Furkan Celep 18 yaşında bir gençti, hayatına son verdi. O gün Twitter'da TT oldu. Herkes yazdığı veda mektubunu konuştu. Sonra ertesi gün oldu. Furkan'ın yeryüzünde bıraktığı boşluk öylece dururken, terk ettiği dünyanın gündemi değişiverdi. Aslında tam da dediği oldu. Hızına yetişemediği, insanda takat bırakmayan oyun devam etti. Bir kişi eksikle.
Geride bıraktıklarının sarsıntısını, içlerinin kelimenin gerçek anlamıyla yangın yeri olduğunu biliyorum. Ailesi, veda mektubunda bahsettiği arkadaşları onu neden kurtaramadıklarını sorguluyorlar ve sorgulamaya devam edecekler. Ama Furkan'ın gidişinin sorumlusu onlar değiller, Furkan'ın tutunmasına izin vermeyen sistem. Neoliberalizmin kamçıladığı gittikçe vahşileşen, her alanda, sadece hayatını kazanmak için değil, toplum içinde kabul görmek için de koşulduğun bitmeyen bir yarış bunun sorumlusu. Öyle bir yanılgı yaratıyor ki bu sistem, özellikle de gençlerde, sadece gerek hayatta değil, sanal dünyada da takdir edilmezlerse, varlıklarını hissedemez hale geliyorlar. Bir tür var olamama, varlığını anlamlandıramama, tekdüzelik ve belirsizlik hali. Bir de mecburiyet. Hayat bir "angarya” olarak sırtlarına yüklenmiş vaziyette. Seçme şansları yok. Sistem diyor ki, "Eğer bu işi yapmazsan, sistemden atılırsın. O zaman da var olamazsın. Yaşayamazsın”. Sistem, alfabeyi öğrendiği andan itibaren çocuğu "başarılı olmaya” programlıyor. Türkiye'de girilen bu üniversite sınavları, en iddialı kolejlerde okuyan çocuklar için bile müthiş bir yük, çoğu zaman duygusal açıdan bir işkence. Aslında bitmeyen ders mesaisi yüzünden fiziksel bir işkence de aynı zamanda. Çocuğun standartları, kendisi için koyulan ya da koyulduğunu düşündüğü çıta ne kadar yüksekse, bu süreç manevi açıdan o kadar yıpratıcı oluyor. Maddi açıdan demedim, çünkü zaten dünyada ve memlekette çoğunluğun arzu edilen eğitim için harcayabilecek bir parası yok. Hasbelkader çocukların gayretiyle kazanılan bir üniversite, hasbelkader bulunan bir işle hayatlarını kurup ayakta kalmayı ümit ediyor gençler. Sonra toplum ve iktidar onlara "Evlenin” diyor. Evlenmezlerse enselerinde boza pişiriyor. O da yetmiyor, 3-4 çocuk istiyor "müdür”. Bu sistem ailenin de omuzları üzerinde yükseliyor çünkü. Aile olacak ki, bireyler, en iyi ihtimalle asla gelmeyecek gibi görünen emekliliklerine kadar çalışsınlar. Borçlansınlar. Ev için borçlansınlar, araba için borçlansınlar, cep telefonu için, TV için, okul için, servis için, kurs için, sağlık için borç üstüne borç alsınlar, taksit taksit ödesinler. O borçlarını ödemek için tekrar borçlansınlar. İşlerini kaybetme stresiyle ömürlerini geçirsinler. Hele Türkiye gibi bir ülkedelerse… Tabii öncelikle iş bulabildilerse…
"Bir araba, bir ev ya da herhangi bir şey uğruna yıllarımı, aylarımı harcamak istemiyorum. İş hayatı bana çok yorucu geliyor. Hem içten hem dıştan yıpranıyorum.”
18 yaşında bir kargo şirketinde çalışan Furkan'ın yazdığı bu satırlar yukarıda uzun uzun yazdıklarımı özetliyor zaten. Mektubunun bir yerinde kendisinin çoğu yaşıtı kadar iyi olmadığını da söylüyordu Furkan. Ah, Furkan! Şu yazdığın mektup, şu dayatılan hayatın zorluklarını kavramada senin toplumun büyük bir bölümünden çok daha üstün bir akla ve yeteneğe sahip olduğunu gösteriyor. Kullandığın dil, özenin, kibarlığın, senin toplumun çok büyük bölümüne göre çok daha iyi bir insan olduğunu anlatıyor. Kim bilir toplumun büyük bölümüne kıyasla daha iyi olan daha ne çok yönün vardı? Bu sistem eşit olmayan herkese yaptığı gibi, sana da bunları keşfetme ve yaşama hakkı ve şansı tanımadı.
Ah Furkan, keşke dursaydın, gitmeseydin. Senin gibi, sistemin değersizleştirdiği, ama tam da bu yüzden insani açıdan üstün olan ve tutunmaya çalışan başkaları da olduğunu hissetseydin. Hapsolduğunu sandığın bu oyundan yanmadan çıkmanın mümkün olabileceğine inanabilseydin. Keşke önünde sana umut verecek bir tablo olsaydı.
Korkutucu rakamlar
Ama nasıl olsun? Genç İşsizler Platformu'nun İŞKUR istatistiklerinden faydalanarak derlediği verilere göre, işi olmayan, okula da gitmeyen, ailelerinin yanında yaşamaya mecbur kalan 5 milyon 852 bin genç insan var! Sadece bir yıldan uzun süredir iş arayan gençlerin sayısı ise 503 bin! Bulanlar için de iş garantisi yok. Yakın çevremden bir örnek:
THY Teknik'te bakım elemanı olmak üzere eğitime alınan gençler, bir buçuk aylık eğitimden sonra işe başlama hayalindeyken, Korona nedeniyle "işe alımlar süresiz ertelenmiştir” diye eve gönderiliyorlar. Oysa İŞKUR ve Kocaeli Üniversitesi istihdam garantili bir şekilde açmış bu kursu. Sadece bu gencin eğitim aldığı sınıfta 75 kişi varmış. Hepsi uzun bir iş arayışından sonra ortada bırakılmış hissediyor kendini. CİMER'e yazılan mektuba da cevap falan yok.
Genç kadınlar
Genç kadınlar için de durum fena. Genç İşsizler Platformu'nun İŞKUR istatistiklerinden derlediği verilere göre, genç kadınların yüzde 43,8'i, yani 3 milyon 855 bin kadın ne okula gidiyor ne de çalışıyor.
Bu veriler sürpriz değil, gidin geriye doğru bakın, adım adım büyüyor kriz. Buradan çıkabilmek için de ciddi bir sol muhalefete ihtiyaç var memlekette. Yeni bir programa, ümit verecek bir yaklaşım duymaya ihtiyacı var gençlerin. Kendilerine bu sistemin dayattığının tersine, adil bir hayat için başkalarıyla paylaşabilecekleri değerler olduğunu hatırlatmak, onları buna inandıracak, bir mücadelenin parçası yapacak adımlar atmak, hayatta tutmak gerekiyor. Bu, sadece ailelerin ya da yakın çevrenin üstesinden gelebileceği bir iş değil. Ortak bir yükümlülük.
Alarm zilleri çok uzun zamandır çalıyor. Hem de kulakları sağır edercesine!
Furkan'ın ailesine ve yakınlarına tüm kalbimle sabır ve güç diliyorum.
Banu Güven
© Deutsche Welle Türkçe