"Beni bir yazar olarak öldürüyorlar"
31 Ağustos 2017Kapatılan Özgür Gündem gazetesine yönelik davada yargılanıp tutuklandıktan sonra yurt dışı yasağıyla tahliye edilen ve hakkındaki bu yasak da haziran ayında kaldırılan yazar Aslı Erdoğan, DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.
DW Türkçe: Mahkeme yurt dışı yasağını kaldırdı ama yine de Türkiye’den çıkamıyorsunuz. Neden?
Aslı Erdoğan: Aslında çok karışık bir yılan hikayesine döndü. 22 Haziran'daki duruşmada benim yurt dışına çıkış yasağım kaldırıldı. Ve aslında mahkeme heyetine de gerekçe olarak mağduriyetimi anlattım. Pek çok dile kitaplarım çevriliyor ve pek çok ödül alıyorum. Bu belgeleri de sundum. Erich Maria Remarque Barış Ödülü, Sparkasse Leipzig Medya Vakfı’nın Basın Özgürlüğü ve Medyanın Geleceği Ödülü, Prenses Margriet Kültür Ödülü… "Ödül törenlerinde olmayışım, benden çok Türkiye’yi rezil ediyor” dedim. Mahkeme heyeti de yurt dışına çıkış yasağını kaldırdı. Ondan bir süre sonra, pasaportumu geri almak için pasaport şubesine gittik. Polis bizi mahkemeye geri yolladı. Mahkemenin pasaport üzerindeki yasağı kaldırmadığını söyledi. Mahkeme önce bunu kabul etmedi. Sonra "OHAL yüzünden biz kaldıramayız” dedi. Böyle git gel avukat uğraştı. En sonunda “Bunu 30 Ekim’deki duruşmada konuşalım” dediler. Ama hâlâ bilmiyorum, yani pasaport yasağı denen şey nedir, kim koymuştur, hangi yetkiyle? Polis benim pasaportumu aldı ve geri vermiyor şu an. Hatta pasaportu kestiler de. Yani geri verseler de o pasaport bir işime yaramaz.
Yakın bir gelecekte bu tutumun değişeceğine inanıyor musunuz?
Artık bu ülkede hiçbir şeye inanmıyorum. Hakikaten bu hukuksuzluğun bu kadar ayyuka çıktığı bir ülkede, yarın öbür gün beni müebbet ile de içeri atabilirler. Hatta PKK’dan yapamazlarsa FETÖ’den filan. Bulurlar bir şey, casusluktu... Yani, bu kadar – affedersiniz – mafyatik bir devlet anlayışı, ben 50 yıldır görmedim bu ülkede.
Yurt dışına çıkmanızın engellenmesi hayatınızı nasıl etkiliyor?
Beni yaşayamaz hale getirdi, çünkü ben sonuçta uluslararası bir yazarım ve uluslararası bağlantılar, ilişkiler, kitaplarım sayesinde yaşıyorum. Yurt dışından kazandığım paralarla geçiniyorum en azından. Ve kitaplarımın en çok dile çevrildiği yıl bu sene. Mesela bu ay Danca’da “Kırmızı Pelerinli Kent” çıkıyor. İtalyanca'da, Almanca'da çıkıyor kitaplar. Bir ay sonra ABD’de “Taş Bina ve Diğerleri” çıkıyor. Bunlara katılamıyorum. Basın ile görüşemiyorum. Festivallere gidemiyorum. Sesimi duyuramıyorum. Bir yazar olarak bile. Bırakın siyaset konuşmayı, kitaplarım hakkında konuşamıyorum. Ömür boyu hepi topu kaç ödül alacağım? Onları da bu sene aldım. Onların törenlerine bile katılamıyorum. Beni bir yazar olarak öldürüyorlar. Tam tamına öldürmek bu.
