Berlin Film Festivali’nde siyaset ağır basıyor
10 Şubat 2009„Kapitalizmin tarihinde toplumlara kabul ettirilen ve acı reçete tadı taşıyan büyük politik ve sosyo-ekonomik değişiklikler, büyük krizleri takiben yapılır… Bu hiçbir zaman tesadüfen olmaz.”
Bu sav, Panorama bölümünde gösterilen ve İngiliz yönetmenler Michael Winterbottom ve Mat Whitecross’un “Şok Doktrini” adlı belgeselinden alınma. Yapım, küreselleşmeyi eleştiren en ünlü isimlerden Naomi Klein’ın 2007 yılında kaleme aldığı aynı adlı kitabın bir anlamda beyazperde uyarlaması. Yönetmen Whitecross: “Bu kitap, geçmişe dair yazılmış. Bizim de geçmişi inceleyerek bugün için kendimizi eğitmemiz gerekiyor. Bazı hükümetlerin kendi ülkelerine verdikleri zararları gözler önüne serersek, aynı yanlışların yapılmasının önüne geçebiliriz. Şimdi ne yapacağımıza karar verebilmek için, geçmişi bilmemiz gerek.”
Doğal afetlerden darbelere: “Şok Doktrini”
Kanadalı gazeteci-yazar Klein, “Şok Doktrini” adlı kitabında ünlü ekonomist Milton Friedman ve onun radikal serbest piyasa teorilerine değiniyor. Ekonomik krizlerin, askeri yenilgilerin ve doğal afetlerin, devletler tarafından kullanıldığını iddia eden Klein, toplumlar için şok etkisi yaratan bu krizler sırasında ve hemen sonrasında hükümetlerin Friedman teorileri çerçevesinde hareket ederek geniş kapsamlı özelleştirme operasyonlarına ve sosyal kesintilere gittiğine dikkat çekiyor ve Falkland Savaşı’ndan Pinochet’nin Şili’de darbeyle iktidara gelmesine, 11 Eylül saldırılarından 2004 yılındaki tsunamiye kadar örnekler sıralıyor.
Daha önce piyasaya sürülmüş ve birçok kişi tarafından zaten okunmuş olan, ekonomik-politik bir teori kitabını neden beyazperdeye aktarmak istedikleri sorusunu yönetmen Winterbottom, şöyle cevaplandırıyor: “Kanımca bu çok güçlü bir kitap. Geçen sene filmini çekmeye karar verdik. Bush’un görev süresi bitiyordu. Pinochet, Friedman ölmüşlerdi. O yüzden kitapta tarif edilen dönemin bir anlamda sona erdiğini düşündük. Benim kuşağım, adı geçen olayların hepsini yaşadı. Ben ilk kez seçim sandığına gittiğimde, Margaret Thatcher iktidardaydı. Kitapta sayılan olayları filmde birbiri ardına sıraladığınız zaman, bu olayların etkisini daha iyi görebiliyorsunuz. Film bir anlamda kitabı, kitaptaki argümanları resimliyor.”
Kapitalizm karşıtı, anarşist, eylemci
Geçen yıl “Irak Savaşı sona erdi” manşetiyle bir milyondan fazla sahte New York Times gazetesi dağıtan “The Yes Men” – “Evet Adamları”, bu yıl Berlinale’nin en ilgi çeken belgesellerinden biri ile programdalar… “The Yes Men Fix The World” – “Evet Adamları Dünyayı Onarıyor”. Kapitalizm karşıtı anarşist eylemci grup, filmde dizginlenemeyen serbest piyasanın, lobicilik, kayırma ve yolsuzluk kokan mekanizmalarını gözler önüne seriyor. Üst düzey yönetici kılığına giren eylemciler, örneğin Katrina kasırgasında büyük zarar gören New Orleans kentinin yeniden imarı için yapılan çalışmalarda, idarecilerin kâr hırsıyla nasıl yolsuzluk yaptığını gösteriyor. Film, kapitalizmin birçok aktörünün ahlaki açıdan şaibeli durumunu, izleyiciyi güldürerek deşifre ediyor.
Birbirine düşman farklı cepheler
ABD yapımı “City of Borders – Sınırlar Kenti”ni çeken yönetmen Yun Suh, seyircileri Kudüs’e götürüyor. Hem Doğu, hem de Batı Kudüs’e. Kamerasına konuşanlar ise, şehrin eşcinselleri. İsrailli ve Filistinli. Normalde birbirine düşman olan farklı cephelerin mensupları, Batı Kudüs’teki bir gay barda gizlice buluşup, ortak yanlarını ve hoşgörüyü kutluyorlar. Kamera, barda eğlenebilmek için gizlice İsrail topraklarına sızan Filistinli gaylere ve İsrailli bir annenin, kızının bir Arapla evleneceğine eşcinsel olmasını tercih edeceğini söyleyen lezbiyenlere eşlik ediyor. Yani, festivalin Panorama bölümünde sunulan “Sınırlar Kenti”, hem Doğu ile Batı, hem Yahudi ile Müslüman, hem de hetero ve homoseksüeller arasındaki sınırları gözler önüne seriyor.