Batı’nın Türkiye gözlemleri, endişeleri ve beklentileri
13 Nisan 2020Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü tarafından yayımlanan "Türk Demokrasisine Bakış: 2023 ve Ötesi” başlıklı raporuyla dikkatleri üzerine çeken ABD'li Türkiye uzmanı Nicholas Danforth, DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.
Türkiye'de demokratik siyasetin koşullarının zayıflamasının Batı’da artan bir kaygıya neden olduğunu ifade eden Danforth, iktidarın gelecek yıllarda daha baskıcı bir yönetim anlayışını benimsemesinden de endişe edildiğini söyledi.
Danforth, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2023 seçimlerini kazanması halinde, inşa ettiği rejimin kendisinden sonra da devamını sağlamak için halefini hazırlamak zorunda kalabileceğine işaret etmekle birlikte, "Erdoğan'ın karşı karşıya kalmaya devam edeceği siyasi zorluklar ve muhalefet göz önünde bulundurulduğunda, gücü kendi seçtiği bir halefine çok da kolay devredemeyeceği görüşündeyim” dedi.
Türkiye'de profesyonelleşmenin yerini nepotizmin, sahip olunması gereken birçok yetkinliğin yerini de Erdoğan'a kişisel sadakatin aldığını savunan Danforth, günümüzdeki Türkiye'yi nasıl gördüğünü şu sözlerle tanımladı: "Türkiye bugün ne tam bir demokrasi ne de konsolide bir otoriter devlet. Propagandasını yapanların inandırmaya çalıştığından daha zayıf, ama en şiddetli muhaliflerinin hayal ettiğinden de daha güçlü.”
Alman Marshall Fonu Türkiye uzmanı olan Nicholas Danforth'a yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
DW Türkçe: "Türk Demokrasisine Bakış: 2023 ve Ötesi” adlı raporunuzda, Türkiye siyasetinin geleceğini şekillendirebilecek dinamikleri mercek altına alıyorsunuz. Sizce önümüzdeki yıllarda Türkiye'de demokrasi nasıl bir gelişme gösterebilir, karşı karşıya kalınabilecek güçlükler nelerdir?
Nicholas Danforth: Karşı karşıya kalınacak zorluklar, ne yazık ki bugüne kadar aşina olduklarımız. Sansür, yolsuzluklar, siyasi muhalefet yapmanın suç sayılması. Bunlar demokratik siyasetin koşullarını zayıflatıyor. Bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden demokratik bir sonuç çıkması, demokratik bir iktidar değişikliği hakkında mevcut kaygıları daha da güçlendiriyor.
Makalenizde, risk almak istemeyeceği öngörüsünde bulunduğunuz Erdoğan'ın erken seçimlerden kaçınacağına dikkat çekiyorsunuz. Ancak koronavirüs salgını sonrasında tüm dünyada yepyeni ve zor koşullarla karşı karşıyayız. Uluslararası Para Fonu (IMF) Büyük Buhran'dan bu yana en büyük ekonomik daralmanın beklendiğini duyurdu. Salgının en çok etkilediği ülkelerden biri de Türkiye. Bazı yorumcular, ekonomide, dış politikadaki zorluklar nedeniyle erken seçimin kaçınılmaz olacağını savunuyor.
Şahsen ben neden artan sorunların, Erdoğan'ın kaybetme ihtimali olan erken seçimlere gitme olasılığını artırdığını pek anlayamıyorum. Ama tabii şu da var: Eğer Erdoğan, diğer bazı dünya liderleri gibi, koronavirüs kriziyle mücadelede başarı gösterip popülaritesini artıracak olursa, belki o zaman bunun cazibesine kapılıp böyle büyük bir riski göze alabilir.
Size göre, ister bir erken seçim olsun, isterse seçimler 2023'de, zamanında yapılsın, Erdoğan sandıktan çıkan sonucu kaybetse de kabul eder mi?
