avunmamak için buna mecburuz.
DW Türkçe’ye sansürsüz nasıl ulaşabilirim?