Berlinale’deki Avrupalı Türkiyeliler
11 Şubat 200917 yaşındaki Kürt genci Bilal, yeni bir hayat umuduyla kaçak olarak binlerce kilometre kameden sayısız mülteciden biridir. Kuzey Iraklı gencin hedefi kısa bir süre önce İngiltere’ye iltica eden kız arkadaşının yanına gidebilmektir, ancak yolculuğu, Manş Denizi’nin Fransa kıyısında yakalanınca son bulur. Fakat Bilal kafasına koymuştur, karşı tarafa yüzerek geçecektir. Karısından yeni boşanan bir yüzme hocası da, eski eşini etkilemek ve kalbini yeniden kazanmak için Bilal’e yardım etmeye karar verir.
Panorama bölümünde gösterilen Fransa yapımı “Welcome-Hoşgeldin“, kaçak mültecilerin sorunlarını gerçekçi bir dilde anlatan ve izlerken insanı katı yasalara isyan ettiren bir film. Yönetmen Philippe Lioret imzasını taşıyan filmde Bilal’i ve sevgilisini Maraş kökenli iki kardeş canlandırıyor. Paris’te yaşayan 18 yaşındaki Fırat Ayverdi hayatında ilk kez bir senaryo okuduğunu söylüyor. Beyazperde için bir kazanım olan genç yeteneğin 20 yaşındaki ablası Derya da, filmde anlatılan hikâyenin kendilerine yabancı olmadığını belirtiyor:
“Ben bir Kürt kızı olarak, tabii ki bütün bunları yakından yaşadık ailemizle ve benim için bir gurur bu filmde oynamak. Çünkü bir temsil edeceğiz bu imajı, bu gençlerin yaşadıklarını temsil ediyoruz, çok büyük bir gurur.“
Berlinli belgesel yapımcıları Detlef Gumm ile Hans Georg Ulrich de, yaptıkları ile gurur duymaları gereken iki isim. Berlinale kapsamında gösterilen ve 20 yılı aşkın bir çalışmanın ürünü olan beş belgesel, Berlin-Wilmersdorf ve Bundesplatz adlı meydanın etrafındaki hayatın kronolojisini çıkarıyor.
Bu filmlerden biri ise 25 ferdi Berlin’de yaşayan Malatya kökenli Yılmaz ailesi üzerine. „Berlin Ecke Bundesplatz – Der Yılmaz Clan“ adını taşıyan belgeselde, yıllar boyu ailenin hayatına eşlik ediliyor. Her ailenin anlatacak bir hikâyesi olduğuna inanan yapımcılar, sünnetten, Türkiye’deki tatillere kadar ailenin hayatındaki önemli anları kaydetmişler ve ortaya bir filmin özel efektler olmadan da insanı heyecanlandırabileceğini kanıtlayan bir eser çıkmış. Belgeselin en fazla eşlik ettiği kişi olan Erol Yılmaz, sonuçtan memnun kalsa da, 1990’lardan bu yana sürekli kameralarla yaşamanın dezavantajlarının da olduğunu söylüyor:
„Sanki bütün insanlar bizim aile hayatımızı görüyor. Açıkça şöyle cam içinde oturuyor aile. Aile hayatı vitrinde, her geçen seyredebiliyor gibi. İnsan kuşku da duyuyor, rahatsızlık duyuyor. Stres yaratabiliyor insan içinde.“
Farklı bir imaj
Oturdukları semtteki gösterimden sonra sinemadakilerin sevgi gösterisiyle karşılaşan iki çocuk babası Erol Yılmaz, filmin Alman medyasında alışılagelmiş Türk imajından farklı bir tablo çizmesinden de mutlu:
„Klişelerden uzak olması önemli, çünkü Almanlar bizim hayatımızı gördükten sonra, Türklerin burada belli bir yerde durmadıklarını, kendilerini uyum yönünde ilerlettiklerini, geliştirdiklerini görecekler."
Yılmaz ailesinin belgeselinin çekilmesine devam edilmesi yönünde, gösterimdeki seyircilerden yoğun istek geldi. Bu yönde kesinleşmiş bir plan olmamasına rağmen, dile getirilen düşüncelerden biri de, yaşı ilerlediği için bu işe kalkışmayacağını söyleyen yönetmenlerden Hans Georg Ulrich’in oğlunun, Erol Yılmaz’ın çocuklarının hayatına eşlik etmesi şeklindeydi. Yıllardır süren bu projeyi nihayet izleyicilere sunmanın sevincini yaşayan Ulrich, bu filmden beklentilerini ise şöyle dile getirdi:
„Filmler dünyayı değiştirmez, ancak yeni tartışmalar başlatabilir. Eğer bu belgesel günümüzde gazetelerde sadece klişelerin gösterilmesinin önüne biraz olsun geçebilirse, medyada sadece başörtülü, çarşaflı kadınlar gösterilmezse, Almanya’daki Türklerin yaşamının tüm renkleri fark edilirse, o zaman bu film epey iş başardı diyebileceğim.“
"En önemli 500 filmden biri"
Filmin bir başarısı ise tescillendi. „Berlin Ecke Bundesplatz – Der Yılmaz Clan“ ve uzun süreli belgesel projesinin diğer bölümleri, Almanya tarihinin en önemli 500 yapımından biri unvanını alarak başkentteki Alman Televizyon Müzesi’nin arşivine kabul edildi.