Ben bu sorunun yanıtını bugünden bildiğini iddia eden her kim varsa ona kuşkuyla yaklaşırım. Yazımda da dikkat çektiğim gibi, İstanbul belediye seçimlerinden çok farklı sonuçlar çıkartmak mümkün. Erdoğan, bedeli çok daha az olan İstanbul seçim sonucunu beğenmediği için seçimlerin tekrarlanmasını zorlamaya hazırdı ama daha sonra, tekrarlanan seçimler istediği gibi sonuçlanmamış olsa da, bunu kabul etti…
Siz raporunuzda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2023 seçimlerini kazanması halinde, inşa ettiği rejimin kendisinden sonra da devamını sağlamak için halefini hazırlamak zorunda kalabileceğine işaret ediyorsunuz. Hatta artan memnuniyetsizlik eğilimine dikkat çekerek, Erdoğan'ın bu rejimin muhafazası için baskıcı bir yönetim anlayışını, seçeceği bir isme devretmek durumunda kalabileceğine dikkat çekiyorsunuz. Kimi siyasi gözlemcilerin "hanedanlığın devamı” bağlamında damadı Berat Albayrak'ı gündeme getirdiklerini, diğer bazı gözlemcilerin ise devlet gücünün devamlılığı için milliyetçi ve askeri yetkinliği olan bir ismin ağır basan bir tercih olabileceğine işaret ettiğine vurgu yapıyorsunuz. Peki sizce Erdoğan için bu nasıl bir karar olacak?
Erdoğan'ın karşı karşıya kalmaya devam edeceği siyasi zorluklar ve muhalefet göz önünde bulundurulduğunda, gücü kendi seçtiği bir halefine çok da kolay devredemeyeceği görüşündeyim.
Siyasi gözlemcilerin, Erdoğan'ın seçimler öncesinde güç kaybetmesi durumunda, ona destek veren siyasi aktörlerin hızla kendisinden uzaklaşabileceği, devlet kurumlarındaki hakimiyetinin zayıflayabileceği öngörüsünü de makalenizde dile getiriyorsunuz. Peki siz bu yorumlara katılıyor musunuz?
Türkiye'nin, diğer otoriter ya da kısmen otoriter rejimlere kıyasla avantajı uzun bir geçmişe dayanan demokratik siyaset kültürüne sahip olması. Ki pek çok kişi Türkiye'nin yeniden bu zemine dönmesini istiyor ve bekliyor. Diyelim ki seçime gidilirken anketler Erdoğan'ın sonuçlarının kötü olduğunu ortaya koydu. Böyle bir durumda ideal olan, kilit aktörlerin siyasi risk alarak seçimlere saygı duyulmasında, demokratik sonuçların kabul edilmesinde ısrarcı olmalarıdır.
Makalenizde Erdoğan'ın mevcut gücünü iç siyasetteki müttefikleri sayesinde konsolide edebildiğine dikkat çekiyorsunuz, bu aktörleri tek tek ayrıntılı olarak analiz ediyorsunuz. Bu aktörlerin temel özellikleri, benzerlikleri neler ?
Erdoğan gücünü korumak için, siyaset, ekonomi, ordu ve medyada, farklı aktörlerden destek alıyor. Bu aktörler, uzun süredir kendisine ideolojik destek veren müttefiklerinden, ayrıca yeni siyasi ortaklarından ve aslında her daim var olan oportünist isimlerden oluşuyor. Ben makalemde kısaca bu aktörlere yer vererek, Washington'da Türk siyaset sahnesini çok iyi bilmeyenler için, bu aktörlerin ve çevrenin yapısı hakkında fikir vermeye çalıştım.
Makalenizde "Erdoğan'ın dünyası” adlı bir bölümde, siyasette etkisi olduğunu söylediğiniz aile fertlerine de yer veriyorsunuz. Onların rolü, devlet yönetimine, bürokrasinin işleyişini nasıl yansıyor?
Türkiye'de profesyonelleşmenin yerini nepotizm, akraba kayırmacılık, sahip olunması gereken birçok yetkinliğin yerini de kişisel sadakat almış durumda.
