'Gizli İslamcılık' korkusu
4 Eylül 2013
Modern toplumlar, çok kültürlü ve çok dinli yapılarıyla demokrasinin işlerliğini ve gelişimini en bariz şekilde ortaya koyuyorlar. Ancak 11 Eylül saldırılarının akabinde başta söz konusu modern toplumlar olmak üzere, ortak kültürün bir parçası olarak zikrettikleri İslam dinine ve Müslümanlara şüpheyle yaklaşmaya başladılar. 4 milyondan fazla Müslümanın yaşadığı Almanya da, İslam konusunun sürekli gündemin üst sıralarında olduğu ülkelerden biri. Öyle ki son yıllarda medyada ve toplumun çeşitli kesimlerinde artan İslam karşıtlığıyla mücadele etmek ve beraberinde güvenlik sorunlarını çözmek için diyalog toplantıları ve İslam konferansları düzenliyor. Siyaset bilimciler ve ilahiyatçılar politikacıların kolaya kaçtıklarını ve konuya tek bir düzlemden baktıklarını belirterek, meselenin genelleştirilemeyecek kadar karmaşık olduğunu savunuyorlar.
Uzmanlar, en belirgin yanlışın köktendincilik, aşırıcılık ve İslamcılık kavramlarının bir arada kullanılmasında yattığı görüşündeler. İslambilimci ve yazar Dr. Ralph Ghadban, köktendinciliğin 19'uncu yüzyıldaki Amerikalı Hrıstiyanlara dayandığını ve dinî esaslı kaidelere dönüş anlamına geldiğini belirtiyor. Ghadban, bu kavramın karıştırılarak, "siyasal İslam" olgusunu tanımlamak için kullanıldığını, doğru tanımlamanın ise aşırıcılığın bir türü olan” İslamcılık” olduğunu kaydediyor.
Asıl tehlike "gizli" İslamcılık
Bu bağlamda mercek altına alınması gereken anlayışın İslamcılık olduğunu ifade eden Ghadban, bu kavramı da "görünen" ve "gizli" İslamcılık şeklinde ikiye ayırıyor:“Aslında Islamcılar genelde görünür vaziyetteler. Çünkü fikirlerini açıktan topluma empoze etmeye çalışırlar. Bu zaten siyasal İslam'ın özelliklerinden biridir. Gizli olan ise mistisizm örtüsüne bürünmüştür; tıpkı Nurculuk ya da Hindistan’daki Tablir hareketi gibi. Bu hareketlere bakıldığında ilk etapta gerçek niyetleri olan şeriatı hayata geçirmek istediklerini anlamak güçtür.”
Alman Protestan Kilisesi’ne (EKD) bağlı faaliyet gösteren ve farklı din ve dünya görüşleri üzerine çalışmalar yapan merkezin (EZW) raportörü, ilahiyatçı Dr. Friedmann Eißler, 11 Eylül’ün ardından Batı’nın önce vaazlarında ve kılık kıyafetlerinde aşırıcılık taşıyan İslamî grupları mercek altına aldığını söylüyor. Eißler, bugün gelinen noktada ise Batı’nın dikkatinin politik ajandaları bilinmeyen gizli İslamcılığa çevrildiğini aktarıyor:“Gizli olan çok daha önemli ve ilginç. Çünkü görünen İslamcılık, radikal bir akım olarak algılanıyor ve daha az kişiyi içine alıyor. Gizli olansa kültürlerarası diyalogdan yana. Bu, pek çok kişiye, hatta Alman siyasetine bile çekici gelebiliyor. Zaten siyasetçiler de Müslümanlardan bunu talep ediyor. Fakat tüm bunların ardında İslamcı bir anlayış saklıysa ve 'demokrasi eksik, İslamî katkıya ihtiyaç duyuyor' zihniyeti mevcutsa, o zaman gizli İslam, düşüncenin arka planında ciddi bir rol oynuyor demektir."
Teolog Eißler, İslamcılık tehlikesini göz ardı etmemekle birlikte kamuoyunda, özellikle de medyada kutuplaşmaya yol açacak, açıklamalardan kaçınmak gerektiğini kaydediyor.
İslambilimci ve yazar Dr. Ralph Ghadban ise medyanın toplumu yansıttığını, sanıldığı gibi kutuplaşmanın medyada çıkan haberlerden kaynaklanmadığını belirterek, sorunun suni diyalog ve suni yakınlık arayışlarında yattığını dile getiriyor:“Eğer toplumda gerçek manada bir diyalog ve tartışma olanağı olsaydı medyaya da bu gerçeklik yansırdı. Sivil toplum ve İslamî dernekler arasında reel bir tartışma ortamı yok. Müslümanların damgalanmasıyla ilgili konuşuluyor. Peki, kim bu Müslümanlar? Mevzu edilen Almanya'daki Müslümanlarsa çoğu buraya uyum sağlamış durumda, ancak dernekleri ve cemaatleri için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Bana göre bu cemaatler gerekli dinî altyapıyı hazırlamaz ve Müslümanların gelişimine ayak uyduramazlarsa bir gün gelir tek başlarına kalırlar.”
Ortadoğu’daki İslamcı hareketlere de değinen teolog Dr. Friedmann Eißler, bölgedeki eski rejimlerin yıkılması esnasında Müslüman Kardesler gibi İslamcı oluşumların iyi organize olduklarına ve insanları mobilize ettiklerine dikkat çekiyor. Eißler, bu nedenle halkın tamamının İslamcı olmamasına rağmen sistemi devirme ve iktidarı ele geçirme kabiliyetinin İslam kimliği altında hareket eden grup ve partilerin eline geçtiğini iddia ediyor.
Dr. Ralph Ghadban ise söz konusu İslamcı grupların düşünüldüğü kadar kuvvetli olmadığını savunuyor:“Bunun en iyi delili, Müslüman Kardeşlerin geniş bir halk kitlesi tarafından Mısır’da iktidardan indirilmesidir. Suriye’deki durum ise biraz farklı. Oradaki İslamcılar tıpkı Tunus’taki Selefîler ya da Libya’dakiler gibi Katar tarafından finanse ediliyor. Bu finansman kesildiğinde söz konusu İslamcı grupların Suriye’deki savaşı da sona erecek. Sadece özgürlüğü için savaşan Suriye halkı mücadeleye devam edecek.”
© Deutsche Welle Türkçe
Haber: Özlem Coşkun
Editör: Murat Çelikkafa