Kendi ülkeniz, sınırın ötesine adım atmanıza izin vermezken yabancı ülkelerden birbiri ardına ödüle layık görülmenizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok üzücü bir durum ve benden çok Türkiye’yi anlatıyor. Mesela, Légion d'honneur aldım geçenlerde. Fransa’da en büyük onur ödülü. Onu almaya bile gidemiyorum. Niye? Çünkü teröristim makamların gözünde. Fransa buraya gelip ödülü vermek zorunda kalacak. Ve bu tarihe geçiyor. Avrupa Kültür Vakfı’nın Prenses Margriet Ödülü'nü aldım. Ödülün tarihinde ilk kez bir yazarın, pasaport yasağı olduğu için ödül törenine katılamadığını öğrendim. Benim Fransız yayımcım şu an Fransa Kültür Bakanı. Teröristlikle suçladıkları metinleri basan kişi, şu an bir bakan. Ben bu ülkeye ayna tuttum. Aynadaki görüntüyü sevmediler diye, başıma gelmedik iş bırakmadılar. Onunla yetinmiyorlar. Özür dileyeceklerine, "Baskıyı nasıl artırabiliriz, bu kadını nasıl sustururuz, nasıl işkence ederiz?”in yollarını arıyorlar her gün. Ben öyle siyasi bir figür de değilim. Ben bir edebiyatçıyım. Ne yaptım ki bu ülkeye? Yazdıklarımın bir tanesine 20 küsur yıldır dava açılmamış. Bir yazardan söz ediyoruz. Birdenbire "Sen terör örgütünün liderisin” diye tutukluyorsun kadıncağızı. Kürtçe bile bilmiyorum. Avrupa, bu ayıbı göstermek için “Bakın, bu kadın bir sanatçı, buna bir sanat ödülü veriyoruz” diyor. En ufak bir şey yok. Bir ‘casus' demedikleri kaldı. Yarın öbür gün ‘Alman casusu' derler. “Almanya Türkiye’yi sıkıştırmak için veriyor bu ödülleri” derler. Kendileri her şeyi emirle yaptığı için bu kurumların da bağımsız olabileceği akıllarının ucundan geçmiyor.
Tekrar yazmaya başlayabildiniz mi?
Bir ara dönmüştüm ama son günlerde evin önünde birtakım tacizler yaşadım. Çok korkuttular beni bir gece. Motosikletlerle filan izleyip. Gene geçen haftadan beri elim ayağım birbirine girdi. Bu arada bir baygınlık geçirdim tam denizden çıkarken. Çok kötü düştüm, dizlerim, ağzım, gözüm paralandı. Şimdi onun tedavileri sürüyor. O kadar gerginim ki, dişlerimi o kadar sıkıyorum ki, bütün dişlerim apse. Sağlığım oradan buradan atıyor. Ölümcül bir şey yok ama bir gün bağırsak, bir gün mide, bir gün diş. Geceleri hiç uyuyamıyorum. O yüzden yine yazamıyorum. Tam başlamıştım, yine kötüledim. Psikolojik destek alma kararı aldım çünkü hakikaten bırakın yazmayı, böyle yaşamaya ne kadar devam edeceğim bilmiyorum açıkçası. Benim gücüm bitti. Bir senedir işkence. Bir sene dayandım ama bir ikinci sene dayanamayacağım artık. Hakikaten bir senede bitirdiler beni. Ama en azından hâlâ konuşmayı sürdürüyorum, hâlâ biri sorduğunda Türkiye’de adaletsizlik ve hukuksuzluk hakkındaki gözlemlerimi anlatıyorum. Ve bunu da sürdüreceğim, hangi koşulda olursa olsun. Bu artık son onurum. Bana büyük bir zulüm yapıldı ve dünyanın gözü önünde yapılmaya devam ediliyor. Başka da yapacak neyim var ki? Birisi sizin ağzınızı burnunuzu kırsa iyileşmeye çalışırsınız ve gözünüzü açar açmaz “Ya, niye beni dövdüler, ne hakla?” dersiniz. Başka da yapacak bir şey yoktur.
© Deutsche Welle Türkçe
Aydın Üstünel