Bundan yaklaşık 20 yıl önce AKP, kendisini Avrupa'daki muhafazakar Hristiyan Demokratlar gibi, Müslüman demokrat bir parti olarak tanımlıyordu. Bugün gelinen noktada AKP, bugünün Türkiye'si, Washington'dan nasıl görülüyor?
Parti, Erdoğan'ın kendisini temsil ediyor. Dini, milliyetçi, popülist ve zaman zaman paranoyayı içeren retoriği, devletin baskı araçları tarafından destekleniyor. Türkiye de bugün ne tam bir demokrasi ne de konsolide bir otoriter devlet. Propagandasını yapanların inandırmaya çalıştığından daha zayıf, ama en şiddetli muhaliflerinin hayal ettiğinden de daha güçlü.
Siz makalenizde, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi AKP'den ayrılan isimlerin Erdoğan'ın karşısında bir şansları olmadığını savunuyorsunuz. Bu değerlendirmenizi açıklar mısınız?
Bu değerlendirmem büyük ölçüde yapılan anket sonuçlarına dayanıyor. Görünen o ki bu isimler muhaliflerinin oyunu alamayacak kadar geçmişte Erdoğan'a sadık olmuşlar. Erdoğan'ın destekçileri için de, onlara oy vermek istemeyecekleri kadar sadakatsiz isimler olarak algılanıyorlar. Ancak şu da açık: seçim sonuçlarındaki küçük bir farkın ne denli önem taşıdığını göz önünde bulundurduğunuzda, kazanamayacak olsalar da alacakları bir kaç yüzde oy bile Erdoğan için tehdit oluşturabilir.
Makalenizde 2023 sonrasına ışık tutmaya çalışıyorsunuz. Erdoğan'ın iktidarda olmadığı bir Türkiye'de nasıl bir değişim yaşanabilir? ABD-Türkiye ilişkileri nasıl etkilenir?
Erdoğan sonrası Türkiye'nin otomatik olarak, bir anlamda fabrika ayarlarına dönmesini beklemek oldukça güç. Ayrıca ben Türkiye'nin fabrika ayarlarının, Washington'da birçok kişinin düşünmek istediği gibi, öyle çok liberal ve Batı yanlısı olduğu kanısında değilim. Erdoğan'ın iktidarı boyunca derinleştirilen pek çok fay hattı öyle kolayca kapanmayacaktır. Ankara'nın jeopolitik konularda Washington'a karşı kızgınlığı, Washington'un bölgedeki tercihleri, seçtiği müttefikler, hangi hükümet işbaşına gelirse gelsin onları da kızdırmaya devam edecektir.
ABD'de ne zaman bir düşünce kuruluşu, bir uzman Türkiye ve Erdoğan sonrası dönem ile ilgili bir rapor hazırlasa bu hemen "ABD derin devletinin bir projesi” olarak algılanıyor… Oysa, örneğin Almanya'da Başbakan Angela Merkel sonrası dönem en hararetli siyasi tartışmaların başında yer alıyor. Pek çok rapor ve makale yayınlanıyor. Türkiye'deki bu hassasiyeti neye bağlıyorsunuz?
Raporumun, ABD derin devletinin Türkiye'nin siyasi liderliğinin geleceğine dönük mühendislik çabasını yansıttığını kapalı ifadelerle iddia eden bugüne kadar sadece tek bir yazı gördüğüm için memnunum. Dediğiniz gibi, bu tür raporlar Washington'da Türkiye'nin geleceğine ne kadar büyük ilgi duyulduğunu, endişeli olunduğunu gösteriyor. Aynı zamanda siyasi karar alıcılarının istikrarlı, Batı yanlısı ve demokratik bir hükümet beklentisine işaret ediyor. Ama gayet tabii ki bu ABD politikalarının bu sonuca ulaşılmasını sağlayacak güce sahip olduğu ya da düşünce kuruluşu raporlarının ABD politikalarını belirleyebildiği anlamına gelmiyor.
Söyleşi: Değer Akal
© Deutsche Welle Türkçe