Bir hafta on gün sonra gazete bayiine gidecek ya da alışkanlıkla televizyonunuzu açacaksınız. Birbiriyle aynı görünen gazeteleri teker teker elden geçirecek ya da televizyonda kanal değiştireceksiniz. Belki her gün, belki hafta sonu aldığınız, arada bir biat ettiği için sayfalarını söylene söylene çevirdiğiniz gazeteye gidecek eliniz. Ortalık ayağa kalkmışken tek sıra penguen yürüttüğünü unutamadığınız, tartışma programları iyice erkekleşip siyaseten sığlaştığı için kızdığınız kanala takılacak yine gözünüz. Neden hala bunu açıyorum diye düşünseniz de, yüreğinizi soğutan birkaç cümle duyma ihtimali sizi oraya götürecek belki. Ama hayır, boşuna uğraşmayın, artık o birkaç cümleyi bile duyamayacağınız gibi, bazı haberleri de göremeyeceksiniz. İşin kötüsü, hangi haberleri göremediğinizi de büyük ihtimalle bilemeyeceksiniz.
Aydın Doğan’ın amiral gemisi Hürriyet’ten yüksek tirajlı Posta’ya, Kanal D’den CNN Türk’e, elinde ne var ne yoksa Erdoğan Demirören’e vermesinin ardından buralarda habercilik namına ufak sürprizlerle karşılaşma ihtimaliniz kalmayacak. Kaç ana akım kanal varsa, o kadar televizyonu açın yan yana koyun, istisnasız olarak ekranda aynı resmi görecek, aynı sesi duyacak, aynı spotu okuyacaksınız. Gazeteler de hakeza, aynı başlığın çeşitlemeleriyle karşınızda olacak. Her yerde ekonomideki müthiş büyüme yazılacak, ama değirmenin hep daha fazla krediyle döndüğünü, bunun risklerini ya da TL’nin ne kadar değer kaybettiğini okuyamayacaksınız. İşçinin hali nicedir? Hangi gazeteciye açılan uyduruk davada ne olmuştur? Afrin halkından göç etmek zorunda kalanlar nerededir, ne haldedir? Hasankeyf’e ne olmuştur? Altın madeni hangi cenneti bitirmiştir? Bunları göremeyeceksiniz.
“Haksızlık etme, ana muhalefetle hareket eden bir kanal ve çok okunan bir de gazete var” diyeceksiniz belki. Oralarda farklı haber ve sorgulayan sesler bulmak mümkün olacak, konu dış politika ve Kürt sorununa gelip dayanmadığı sürece tabii. O zaman o muhalefetin sınırlarını yine göreceksiniz. Bu gri resmin bir yerlerinde renk saçan birkaç gazeteyi hatırlayacaksınız belki. Her gün haklarında açılan davalarla, para cezalarıyla uğraşan. Çalışanları tutuklansalar da, iftiraya uğrasalar da, yılmadan hakikati dile getirmeye devam eden. Ne acayip ki, medyanın susturulmasından şikayetçi böylesine büyük bir kesim varken, bu sorulara cevap veren gazetelerin tirajları 50 bin civarında. Neden mi? Çuvaldız elinizin altında.
Haberleri internetteki bağımsız haber sitelerinden mi takip ediyorsunuz? Orada da rahat yok. Yüz bin kadar haber ve sosyal medya içeriğine erişim yasağı getirilen memleketimizde, hakikate ulaşmak için bundan sonra daha çok uğraşmak gerekecek. Periscope’ta, Youtube’da yayın yapan bağımsız habercilerin başına Radyo Televizyon Üst Kurulu da musallat olabilecek. Netflix, Blu TV gibi platformlar da RTÜK’le tanışacak. Lisansı kaptırmamak için dizilerde herkes birbirini artık alnından öpecek. Tabuta bir çivi daha.
Neyi kaybettiğimizi en iyi 2019’daki seçim gününde hissedeceğiz belki. Memleket kaderinin belirlendiği gün tek ve resmi bir ajanstan akacak bilgilerle yetinmek zorunda kalacak.
Yıllarını gazeteciliğe, yayıncılığa vermiş, çok sayıda seçim yayını yapmış birçok meslektaşım o esnada uzun zaman sonra ilk kez stüdyo ya da haber merkezlerinde değil, evlerinde oturacak. İşimden olduğum 2011 genel seçimlerinde, sonra Anayasa değişikliği referandumunda benim de yaşadığım bir boşluk duygusuyla boğuşacaklar. Bu duygu sadece işini yapamamaktan değil, hakikati bilememekten de kaynaklanacak. Ne var ki işten çıkarılanlar sadece tanıdığınız isimlerden, yüzlerden ibaret olmayacak. Muhabirinden matbaacısına Doğan Medya Grubu’nda yıllarca emek veren yüzlerce kişi başlarının üzerinde koca bir “İşimi kaybedecek miyim?” sorusuyla geziyor. Bazıları kendi çalıştığı şirketin de satılıp satılmadığını sabaha karşı 04:48’de Kamuyu Aydınlatma Platformu KAP’ta paylaşılan açıklamadan öğreniyor. Hal böyleyken başka birileriyse Twitter’da kimin işten çıkarılması, kimin istifa etmesi gerektiğini, kimin bundan sonra nerede çalışacağını ayrıntılarıyla yazıyor. Neredeyse tazminat miktarlarını bile açıklayacağı bir özgüvenle! Ne kadar rencide edici!
Çok değil, birkaç yıl öncesine kadar yoktu bunlar. Evet, yine baskıyla mücadele halindeydik, ama çeşitliliğin kavgayla da olsa hüküm sürdüğü bir medya ortamı vardı. Şimdi koca bir makine her şeyi geri dönüşü olmayan şekilde siliyor sanki. Geçmiş hala gözünüzün önünde, ama çok uzak. Geriye dönüp o günleri aramak çok hazin geliyor.
En iyisi ileriye bakmalı. Tek çözüm yeni bir gelecek yaratmak çünkü. O gelecek için çalışacak gazetecilerin sayısı arttıkça artıyor. Bizi görüyor musunuz?
Banu Güven
© Deutsche Welle Türkçe